18 Mart 1871’de kurulup 28 Mayıs 1871’de yıkılan ve işçi sınıfının ilk iktidarı olan, Marks tarafından proletarya diktatörlüğünün ilk örneği olarak gösterilen 72 günlük Paris Komünü deneyimini 150. yıldönümünde, 14 Mart 1883’te Londra’da yaşamını yitiren Marksizm biliminin kurucusu Karl Marks’ın kaleminden aktarıyoruz…
“Komün, Fransız toplumunun bütün sağlıklı ögelerinin temsili, dolayısıyla da gerçek ulusal hükümet olduğu kadar, aynı zamanda da, emeğin özgürlüğüne kavuşmasının cüretli savaşçısıdır ve sözün tam anlamıyla enternasyonaldir. İki Fransız ilini Almanya’ya ilhak etmiş olan Prusya ordusunun gözünün önünde Komün de bütün dünyanın emekçilerini Fransa’ya ilhak ediyordu.
(…)
Komün, bir Alman işçisini Çalışma Bakanı yaptı. Thiers, burjuvazi ve İkinci İmparatorluk Polonya’yı gürültülü sevgi gösterileriyle aldatıp durmuşlardı. Gerçekteyse Rusya’nın kirli bir işini görerek Polonya’yı Rusya’ya teslim ediyorlardı. Komün, Polonya’nın kahraman evlatlarına şeref verdi. Yeni bir devrini açmak bilincinde olduğu tarihe en üstün bir biçimde damgasını vurmak için de, Komün bir yanda galip Prusyalıların, öte yanda ise Bonaparte’çı generallerin komutasındaki Bonaparte ordusunun gözleri önünde, savaşçı başarının o dev simgesini, Vendôme sütununu yere çaldı.
Komünün aldığı en büyük toplumsal karar, kendi öz varlığı ve eylemi olmuştur. Belli konulardaki öteki kararları, yalnız halk için halkın yönetimini gösterir. Fırın işçilerinin gece çalışmasının yasaklanması, patronların işçilerden çeşitli bahanelerle ceza kesmelerinin yasaklanması bunların başlıcalarındandır.
(…)
Bir başka tedbir de sahipleri ortadan kaybolan ya da işi tatil etmeyi doğru bulan bütün sermayedarların atölye ve imalathanelerinin zararının giderilmesi kaydıyla ve geçici olarak, işçi derneklerine devri olmuştur.
Komün tarafından başta Paris Başpiskoposu olmak üzere 64 rehinenin kurşuna dizilmesi! Burjuvazi ve ordusu 1848 Haziran’ında, savaş yöntemlerinde uzun süreden beri görülmeyen bir âdeti, silahları elinden alınmış tutsakların kurşuna dizilmesini yeniden ortaya çıkarmıştı. İnsanlık ölçülerine sığmayan bu âdete, o zamandan beri, Avrupa’da ve Hindistan’daki halk ayaklanmalarının bastırılmasında aşağı yukarı her zaman uyulmuştur ki bu da “uygarlığın gelişmesinin bir delili”dir! Öte yandan Prusyalılar da Fransa’da, rehine yöntemini, başkalarının hareketlerini başıyla ödeyecek olan suçsuzları tutsak etmek âdetini yeniden getirmişlerdi. Daha önce gördüğümüz gibi, Thiers daha çatışmanın başlangıcından beri tutsak komüncüleri öldürerek pek insancıl bir yola başvurunca, Komün de onların hayatlarını kurtarmak için, Prusyalılar gibi yaparak rehine almak zorunda kaldı. Rehineler, Versailles’lıların kendi savaş tutsaklarını ne zamandır öldürmekte olmaları dolayısıyla ölümü aslında bin kere hak etmişlerdi. Paris’e girişlerini büyük bir insan kıyımıyla kutlayan MacMahon’un adamlarının o hareketlerinden sonra Komün’ün elindeki rehinelerin hayatları nasıl kurtarılabilirdi? Burjuva hükümetlerinin ölçü, sınır tanımayan vahşetine karşı son teminat da rehin alınması yalnız sözde kalan aldatıcı bir garanti mi olacaktı?
(…)
Egemen sınıfın, devrimi yabancı işgalcinin himayesi altında sürdürülen bir iç savaşla boğmak için yaptığı ve 4 Eylül’den başlayarak MacMahon’un adamlarının Saint-Cloud kapısından Paris’e girişine kadar izlediğimiz gizli birleşme en yüksek noktasına Paris kıyımıyla vardı. Bismarck büyük bir hoşnutluk içinde Paris’in harabelerini seyrediyor ve belki de bunda 1849 Prusyası’nın gerici meclisinde henüz basit bir taşralıyken yürekten dilediği bir şeyi, bütün büyük şehirlerin yıkılmasının birinci aşamasını görüyor. Paris proletaryasının cesetlerini büyük bir memnunlukla seyrediyor. Onun gözünde, bu yalnız devrimin yok edilmesi değil, aynı zamanda da Fransa’nın bizzat Fransız hükümeti tarafından başı gövdesinden ayrılarak başsız bırakılmasıdır. Başarı kazanmış bütün devlet adamlarına özgü o kavrayış kıtlığı içinde Bismarck bu son derece büyük ve önemli tarih olayının yalnız yüzeyini görüyor. Kazandığı zaferi, yendiği hükümetin yalnız jandarması olarak değil, aynı zamanda kiralık katili olarak da süsleyen bir galip şimdiye kadar ne zaman görülmüştür? Prusya ile Paris Komünü arasında savaş yoktu. Tersine, Komün barış için hazırlık görüşmeleri yapılmasını kabul etmiş, Prusya da tarafsızlığını ilan etmişti. Demek oluyor ki Prusya bir hasım değildi. Bir kiralık katil gibi davrandı; hem de çok alçak bir kiralık katil gibi… Çünkü hiçbir rizikoya girmemişti; dökeceği kanın bedelini, alacağı 500 milyonu, önceden garantilemişti. İşte böylece, Ulu Tanrı tarafından, sefih ve Tanrıtanımaz Fransa’ya dindar ve iyi ahlak sahibi Almanya eliyle günahlarının kefaretini ödetmek üzere buyrulan bu savaşın gerçek özelliği ortaya çıkmış oluyordu! Ve geçmişin hukukçularının anladıkları anlamda bile halkların hukukuna bu benzeri görülmemiş saldırı. Avrupa’nın ‘uygar’ hükümetlerini, Petersburg kabinesinin basit bir aleti olan Prusya hükümetini öteki hükümetlerin önüne ibret alınacak bir örnek gibi sermeye sevk edecek yerde yalnız, Paris’in çevresindeki çifte kordondan kurtulabilen birkaç kurbanın da Versailles celladına teslim edilmesi gerekip gerekmediğini kendi kendilerine düşünmelerine yol açıyor!”
(Fransa’da İç Savaş)