Giyinmek deyince aklımıza gelen ilk şey insanın dış etkenlerden; soğuktan, sıcaktan, yırtıcı ve delici şeylerden korunmasıdır çoğunlukla. İnsanın korunmak için geliştirdiği ilk giysiler günümüze kadar korunamadıkları için insanların ne zaman çıplak dolaşmaya son verip giyindiklerini tam olarak bilemiyoruz. Bununla birlikte bilimsel araştırmalara göre giyinme ihtiyacı 170 bin yıl öncesine dayanmaktadır. Dış etkenlerden korunmak için ihtiyaç duyulan giysi insanların yaşadığı koşulların etkisinden bağımsız olmayan kimliğin, kültürün, inancın zaman içindeki gelişmesinin yansımalarını göstermiştir. Giyilen kıyafetler dönemlerin özellikleri hakkında birçok mesaj verir. Toplumlar hakkında önemli ve önemli oranda doğrudan bilgiler edinmemiz bu giysiler yoluyla da mümkün olmaktadır. Kişinin yaşam tarzı, yaşı, medeni durumu, sosyal kökeni, ekonomik durumu, moda anlayışı, sosyal statüsü, dini ve felsefi düşüncesi veya siyasi tercihi hakkında bilgilenmek için giysileri önemli bir kaynaktır.
İlk olarak zorunlu bir ihtiyacın ürünü olan giysi zaman içinde estetik ve sanatsal olarak da ciddi bir gelişim göstermiştir. Başlarda insan bedenini korumak amacıyla kullanılan giysi zamanla kişinin bedenine göre, isteğine uygun olan renkte, modaya göre ve kişinin kendisine yakıştırdığı biçimde şekillenir oldu. Bir dönem klanların, cemaatlerin, aşiretlerin, özetle farklı toplumsal kesimlerin ayırt edilmesini sağlayan giysiler zamanla bireyin tercihlerinin somutlaşmasına olanak verecek şekilde çeşitlendi.
İnsan yaşamında önemli bir yer tutan giyinme özgürlüğü, insan haklarını koruyan uluslararası ve bölgesel sözleşmelerde yer almamaktadır. Bu konuya dair bir düzenleme bulunmamaktadır. Birleşmiş Milletler kapsamında yer alan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve daha birçok uluslararası sözleşmede giyinme özgürlüğü koruma altına alınmamıştır. Amerikan Yüksek Mahkemesinde ise kıyafet özgürlüğüne değinilmesine rağmen anayasada açıkça düzenlenmesine gerek görülmediği tespiti yapılmıştır. Türkiye’de ise 1982 Anayasasında kıyafete ilişkin herhangi bir hüküm bulunmamaktadır.
KADININ GİYİNME ÖZGÜRLÜĞÜ
İnsanın toplumsal yaşamdaki konumu, üretim ilişkileri içindeki konumu ile belirlenir. Kadının konumunu belirleyen de budur. Dolayısıyla hakların sınırlarını da belirleyen üretimdeki konumdur. Bu kapsamda kadınların giyinme özgürlüğü hakkını incelerken ve bu hakkın kullanımı sırasında karşılaştıkları sorunları tanımlarken bunu ihmal edemeyiz. Kadınların ne giyeceğine özgürce karar vermeleri toplumsal yapının niteliğini ele veren bir özelliktir. Geleneksel kadın tipine uymayan tarzların baskıya uğraması, kadının giyiminde de yaşanmakta, kadın cinsel kimliğine göre belirlenen belli değer yargılarına uymak zorunda bırakılmaktadır.
Kadını ikinci cins olarak gören ve tarihsel gelişmelere koşut olarak ama esas olarak da mücadele ile edindiği hakları engellemek için direnen erkek egemen zihniyet, giyinme hakkında da aynı rolü oynamaktadır. Egemen ideolojilerle belirlenen toplumsal rollere uygun olarak biçimlenen giyim tarzı erkek egemen toplumda kadının seçim alanını olabildiğince daraltmaktadır. Oysa başta da belirttiğimiz gibi giyim başlangıçta, belli nesnel şartlara, coğrafi ve kültürel gerekliklere göre şekillenmiştir.
