Emperyalist-kapitalist sistemin içinde bulunduğu siyasi, ekonomik kriz ve kitleler gerçekliği tarihsel ve toplumsal bağlarıyla, verili koşullar içinde değerlendirildiğinde sürecin devrimci hareketler için olanaklı koşulların mayalandığı bir dönemde olduğumuz; kaybedecek tek bir anımızın dahi olmadığı, kitlelerin örgütlenme ihtiyacında tek bir hamlemizin dahi boşa gitmemesi gerektiği bir zamandayız. Her dönemin devrimin olanakları açısından olumlu ve olumsuz, güçlü ve zayıf, basit ve karmaşık birçok yönü olmaktadır. Kriz dönemleri bu bakımdan kitlelerin sitemle çelişkilerinin derinleştiği önemli memnuniyetsizlik dönemleri olmakla birlikte, alternatifin arandığı, gözlerin devrimci mücadeleye daha çok baktığı dönemlerdir. Bu bakımdan tüm dünya halkları pandemi ile birleşen kriz sürecinde nitelikli bir öfke biriktirmekte, bu öfke öyle ya da böyle bir kanala akmaktadır. Esen reformist rüzgârın doğru anlaşılması ise kitlenin devrimci içerik barındıran hareketinin yönetilmesi bakımından elzemdir. Bu akışın yönlendirilmesi güçlü örgütlülüklere bağlıdır. Örgütlü yapının gücünü belirleyen örgütlülüğün niteliğidir. Bura da karşımıza çıkan MLM ile donanmış kadrolardan oluşan profesyonel devrimciler örgütü olan komünist partilerdir. Proletarya Partisi önderliğinde bu niteliğin oluşması ve ete kemiğe bürünmesi kitleler denizinde sabırlı, yoğun bir çalışmayı zorunlu kılmakta niceliğin niteliğe dönüşme odakları buralarda bulunmaktadır. Elimizdeki gücün gelişmesi, yetkinleşmesi, kitleselleşmesi proleter devrimci bir nitelik kazanması ve kitlelerin durumunu kavrayan, buna uygun politikalarla kitleleri örgütleyen biçim alması, teori ile pratiğin muazzam uyumunu yakalayan bir niteliğe kavuşması gerektiği açıktır. Böyle bir düzeyin kısa vadede, birkaç çalışmayla ya da kimi kampanyalarla; sihirli değneğin dokunuşu gibi olmayacağı açıktır. Bununla birlikte yoğunlaştırılmış siyasi ve pratik çalışmaların geliştirme kabiliyeti ise gözden kaçırılmamalıdır. O sebeple kampanya çalışmaları bir yanda siyasi bir yoğunlaşmayı gerektirirken diğer yanda pratik yoğunlaşmayı da zorunlu kılmaktadır. Bu uyumun yakalandığı noktada oluşan devrimci enerji yukarıda ifade ettiğimiz niceliğin niteliğe dönüşme olanaklarına güçlü katkı sunacaktır.
İçinden geçtiğimiz anın, devrimci enerjisini yakalamak, ateşi hissetmek değil ateşe atılmak bu bilinçle kendimizi örgütümüzü ve kadrolarımızı donatmak, kitleleri bu coşkuyla örgütlemek görevi önümüzde duruyor. Bu kapsamda 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün öneminin anlaşılması ve bahar dönemine hazırlanılması gerekmektedir.
NEDEN ZİNCİRLERİNİ KIR, GELECEĞİ KUR KAMPANYASI?
