Avrupa’nın birçok ülkesinde, on binlerce çiftçinin katıldığı eylemler devam ediyor. Esasta AB’nin tarım politikaları kapsamında sıkı çevre düzenlemeleri, devlet sübvansiyonlarının düşürülmesi ya da kesilmesi ve tarımsal malzeme endüstrisinin tavrına karşı gelişen eylemler, tek tek ülkelerde hükümetlerin adımları nedeniyle farklılık gösterse de genel anlamda benzerlik göstermektedir. Buradan hareketle tek tek ülkelerde gelişen “tesadüfi” bir sorundan ziyade kriz, işgal, savaş üçgeninde vücut bulan emperyalist politikaların maliyetinin karşılanması için duyulan mali ihtiyaçların bir sonucudur. Elbette bu ihtiyacın karşılanmasının yolu her yerde olduğu gibi emperyalist ülkelerde de yarı sömürge halklardan sonra bu ülke işçilerine, emekçilerine ve buralardaki küçük-orta ölçekli üreticilere yönelik hak gasplarından ve yeni yaptırımlardan geçiyor…
Bir süredir hem AB’nin “kalbi” diyebileceğimiz ülkelerde hem de Batılı emperyalistlerin sömürü alanlarından biri olan Doğu Avrupa’da gelişen bu eylem dalgası doğrudan küçük ve orta ölçekli üreticileri hedeflemektedir. Bu sorunun diğer tarafında egemen güçler var. Bu güçler arasındaki “yönetme” mücadelesi için de bu sorun bir gündemdir ve çokça tartışılmaktadır. Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde yaşanan olayların bu seçimleri etkilemesi kaçınılmazdır. Egemenler, yaşadıkları krizi aşmak ya da bu kriz ortamında bir nebze rahatlamak için ekonomik olarak kendi dar çıkarlarıyla hareket etmek durumundadır. Sübvansiyonların kesilmesi bunun akla gelen ilk adımı olsa da, daha önce “çevre ve sürdürülebilirlik” bahanesiyle atılan adımlar ve işgal koşullarından faydalanılarak Ukrayna’dan yapılan ucuza tahıl alımı emperyalist politikaların “şiddetini” açıkça göstermiştir. Söz konusu isyan ve eylemler farklı çelişkileri de açığa çıkarmış, özellikle Almanya başta olmak üzere egemenlerin kendi aralarındaki çatışmaları daha görünür hale getirmiştir. Almanya’daki sözde demokrat ve yeşil hükümete karşı çiftçi eylemlerini bahane eden ırkçı parti ve örgütlerin hükümete karşı eylemleri desteklemesi, ona eklemlenmeye çalışmasını da beraberinde getirmiştir. Keza burjuva basında çıkan haberlere göre Neo-Nazi grupların da eylemlerde görünür olup eylemleri “hükümeti devirecek kitle olaylarına dönüştürme” çabasında olduğu konuşulmaktadır. Şu an için bir başarı sağlamış olmasalar da toptan bir başarısızlığa mahkûm oldukları da söylenemez. Özellikle Almanya ve Fransa’da bundan önce de gelişen eylemlerde “bayrak-vatan” vurgusu ve bu sembollerin yer yer öne çıkarılması ırkçı parti ve örgütlerin buralarda kendini var etme potansiyelini barındırmaktadır. Macaristan’ın faşist başbakanı Viktor Orban’ın Brüksel’de eylemci çiftçileri ziyaret edip destek sunması da bunun sonucudur.
