31 Mart Yerel Seçimleri’ne, bir yandan Kürt düşmanlığına kodlanmış egemen sınıf kliklerinin temsilcilerinin kıyasıya mücadelesi diğer yandan ise zindanlarda Kürt ulusunun evlatlarının kitlesel açlık grevlerine eşlik eden feda eylemleri damgasını vuruyor. Bir yandan faşist devletin şovenizm nehrinde sürekli iman tazeleyen vaftiz törenleri, diğer yandan ise seçimlere bağlanmaya çalışılan “gelecek umutlarına” aldırış etmeyen ve bedenini silaha çeviren direniş iradesi.
Yerel seçimler, Kürtlerin ulusal, kültürel, siyasal haklarına karşı tecridin, kuşatmanın, imha etmenin, sindirmenin daha da derinleşerek geliştiği bir anlayışla başladı ve seçimlerde son düzlüğe girerken bu saldırı dalgası ivme kazanarak devam etmekte. Buna karşı ise DTK Eş Başkanı Leyla Güven’in açlık greviyle başlayan direniş hattı binlerce tutsağı sürece katan bir “barikat savaşına” dönüşmüştür. Leyla Güven tahliye edilerek bu direniş kırılmaya çalışılmış ancak sonuç açlık grevinin kitleselleşmesi ve feda eylemlerinin peş peşe gerçekleşmesi olmuştur. Zülküf Gezen ile başlayan feda eylemleri Uğur Şakar, Ayten Becet, Zehra Sağlam ve Medya Çınar ile devam etmiştir.
Bugün seçimlerde egemen sınıf klikleri olabildiğince sert bir şekilde güç dengeleri için mücadeleye tutuşurken, bunu en iyi “Kürt düşmanlığı”, en iyi “halk düşmanlığı”, en istikrarlı “yalancılık”, en kararlı “emperyalist uşaklığı” üzerinden göstermeye ve gerçekleştirmeye çalışıyor. Hiç kuşkusuz, belirleyen egemen klik olma avantajı ile AKP-MHP kliği bu kavgada daha avantajlı durumdadır. Özellikle CHP-İYİP ittifakına “beka sorunu”, “terör sevicilik” argümanlarıyla, şovenizm dalgasını büyütecek şekilde saldırmaktadır. Hatta nerdeyse yegane saldırı argümanları olmaktadır. Zira “Başkanlık” denen ve bir “master plan” ile test olan bir süreç işlerken, bunun selameti için en saldırgan ve gerici bir hatta ihtiyaç duyulmaktadır. Bu bağlamda gerçekleşen seçimlere karakterini veren bir yanda bu “master planın” test edilmesidir.
Bu bağlamda özellikle bu ittifakın belediye meclis üyeliği adayları arasında “üç yüz küsür” kişinin “terör” bağlantılı olduğu gerekçesiyle bir fişleme listesi yayınlandı. Devletin amiral gemisi Hürriyet Gazetesi her zamanki rolünü üstlenerek bu fişlemeleri yayınladı. Fişleme belgelerinde, adeta çocukluktan başlayarak bir filtreleme işleminin yapıldığı görülmektedir. Kemal Burkay ve Barzani çizgisindeki partilere üye olmak, 1970’lerin DDKO’sunda yer almak, 40 yıl önce bir yöre derneğinin etkinliğinde yer almak, 5 yıl önce “Açılım sürecine” destek amaçlı kimi platformlarda imzacı olmak vs. kısaca Kürt olarak doğmak fişlenmek, resim ve isimlerle teşhir edilmek için yeter sebep görülmektedir. Kuşkusuz bu yaklaşım yeni olan bir şey değildir. Ama artık faşist partilerde, kendi ulusal kimliğini redderek yer almak bile teşhir edilmek, hedef haline getirilmek için engel değildir. Ki aynı şekilde diğer kliklerde AKP içindeki Kürtleri benzer bir yaklaşımla hedef göstermektedir. Kürt ulusal kimliği sadece HDP’ye yönelik bir saldırı dalgası ile değil böylesi bir kuşatma, tecrit edilme durumu ile karşı karşıyadır.
Bu kuşatma son 6 yılda özellikle her seçim kampanyasında ekstra bir yoğunlaşma ile gerçekleşirken, devamında yeni halkalar eklenerek ve saldırı kampanyaları örgütlenerek devam etmektedir. Egemen sınıflar Kürt ulusal mücadelesinin zayıf düştüğü, mücadele düzeyinin gerilediği hesabı üzerinden bu saldırı dalgasına boyut katmaktadır. Aynı zamanda bölgesel düzeyde kazanımların T. Kürdistanı’nda yansımasını bulmaması için dozu hiç düşürmemektedir. Ancak gelişmelerin seyri içinde ciddi bir “beka” sorunu korkusu da yaşadığını belirtmekte fayda vardır. Bu AKP-MHP kliğinin bir paranoyası, seçim kampanyası propagandası ile sınırlı değil, bir noktada faşist diktatörlüğün süreç okumasına tekabül eden bir korku ve kaygıdır.
SEÇİM KAMPANYALARI, MEYDANLARIN DİLİ: TEVİL YOLUYLA KRİZ İTİRAFI!