Hareketimizin yegâne dertlerinden biri kitlelerle olan ilişkilenme boyutumuz/derecemizdir. Çünkü örgütümüz devrimin kitlelerin eseri olduğu anlayışıyla şekillenmiş bir siyasi çizgiye sahiptir. Kitleler diye bahsettiğimiz yığının yarısını kadınlar oluşturmaktadır. Kadınların sorunları ise tekil olgularda, aile yaşamı içerisinde boğulmaktadır. Kadın kimliğine özgü temel sorunlar aile parantezinden kurtulamamaktadır. Bunun yanı sıra işsizlik, yoksulluk vb. aile içerisinde karşılığını bulurken kadın için karşılığı irdelenmediği gibi hep aynı kısır döngüyle kadının yaşadıkları ve ihtiyaçları perdelenmektedir. Kadının görünmeyen emeği kadının sömürülme olgularının da görülmemesidir. Bu emeğin yaşamın tüm alanlarında görünmediği gerçekliği kadın emeğinin anlamını tarif etmektedir. Kadın emeğinin, bedeninin, kimliğinin sömürüsü olağanlaşan tüm içeriklerde aynı karşılığı bulmakta, esas olguların yanında tırnak içinde kadın özgürlük mücadelesi tartışılmaktadır. Emek sömürüsü, yoksulluk, işsizlik ve diğer tüm sorunsallarda kadın cinselliğine hapsedilen bir içerikte ele alınmakta sorunun sınıfsal niteliği derinlemesine açığa çıkarılamamaktadır.
Başkan Mao “Kadınlar göğün yarısıdır.” derken kadınların sınıfın yarısı olduğunu anlatır. Kadınların cinsel kimlikleriyle birlikte bu gerçeğe gözlerin kapatılmaması gerekir. Bu düşünce doğru kavrandığında kadınları gerçek kurtuluşa götürecek yolun sınıfı ve insanlığı kurtuluşa götürecek yolla kopmaz bağlarla bağlı olduğu da anlaşılmış olacaktır. İşte tam da burada YDK ve kadın örgütlenmemiz varlık zeminini bulmaktadır. O sebeple bu kitlenin sorunlarına yoğunlaşılması ve bu sorunlar etrafında kadın kitlelerinin örgütlenmesi ihtiyacına uygun politikalar belirlemek ve çalışma örgütlemek gerekmektedir. Kampanyanın çıkış noktasında bu somut gerçekler vardır. Bütün yazılarımızda bahsini ettiğimiz ezilenler, ezilenlerin ezilenleri, köleleştirilmeye çalışanlar, dezavantajlılar… İşte bu kesimler Demokratik Halk Devrimi mücadelesinde dayanacağımız kuvvetlerdir. Dezavantajlı kesimlerin büyük bir yanını da kadınlar oluşturuyor. Kadınların devrim mücadelesi için kapladıkları yeri anlamak özel bir kuvvet haline de dönüşen kadınları bu eksende seferber etmek, sınıfsal niteliğini kavramayı zorunlu kılmaktadır. Kadınların devrimci mücadele için kapladığı yer erkek egemen anlayışlarla küçümsenebilmektedir. Kadınlar her ne kadar yaşamın, mücadelenin ve savaşın yedek gücü olarak görülse de kadın, ezilen cinsiyet kimliğinin yanı sıra sınıfsal niteliği itibari ile devrimin yedek gücü değildir. Bu durum kadınların üretim ilişkileri içerisindeki konumuna, mülkiyet ilişkileri içerisindeki durumuna bakıldığında hemen anlaşılacaktır. Kadınların durumunu birkaç veri ile sunarsak; tüm dünya yoksullarının %70’ini kadınlar oluşturuyor.
Türkiye’de çalışabilir durumda olan 31 milyon erkeğin 21 milyonu çalışırken çalışabilir durumda olan 21 milyon kadının sadece 9 milyonu çalışmaktadır. 83 farklı ülkede yapılan araştırmaya göre kadınlar erkeklere oranla %10 ile %30 arasında daha düşük ücret almaktadır. Tüm dünyada gelir dağılımı eşitsizliğinde Türkiye 64. sıradadır. Kadınların iş gücüne katılım oranı %33,3 iken, erkeklerin işgücüne katılım oranı %71,42’dir. Yani çalışan kadınların % 43’ü kayıt dışıdır. Çalışabilir durumda olan kadınların %62.5’inin hiçbir geliri yoktur. Bu oran erkeklerde %5’tir. Çalışan kadınların %46.3’ü hizmet sektöründe çalışıyor. Toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümü tüm sahalarda varlığını korumaktadır. Dikkat edin dünyada toplam işgücünün 2/3’si kadın iken kadınların çalışma süresi saat olarak erkeklerinkinden %25 daha uzun iken, tüm dünyada üretilen toplam gıdanın %50’si kadınlar tarafından üretilirken, kadın geliri dünya gelirinin sadece %10’udur. Dünya varlığının (özel mülkiyetten bahsediyoruz) sadece %1’i kadınlara aittir. Tüm bu veriler toplumsal yaşamda ortaya çıkan adaletsizliğin, eşitsizliğin boyutunu ortaya koyarken, bu aynı zamanda kadınların devrimden yana çıkarlarının ne kadar kuvvetli olduğuna işaret etmektedir. “Mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi” eyleminde kadınların rolünün önemine dair bir tablo karşımıza çıkmaktadır.
