30 Temmuz’dan bu yana, tiyatrocuların pandemi dönemiyle ayyuka çıkan sorun ve sıkıntılarına dikkat çekmek için “Susma” eylemi yapan tiyatrocu Cenk Dost Verdi’yle bir söyleşi gerçekleştirdik. Tiyatronun taşıdığı muhalif yana dikkat çeken Verdi, bu alanın sahiplenilmesi gerektiği vurgusu yaptı.
YENİ DEMOKRASİ– Özel tiyatrolar ve bağımsız tiyatrocular birçok zorluğa rağmen faaliyetlerini devam ettirmeye çalışıyorlar. Pandemi sürecinde açığa çıkan ekonomik zorluklar da var. Bu noktada devletin tiyatroya ve tiyatroculara karşı tutumu ne? Özel tiyatroları ekonomik olarak destekliyor mu?
CENK DOST VERDİ- Aslında bir şekilde ayakta kalıyordu özel tiyatrolar fakat bu şeklin bile aslında çok sürdürülebilir olmadığını gördük. Yani özellikle pandemi sürecinde yüzleşilen, hemen acilen kapatma, 5 ay işsiz kalma, hiçbir iş yapamama durumu aslında pandemiden önceki koşullarla bu işin sürdürülemeyeceğini ortaya koydu. Çünkü zaten satılan biletin yüzde 38’ini devlete vergi olarak vermek zorunda bir özel tiyatro salonu. Bu salonu işletirken maaş ödüyor, ödediği maaşlarla ilgili vergi ödüyor, buraların temizliği bakımı vs. biletin neredeyse yüzde 90’ınına varan kısmı zaten masrafa gidiyor. Bu işi yapanlar, sadece bu işi yapmaya ayırıyorlar kendilerini, bütün yaşamlarını. Dolayısıyla pandemiyle ortaya çıkan hem işin geçmişte de yürütülemez olduğuna hem krizle ortaya çıkmış olan kısmına asla devlet yüzünü dönmüyor. Sorunlarımıza muhatap bulamıyoruz.
Biz bu durumu politik olarak değerlendirdiğimizde çok başat bir yerden yola çıkmış oluyor; devlet tiyatro düşmanıdır demiyorum, devlet vatandaşına düşman. Ben bu topraklarda yetişmiş, vergisini vermiş, okulunu okumuş bir kişi olarak en temel hakkımı istiyorum. Biz vergi verdik bu devlete ama asla karşılığı yok. Bir de diyorlar ki tiyatrocular çok ağlıyor; siz daha ağlamak görmemişsiniz, biz hakkımızı aramaya başladığımızda; bu hak arama mücadelesinin meşru olduğuna inandığımızda, bizim olanı isteyeceğiz. O zaman göreceksiniz.
YD- Yaşadığınız bu ekonomik ve politik sorunlar aslında farklı sanat alanlarında da var. Örneğin müzik ve sinemada. Belki de bu perde arkasında neler oluyor, insanlara onu göstermemiz gerekiyor; güvencesiz ve esnek çalışma çok yaygın.
CENK DOST VERDİ- Bununla ilgili Oyuncular Sendikası ve Tiyatro Kooperatifi’nin çalışmaları var. Bu mesleğin tanımı var; ne kadar çalışılmalı, ne iş yapılmalı bunların tanımları yapılıyor. Bu meslek 7/24 yapılan bir meslek değil fakat 2-3 aylık provada 6 ay boyunca çalışmış kadar emek sarf ediyoruz. Yani prömiyer günü, sabah girip dekor kuruyoruz, akşam ışık yapıyoruz; ertesi gün sabah tekrar gelip prova alıyoruz; oyun oynuyoruz; akşamına o dekoru söküp yeni oyuna hazırlanıyoruz. Burada bir fabrika var ama vardiya yok. Her şeyi tek kişi yapıyor, herkes her işi yapıyor. Oyuncusu da teknik ekiple aynı işi yapabiliyor. Gişecisi de tasarımcısı da müzisyeni de sabahlıyor. Bu işin nasıl yapılacağı biliniyor, kooperatifin yeteri kadar çalışması var, bu iş dünyanın her yerinde yapılıyor. Devlet desteklediğinde nasıl yapılacağının modelleri var. Bakanlığın bu sorunları çözme niyeti olduktan sonra bu sorunların çözümünün sorun olacağını sanmıyorum. Tiyatroculuk kadim bir meslektir, bugün hala Kültür Bakanlığı bunu anlayamıyor. Bizi aşağı görüyor, ben seni senin yaptığın kadar aşağı bir yerde görmem sana öfke duyarım çünkü sen tiyatro ve tiyatrocularla ilgili bilgiye vakıf olmaya mükellefsin.
YD- Bu derece yok sayılan ve destekten muaf tutulan, meslek statüsü tanınmayan bu alanda, insanların tiyatroyla yaşaması, tiyatroculuk yapabilmesi için ne yapmak gerekiyor?
CENK DOST VERDİ- Bir kere mesleğin erbaplarının buna sahip çıkması gerekiyor. Yani tiyatroyu tali yol olarak görmeyip ana yol olarak görmeleri gerekiyor, hayatlarında. Buna kimseyi zorlayamayız ama tiyatrodan böyle bir beklentisi olan insanlar da varsa buna sahip çıkmak zorunca. Konservatuvara 4 yılını vermiş ve daha sonra bütün parasıyla bununla ilgili gerek bedensel çalışmalarını gerek okumalarını yapmış birinin bu işi meslek olarak görmesi açısından gerekiyor. Özellikle konservatuvar öğrencileri, bu iş benim işimdir, mesleğimdir, diyen herkesin buna sevgisi kadar sahip çıkması gerekiyor, birincisi bu. İkincisi, bir bu işin nasıl döneceğine dair bir kültür-sanat politikası olması gerekiyor. Bu topraklarda bu meslek devam edecek mi yoksa gidecek mi? Tiyatroyu yok edemezler, zaten devam edecek bu alan orası kesin.
Bizim özellikle kültür-sanat politikası var etmemiz lazım. Devletin bu politikaları var mı var ama bugün devletin işleyişi hükümetin oyuncağı haline geldi. İşte yandaşları doldurmalar, kadrolar, çekişmeler falan ama şimdi devletin kurumları dediğimiz şeyin içinde Devlet Tiyatroları da var. Biz bunu bir silkeleyelim ne var içinde. Geçmişe baktığımızda bu kurumlar bazen kendi saygınlığını var etmiş, kendi sanatçılarını yetiştirebilmiş. Bir taraftan da bu kurumların sorumluluğu, devletin baskısını kırmak; ‘bu kurumlar üzerinde baskı kuramazsınız’ demesi gerekir. Kurdular, kuruyorlar bu defa da sanatçıya görev düşüyor, bir saniye deme hakkın her zaman sende var. Zaten mesleğin sana bu sorgu suali öğreten şey; tiyatronun kendi doğasında olan şey bu. Tiyatro kabul etmiyor; bir nesnel gerçeği ortaya koyuyor ve herkesin eşit derecede yargılayabilmesini, soru sorabilmesini sağlıyor. Bizim inanmadığımız şeyi yapmamamız gerekiyor.