Yaşanan siyasal kriz aynı zamanda bölgesel politikaların iflas etmesiyle de doğrudan ilintilidir. Bu siyasal krize bugün kesin, istikrarlı ve kararlı bir ekonomik kriz de eşlik etmektedir. Bu kriz ekonomide net küçülme, döviz kurlarında engellenemeyen yükseliş, faizlerdeki artış, yüksek enflasyon, yatırımda daralma, sermaye akışında kriz, işsizliğin engellenemeyen yükselişi, küçük işletmelerin iflası, orta ölçekli işletmelerin direnişlerinin kırılması gibi artık istatistiklerin de inkar edemediği bir gerçeklik söz konusudur. Bu durum emperyalist güçlere daha fazla yaslanmayı içeren ama bu yaslanma ve bağımlılık ilişkisini derinleştirmeyi aralarındaki çatlaklara yaslanarak avantaja dönüştürmeye çalışan bir siyasal hat söz konusudur. Güç dengelerinde belirlenen olan Türk egemen sınıfların bu siyaseti, emperyalistlere daha fazla boyun eğen ve krizini derinleştiren bir sonuç doğurmaktadır. Gelişmeler çatırdayan ve kriz halinde olanın sadece AKP-MHP kliği değil bir bütün sistemin kendisi olduğunu bize göstermektedir. Buna uygun bir hazırlık ve duruş elzemdir.
Bu bağlamda değinilmesi gereken bir noktada HDP’nin, zindanlarda ölümüne direnişler örgütlenirken Newroz’da kitleler meydanları doldururken “liberal burjuva sınıfa” ait politik tutumudur. Ehveni-şer siyaseti diyebileceğimiz CHP-İYİP ittifakına örtülü ve açık destek sunan tutumlar, Sezai Temelli’nin “Mansur Yavaş da, Ekrem İmamoğlu da bilecek ki HDP oyları ile seçildiler” diyerek kesin bir tutuma dönüştürülmüştür. Buna karşı CHP-İYİP’in faşist adaylarının “had bildiren”, “aşağılayan” ve “umursamayan” tavrı gecikmemiştir. HDP, egemen klikler arasındaki güç dengelerini seçim tavrıyla değiştireceğine inanan yaklaşımıyla kitleleri iki yönlü zehirlemektedir. Birincisi, klikler arası dengede seçimler belirleyen değil sadece yürüyen mücadelenin bir sonucu olduğunu görmemek ve kitlelerde seçimlere dair yanlış bir yaklaşım oluşturmaktır. İkincisi, egemen faşist kliklerle HDP’nin bu ilişkisi bir taktik ilişki değildir. Bir bağlılık ve bağımlılık, zorunluluk ve mahkumiyet görüntüsüdür. Bu kitlelerin bilincini bulanıklaştıran, mücadele azmini sabote eden, demokratik mücadeleye zarar veren bir tutumdur. HDP bu çizgisiyle, gelişebilecek mücadelenin önünde adeta burjuvazinin barikatlarını örerek ehlileştirmeye çalışan tehlikeli bir çizgi izlemektedir. Bu liberal burjuva çizginin faşist kuşatma karşısında acizliğini, halk kitlelerine empoze etmesidir, etme çabasıdır.
Seçim süreci bitmektedir. Egemen klikler arası güç dengesinde bu seçimler esaslı bir değişim getirmeyecektir. AKP-MHP kliği bir miktar daha zayıflayarak süreci devam ettirecektir. Ancak seçimler sonrası egemen sınıfların halk kitlelerine yönelik ekonomik ve siyasi saldırganlığı azgınlaşarak devam edecektir. Tayyip Erdoğan bunu meydanlarda beyan etmektedir. Ki bu beyanın ötesinde ekonomik krizin derinleşmesi, siyasi krizin kesintisizliği bu saldırıları kaçınılmaz kılacaktır. Buna karşı örgütsüz ve dağınık olan halk kitlelerinin öfkesi ve tepkisi ise hem mayalanacak hem de pratik olarak daha fazla görünür olacaktır. Kürt ulusal haklarına saldırılar ise sınıriçi ve sınır dışı dinlemeksizin devam edecektir. Ancak bu saldırıların sadece şiddet yoluyla devam etmeyeceği, şekere bulanmış “barışçıl ve diplomatik” biçimlerle ve özellikle emperyalist destekli “planlarla” da devam edeceği göz ardı edilmemelidir.
Bizim referansımız ise direniş ve mücadeledir. Bugün zindanlarda Kürt halkının fedakar evlatları bedenlerini açlığa yatırmakla kalmadı, feda eylemleriyle direnişi yükseltmeye, saldırıları-kuşatmayı ve ulusal kimliğin tecrit edilmesini püskürtmeye çalışıyor. Bu direnişler ve kavga kullanılan araç ne olursa olsun halkın mücadelesinin, sınıf mücadelesinin bir parçasıdır ve en güçlü şekilde sahiplenme görevi ile çağrıyı omuzlama yükümlülüğü vardır.
*Bu yazı 28 Mart tarihli Yeni Demokrasi gazetesinin 32. sayısında yayımlanmıştır.