Bu veriler bir yanda işçi sınıfın durumunu ortaya koyarken diğer yanda cinsiyet eşitsizliğinin işçi sınıfı içerisinde nasıl bir tabloyu barındırdığını anlamak açısından da çarpıcıdır. Kadınların kriz döneminde ilk işten çıkarılan olmasının yanı sıra kadın ve çocuk emeğinin ucuz işgücü olarak piyasaya daha fazla sürüldüğünü de göstermektedir. Sadece bu verilere bakılsa dahi kadın özgürlük mücadelesinin sınıfın özgürlük mücadelesine nasıl güçlü bir bağla bağlı olduğu sonucuna hemen varılacaktır. Kriz dönemlerinde kadına yönelik tüm saldırıların kapsamı genişlerken şiddet azgınca artmaktadır. Kadın düşmanı burjuva-feodal düzen, düşmanlık ilişkisini tüm toplumsal ilişkileri ile üretirken burada baş rolü erkeğe vermekte ve tüm kurumlarıyla onu koruyan kollayan, destekleyen pozisyonunu korumaktadır. Bu düşmanlık ilişkisi doğrudan kadın kimliğinedir. Ancak bu düşmanlık direnen, mücadele eden, savaşan kadın olduğunda daha yüksek düzeyde bir nitelik kazanmaktadır. Erkek egemen burjuva-feodal düzenin kadına bakış açısı “önce kadınları vurun” sloganındaki gibi hareket etmekte kadınlar her dönem olduğu bu dönemlerde ağır bedellerle, köreltilmiş bir yaşamın esiri haline getirilmek istemektedir. Bu sebeple devrimci mücadeleyle kadının ilişkisi tarihsel, sınıfsal ve cinsiyet kimliğinin binlerce yıllık kini ile kurulmaktadır. Kadınların devrime olan ihtiyacı bu toplumsal ve tarihsel gerçekler üzerine şekillenmekte, mücadele içerisinde ise kadınlar, tüm dezavantajlarına rağmen bu isyanı kuşanarak katılmakta var olmaktadır. Onun için Asmin yoldaşın dediği gibi “kadınların savaşmak için herkesten çok nedeni vardır.” “Zincirlerini Kır, Geleceği Kur!” kampanyası ise yukarıda ifade etmeye çalıştığımız sistemle tarihsel ve toplumsal çok büyük sorunu olan, aralarında köklü bir düşmanlık bulunan göğün yarısı kadınların güncel sorunları etrafında bilinçlenme ve örgütlenme ihtiyacının ürünü olarak ortaya çıkmıştır.