Buradan hareketle meselenin iki yanına vurgu yapılabilir. Burjuvazinin zaten karakteristik özelliği olan küçük ve orta ölçekli üreticileri tekellerin cenderesine almaya çalışması var olan kriz koşullarında elzem hale gelmiştir. Kriz işgal ve savaşları beraberinde getirmiş ve bu koşullarda sistemi rahatlatacak adımların atılması daha hızlı şekilde sonuç alma isteğiyle kendini koşullamış durumdadır. Bu koşullamadan kaynaklanan işçi ve emekçilere yönelik hak gaspları egemenlerin arzuladığı “bir nefes”i sınırlamış, egemenler bu kez gözünü küçük-orta ölçekli üreticilere dikmiştir. Bu sürecin diğer bir özelliği ise Avrupa’da, sınıfsal yapısı orta ve küçük burjuvazi olan tarım alanındaki bu eylemlere her ne kadar işçi ve sendikalar katılsa da eylemlerin önderliğini bu sınıfsal yapıdaki üreticiler yapmaktalar. Bu noktada egemenlerle çelişkisi olan bu kesimlerin, iki uzlaşmaz sınıf arasında yalpalayan halleri de bu eylemlerde çeşitli saiklerle kendini göstermektedir. Hükümete “muhalif” ırkçı partilerin gözünü bu eylemlere dikmesi ve medet umması da buradan gelmektedir. Ancak şu an için çelişkinin esas yanının çiftçilerin talepleri oluşturmaktadır. Çiftçilerin, taleplerinin arkasında kararlı bir şekilde durdukları görülmektedir. Örneğin Fransa’nın yeni başbakanı Gabriel Attal’ın Fransız çiftçiler için vadettiği “komşu ülkelerden ithal ürünlere karşı korunma” ve yine çiftçiler için “150 milyon Avroluk destek paketi” sözü çiftçilerin kararlı duruşunun bir ürünüdür. Hatta bu vaatler ve tavizler çiftçileri memnun etmemiş, eylemlerin yoğunluğunda artış yaşanmıştır. Bu bir açıdan egemenlerin bir çiftçileri deneme hamlesi olarak da görülebilir. Sonuçta küçük ve orta ölçekli üreticiler sistemin kendisinden bağımsız değildir. Bu işletmeler tekellere peşkeş çekilemese de esasta sistemin devamlılığını sağlayan kayışlardan biridir. Bu kayışı sistem için çok daha sağlam hale getirme elbette emperyalistler için istenen, tercih edilendir. Ancak bunu yaparken kendi kayıplarını da hesaplamak durumundalar. Örneğin işgal koşullarında Ukrayna tahılının çok daha ucuza gelmesi ya da uzun vadede teknolojik gelişimle üretimin farklı boyuta çıkarma hamleleri, tarımda üretimi zorlaştırıp bu işletmelerin tekellere peşkeş çekilmesi hedefi bugün emperyalistlerin çiftçilere karşı bu saldırısını doğurmaktadır.
Ancak bahsi geçen çevre düzenlemelerinin mahsullerin kârlılığını baltalaması, gıda fiyatlarını artırması, bunun yanında çeşitli bölgelerde yaşanan kuraklığa bağlı olarak birçok ürünün rekolteden düşmesi bu küçük ve orta ölçekli üreticilerin esas çelişkisi olmaktadır. Sermayesini gerçekleştirme ve üretiminin karşılığını almada ciddi sorunlar yaşayan çiftçilerin kazanım sağlamadan geri adım atacağı beklentisi düşük bir ihtimaldir. Emperyalistler ise çeşitli gelişmelerle tekeller üzerinden tarım üretimini (örneğin “topraksız tarım” tartışmalarında üretim için gerekli beslenme, bu üretimin pazarlanması, çevresel etkileri vb. konularda yaşanan belirsizlikler) küçük-orta ölçekli üreticilere “mecbur” olmadığı bir düzleme sokabilmiş değildir. Bugün çiftçilerin sokağa dökülmesine neden olan emperyalist hedefler, bu düzlemin yaratılması için atılan adımlar olarak da yorumlanabilir.
Bu gelişmeler, bir kez daha emperyalistlerin dünya halklarına yönelik sömürü politikalarının neden olduğu çözümsüzlüklerin boyutunu gözler önüne sermiştir. Emperyalizmin krizi yoğunlaşarak büyüyor. Aşırı yüksek vergiler, giderek sıkılaştırılan düzenlemeler Avrupalı emekçilerin, üreticilerin gelecek kaygısını artırmaktadır. Bu kriz, yeni yarattığı politikalarla emperyalizmin göbeğinde isyanlara da yol açıyor. İşçi-emekçilere yönelik hak gaspları, çiftçileri tekellerin cenderesine alma politikaları, göçmenlerin ucuz iş gücü olarak kullanılması vb. saldırılar, emperyalizme karşı birleşerek mücadele etme görevini doğuruyor. Doğan bu görevlerin taşıyıcısı olmak için emperyalizmi, ekonomik krizleri, söz konusu eylemlerin kaynağını kavramak bir zorunluluktur.