26 Eylül 1999 tarihinde, Ankara Ulucanlar Hapishanesi’nde saat 03:00 sıralarında bir katliam yapıldı. İnsanların uykuda olduğu gecenin en karanlık saatinde, devlet dört duvar arasındaki tutsaklara karşı ilk defa silah kullandı. Otomatik tüfeklerle, kimyasal gazlarla, köpüklerle, dipçikle, copla şiddetin her türlüsünün uygulandığı bu vahşi katliamda on devrimci tutsak katledildi.
Olayın öncesinde, Ulucanlar Hapishanesi 4 ve 5. koğuşlarında kalan devrimci tutsaklar 40 kişilik koğuşlarda 100 kişinin kalmasının sağlıklı olmadığını dile getirerek, hapishane idaresinden koğuş talep ettiler. Günlerce tutsakların taleplerine karşılık vermeyen idare, bir süre sonra görüşmeleri de keserek bu talepleri geri çevirmiştir. Bunun üzerine fiili olarak boş bir koğuşa geçen tutsakların eylemi “hapishanede tünel kazıyorlar” denilerek katliam hazırlığı için bahane edilmiş ve 26 Eylül gecesi planlanan katliam gerçekleşmiştir. Ellerinde kalaslarla, coplarla, bombalarla, silahlarla savaş alanına dönen hapishanenin hamamı da işkencehaneye çevrilmiş, işkenceler burada da devam etmiştir. Sağ kalan tutsaklar başka hapishanelere işkence eşliğinde sevk edilmiş, tedavileri dahi yapılmamıştır. Devlet bununla da yetinmemiş, sakat ve yaralı tutsaklara “birbirinizi öldürüyorsunuz” diyerek yıllara varan davalar açmıştır.
TKP/ML’den Halil TÜRKER, DHKP-C’den, İsmet KAVAKLIOĞLU, Ahmet SAVRAN ve Aziz DÖNMEZ; TKP(ML)’den Mahir EMSALSİZ, Önder GENÇASLAN; TKİP’den Nevzat ÇİFTÇİ (Habib GÜL), Ümit ALTINTAŞ, TİKB’den Zafer KIRBIYIK, MLKP’den Abuzer ÇAT bu katliamın sonunda ölümsüzleşerek tüm dünyaya TC faşizminin görüntülerini sundular ölümleriyle. Tanınmaz hale getirilmiş ve işkence yapılmış cesetler, TC demokrasisinin göstergesi oldu. Avukatlardan oluşturulan bir heyet olayın oluşumunu şöyle aktarmaktadır:
Ankara Merkez Kapalı Hapishanesi’nde 4. ve 5. koğuşlarda kalmakta olan siyasi mahkumların büyük bir kısmının uyumakta olduğu bir sırada 26 Eylül 1999 günü sabaha doğru saat 04:00’te, 6. ve 7. koğuşların çatılarından hiçbir uyarı yapılmadan tarama atışı başlamıştır.
Ateşten korunmak için 4. koğuşa geçmeye çalışan mahkumların üzerine, 4. koğuşun yanındaki 3. gözetleme kulesinden hedef gözetilerek ateş edilmiş ve bu atışlarda Halil TÜRKER ve Abuzer ÇAT isimli tutsaklar yaşamlarını yitirirken, Ümit ALTINTAŞ ve Zafer KIRBIYIK yaralanmışlardır.
Mahkumlar, yaralı arkadaşlarını da taşıyarak 4. koğuşun havalandırmasına ve koğuş içine çekilmeye çalışmışlar, ancak görevliler (Robokop giysili polis ve askerler, özel tim elemanları, gardiyan ve sivil giysili kişiler) yaylım ateşi ve hedef gözeterek ateş etmeye devam etmişlerdir. Bu sırada Nevzat ÇİFTÇİ ve Önder GENÇASLAN koğuşa girmeye çalışırken yaralanmıştır.
4. Koğuşun havalandırmasına ve koğuş içine çekilen siyasi mahkumların üzerine uzun bir süre ateşli silahlar ve gaz bombaları ile saldırıldıktan sonra sabaha doğru itfaiye tarafından önce su, ardından köpük sıkılmaya başlanmıştır. Havalandırmada yaralılar olmasına rağmen buna dikkat edilmemiştir. Saat 10:00 civarına kadar sıkılan su ve köpük bir adam boyuna varmış, bundan sonra havalandırma ve koğuş duvarları patlayıcılarla patlatılarak açılan deliklerden siyasi mahkumların üzerine yaylım şeklinde ateş edilmeye devam edilmiştir. Bu arada yoğun bir şekilde göz yaşartıcı gaz ve biber gazı bombalarının yanında kükürt gazı sıkılmaya devam edilmiştir.