NEDEN KAMPANYA TARZI ÇALIŞMANIN ÖNEMİ
Kampanya tarzı çalışmalar belirli bir gündem etrafında, sınırlı bir zaman diliminde, belirli somut talepler etrafında örgütlenen yoğunlaştırılmış çalışmalardır. Bu şekilde çalışmanın birçok olumlu yanı olmakla birlikte güçlü ve etkili kılınmadığında oluşturulan beklentiyi karşılayan güçlü bir enerji yakalanmadığında kimi motivasyon sorunlarına yol açabilmektedir. Ancak kampanya tarzı çalışmanın önemli katkısı çalışma boyunca belirli bir gündem etrafında yoğunlaşmış ısrarlı çalışmanın daha net sonuçlar yaratmasıdır. Bu açıdan kampanya tarzı örgütlenme önemlidir. Kampanyalar uzun zamana yayılan, genel tüm alanlara hitap edebileceği gibi daha kısa zaman dilimlerinde, belli bir kesime ve belli bir bölge içerisinde de örgütlenebilir. Bunun yanı sıra birçok sorunu içine alan genel bir sorun etrafında olabileceği gibi tek bir sorun çerçevesinde de kampanyalar örgütlenebilmektedir. “Zincirlerini Kır, Geleceği Kur” kampanyası, kriz ve onun birinci sonuçlarından olan işsizliğe karşı kadın cephesinin örgütlenmesidir. Kampanyanın önemli bir diğer yanı kadınlara yönelen sadece şiddet gündemleriyle değil aynı zamanda kadının emeğine yönelen sömürüyü temeline almasıdır. Bununla birlikte işlediği temel başlıklar krizle derinleşen yoksulluk, örgütsüzlük, kadın cinayetleri gündemlerini kapsaması, sürecin kadınlara getirdiği çoklu saldırının birbiri ile ilişkisi içerisinde bağlarının kurularak kadınların sorunlarını çok yönlü ortaya koymak ve örgütlenme çağrısını bu perspektifle ortaya çıkarmaktır. Aynı zamanda baharı kadınlar cephesinde karşılamadır. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde sonlandırılacak kampanya; pandemi, kriz ve 2016’dan bu yana fiili olarak yerleştirilen OHAL süreciyle birlikte uzunca bir zamdır sokakların sessizliğe boğulmaya çalışıldığı, demokratik tüm taleplerin azgın saldırılarla engellenmeye çalışıldığı bir dönemden işçilerin, emekçilerin, köylülerin, kadınların, gençlerin, Kürtlerin “bu sessizlikte boğulmayacağız” isyanlarını örgütleyeceği bir döneme geçişler içeren bir politik sürecin de ürünüdür. Kampanya şeklinde sürecin karşılanması bu açıdan da önemlidir. Önümüzdeki süreçte hakim sınıfların çok daha kapsamlı saldırılara hazırlandığı göz önünde bulundurularak kitleleri buna karşı örgütlenmeye sevk edecek bir anlayışının yansıması olarak kadınların harekete geçirilmesi olanaklarını arama çalışması olarak da kampanya tarzı örgütlenme önemlidir.
KAMPANYANIN GENEL ÇALIŞMALARIMIZ İÇİNDEKİ YERİ
Yeni Demokrat Kadın’ın kampanyasının; 8 Mart hazırlıklarımızı ve baharı karşılayışımızı bu vesilesiyle sınıf mücadelesinin önemli tarihsel günlerini içine alan bir dönemde politikalarımızı nasıl yaşam bulduracağız? Kitlelere nasıl ulaşacağız ve bu kitleleri sorunları etrafında nasıl örgütleyeceğiz? sorularına verdiği yanıtın bir sonucu olarak açığa çıktığını ifade etmiştik. Bu sorular bütün konularda işçi, kadın, gençlik, kırlık bölgeler, işçi ve emekçi semtler, çevre ya da DKÖ tüm alanlarımızda üzerine yoğunlaştığımız başlıklar olmalıdır. Muhakkak gündemin hızlıca aktığı sistematik olarak halkın gerçek gündemlerinin hakim sınıfların bir çok algı politikalarıyla karartıldığı süreçlerde bu gündemlere odaklanma ve faaliyeti bu ısrarla sürdürmede kimi açmazlar karşımıza çıkmaktadır. YDK’nın kampanya çalışmaları başlamadan önce yürüttüğü kimi tartışmalarda bundan nasibini almıştır. Kadınların böyle dönemlerde çelişkilerinin derinliği, çeşitliliği ve kadın kitlelerinin ve devrimci kadın hareketlerinin durumu, bunun daha da esasında devrimci hareketlerin durumu ve tüm bu çelişkiler, örgütlenme sorunsalında çok çeşitli aşmazlar yaratmaktadır. Nasıl bir süreçten geçtiğimizle başlayıp, önümüzdeki sürece nasıl hazırlanmalıyız, neler yapmalıyız, ilk hangi öncüllerden yola çıkmalı, gelecek için anın görevlerini nasıl kuşanmalıyız anlayışıyla yürüttüğümüz tartışmalar, zorunlu bir incelemeyi koşullamaktadır. Burada kendimizi incelemeyle başlamak, somut koşulları kavradığımız bir ivme yakalamak, gücümüzü ve gücümüzün gelişimini sağlamak, bunun için etkin bir devrimci enerji yaratmak, şehitlerimizden aldığımız güçle devrimci coşkumuzu harmanlamak, devrimin tüm ihtiyaçlarına yanıt olacak şekilde donanmak, çok yönlü düşünüp, yaratıcı şekilde uygulamak gerekiyor. Bütün bunlar çok karmaşık gibi gözüken yer yer nasıl yapacağımız konusunda bizi şaşırtan ancak bir sıraya koyarak ilerlediğimizde, planlı bir çalışmayla kolektif bir bilinçle hareket ettiğimizde bu kolektif bilincimize devrimci disiplinimiz hükmettiğinde hiçte zorlanmayacağımız olgular olduğunu göreceğiz. “Zincirlerini Kır, Geleceği Kur!” kampanyası bütün bu olgularla ele alındığında genel çalışmalarımız içerisinde özgünlüğü de barındırmaktadır. Bu özgünlük esas olarak kadın kitleleri içinde çalışmayı esas alması bakımından oluşmaktadır. Diğer yandan kadın çalışmamızın ete kemiğe bürünmesinde, genel faaliyetimizden aldığı güçle gelişmesinde kısa dönemli bir yoğunlaştırılmış bir çalışmadır. Tüm çalışmalarımız içerisinde kapladığı anlam böyle bir içeriği barındırmaktadır.
KAMPANYANIN DAYANACAĞI GÜÇLER
Kampanyanın esas dayanacağı güç kadınlar, yani YDK’lılardır. Ancak bu diğer yoldaşların bu cephede bir sorumluluğu olmadığı anlamına gelmemektedir. Tam aksine çok daha güçlü şekilde bütün alanlarımızda çalışmanın parçası olmak hem düşünsel hem pratik katkı sunmak, olmazsa olmazımızdır. Hareketimizin bu konuda deneyimleri göstermektedir ki yarattığımız güçlü devrimci enerjiyle ve tüm güçlerimizle seferber olduğumuzda, etki gücümüz sandığımızın ötesine geçmektedir. Bu çalışma da esas alacağımız anlayış bu olacaktır. Her yoldaşın katkısı, emeği, çabası bu çalışmanın bir bütün faaliyetimizin gelişimine faydalı olacaktır.
Anlayışımız yakın süreç içerisinde bir ayrılık yaşamış, kadın alanımız da bu süreçten etkilenmiştir. Bunun yanı sıra kadın kurtuluş mücadelesine ilişkin hareketimiz hiçbir bilimsel gerçekliği olmayan bir karalama ile karşı karşıya kalmış, can bedeli yarattığımız değerler aşındırılmak istenmiştir. Bu durumun hem kadın hem erkek kadrolarımız içinde çok yönlü yansımaları olmuş; bu yansıma, bu alanda çok daha güçlü şekilde yoğunlaşma ihtiyacını doğurmuştur. Başta kadrolarımız olmak üzere kitlemiz kadın cephesinde hem ideolojik hem de pratik olarak gelişmeye olan ihtiyacını hissetmiş bu anlayışla da gücünü ve enerjisini alanın gelişmesi için harcamaya gayret göstermiştir. Bu gayretin siyasi bir bilince dönüşmesi ise önümüzde görevler olarak durmaktadır. Bu anlayışla önümüzdeki sürecin, kampanyanın ve 8 Mart hazırlıklarının güçlü şekilde örgütlenmesinde tüm güçlerimizin katkısı ile etkili bir çalışmanın örgütlenmesinin önünde hiçbir engel yoktur.
Bu bilinçle tüm alanlarımızda kampanyanın bir parçası haline gelelim; “Zincirlerini Kır, Geleceği Kur” kampanyasını diğer çalışmalarımızın içine yedirerek ve diğer çalışmalarımızı kampanyanın parçası haline getirerek kadın kitlelerine ulaşalım, örgütlenelim/örgütleyelim.