Köpük ve yoğun ateş altında tüm mahkumlar yaralanmayı göze alarak koğuşa çekilmişlerdir. Ancak buna rağmen gaz ve köpükten bile kendilerini koruyamayan insanların üzerine yoğun bir şekilde ateş edilmeye devam edilmiştir.
Saat 11:00 sıralarında içerde kalmaları mümkün olmayan siyasi mahkumlar yoğun ateşe rağmen dışarı çıkmaya karar vermişlerdir. Kol kola girerek dışarı çı- kan insanların üzerine ateş edilmeye devam edilmiş ve bu sırada birçok siyasi mahkum üzerlerine sıkılan kurşunlar ile yaralanmıştır.
Bir kısım siyasi mahkumlar yaralı olduklarından veya yoğun ateş nedeniyle koğuşta kalmış ve içeri giren görevliler tarafından ateşli silahlarla taranmışlardır. Aziz DÖNMEZ bu tarama esnasında öldürülmüştür. Havalandırmaya çıkan siyasi mahkumlar ise robokop giysili ve kar maskeleri takmış yüzlerce görevli tarafından, demir ve plastik coplarla, itfaiyenin kullandığı kancalı demirlerle ve silah dipçikleriyle dövülmüşlerdir.
Sistemli işkenceye tabi tutulanların isimlerinin görevliler tarafından bilindi- ği, bunların ayıklanarak ayrı bir bölmeye götürüldüğü, bu kişilerin aralarında Habib GÜL, ismet KAVAKLIO⁄- LU, Cemal ÇAKMAK’ın da bulunduğu, bu kişilerin koğuş temsilcileri oldukları, Habib GÜL ve ismet KAVAKLIOĞLU’nun burada dövülerek öldürüldükleri belirtilmiştir. Cemal ÇAKMAK’ın ise kafasına ve bacağına kurşun sıkılmış, öldü sanılarak bırakılmıştır.
Bazı anlatımlara göre telsizlerden, “20-30’unu gözden çıkardık, ateşli kullanın, gaz kullanın” şeklinde anonslar geçmiştir. Avukatların yazdığı raporların sonuç kısmında “hamama götürülene kadar Cemal ÇAKMAK ve ismet KAVAKLIOĞLU’nun hiçbir yara almadıklarına onlarca mahkum tanıklık etmesine rağmen, darp ve ateşli silah yaralanması nedeni ile ölmüş olduklarından, etkisiz hale getirildikten sonra infaz edilmiş oldukları; ölenlerden Önder GENÇASLAN, İsmet KAVAKLIOĞLU, Nevzat ÇİFTÇİ ve Mahir EMSALSİZ’in hayalarının burulmuş olduğunun ve başkaca işkence izlerinin tarafımızdan tespit edilmiş olması, Ankara Merkez Kapalı Hapishanesi’nde mahkumların planlı ve öldürmeye yönelik bir saldırı, işkence ve infaz olayıyla karşı karşıya kalmış olduklarının ortaya çıktığı sonucuna varmış bulunmaktayız” denilerek katliam ortaya konulmuştur.
Katliamın boyutlarını gizlemek için, cenazeleri kaçırılmış, otopsilere avukatların girme talebi reddedilmiştir. Cenaze törenleri, yeni saldırı alanlarına çevrilmiş, anaların, evlatlarının ölüsünü mezarlara ağıt yakarak koymasına dahi izin verilmemiştir. Ulucanlar’da şehit düşen Halil Türker, Tokat Merkez’e bağlı Bolus (Aktepe) köyünde 1973 yılında doğmuştur. Küçük yaşlarda çalışmaya başlamıştır. Tokat Devlet Hastanesi’nde çalışırken sendikal örgütlenme çalışmaları yürütmüştür. ‘97 yılında gerçekleştirilen bir eylem sonrası gözaltına alınmış ve tutuklanarak Ulucanlar Hapishanesi’ne konulmuştur. Burada kaldığı iki yıl boyunca Parti temsilciliğini layıkıyla yerine getirmiştir. Başından aldığı kurşunla şehit düşerken, yüzündeki gülümseme her koşulda teslim alınamazlığın bir işareti olarak yerleşmiştir hafızalara…