Yüzyıllardır kadın, kocasının ya da babasının, aile büyüklerinin, aile içinde özellikle erkeklerin izin verdiği ölçüde “namusuna” laf ettirmeyecek biçimde giyinmeye maruzdur. Kadının ne giyeceğine, nasıl giyineceğine, kıyafetinin hangi renkte olacağına karar veren özellikle erkek birileri hep olmuştur. Çeşitli toplumlarda kadının nasıl giyinmesi gerektiğine dair sözler vardır. Bu sözlerin çoğunluğunda özde “cinsel cazibe” sadece kadına mal edilip vücudunun neredeyse tamamı kapatılarak erkeğin tahrik olması önlenir, böylece kadın da namusunu korumuş olur. Toplumsal baskılar nedeni ile hemen her kadın, ne giyeceğine kendi özgür iradesi ile karar veremez. Kadın genellikle sokakta başına gelebileceklerden ailesinin vereceği tepkiye kadar ölçer biçer ve ona göre giyinir.
Değişiklik göstermekle beraber giyinmek kadın için dünyanın her yerinde özgürce gelişmemektedir. 2017’de yapılan Birleşik Devletler Kongresi’nde, kongreye ait yönetmelikte kongrede çalışan kadınların ve kadın gazetecilerin kolsuz giyinmeleri yasaklanmıştı. Bir kadın gazeteci kollarının çok açık olduğu gerekçesiyle “uygunsuz” bulunup kongreye alınmamıştı. Aynı yıl içinde ABD Başkanı Trump Beyaz Saray’daki bir kadın personele “kadın gibi giyinmesi” ikazında bulunmuştu. Çin’de bir üniversitenin öğretim yılı açılışında kaleme alınan bir kılavuzda kadın öğrencilerin cinsel arzu uyandırmamak için dekolte giyinmemeleri talimatı verilirken “baştan çıkarıcı” kıyafetler giyinirlerse başlarına gelecek taciz ve saldırıların sorumluluğunun kadınlara ait olacağı belirtilmiştir. Yine Hindistan’ın kuzeyinde bulunan Uttarakhand Eyalet Başkanı yırtık pantolon giyen kadınlara “ahlaksız” demiş ve kadınların sert tepkisini almıştır. Bu örnekler sosyal, kültürel ve ekonomik olarak farklılık taşıyan ülkelerde yaşanmış olsa da erkek egemen devlet yapısının kadın bedenini bir meta olarak görmekte olduğunu ve kadın bedenini kontrol altına almak için de kısıtlama yöntemine başvurduğunu göstermektedir.
Kadının nerede, nasıl giyineceğine onun karar veremeyeceğini ileri süren de açık giyinen kadının başına gelecek olan taciz ve cinsel saldırıdan kadını sorumlu tutan da “benimsemediği biçimde” giyinen kadınlara söylenen de aynı zihniyetten beslenmektedir. Bu zihniyet erkek egemen zihniyettir ve buna göre kadın cinsel bir objedir: dolayısıyla erkeğin tahrik olmaması için kadın bedenlerini kapatılmalıdır. Sadece o istediğinde açılmalıdır!
TOPLUMSAL YAPI TARAFINDAN GİYİNDİRİLEN KADIN
Yarı feodal yapıya sahip olan ülkemizde kadının toplumsal cinsiyet rolü daha da çetrefilli bir durum almaktadır. Kadın feodal yapının cinsiyetçi taşları altında, gelişmiş kapitalist ülkelerdekine göre daha katmerli bir şekilde ezilmektedir.
Egemen sınıfların devlet aracılığıyla egemenliğini sürdürmek üzere ürettiği tüm argümanların en başında ezilen cinsiyetin tahakküm altına alınmasını hedeflemektedir. Bunu yaparken en gerici politikaları ile kadını hedef göstermektedir. Kadının giyinme özgürlüğü hakkını elinden alırken de aynı politikalara başvurmaktadır. İktidarlar tarafından kadın bir tuval gibi görülmektedir. Kadına giydirilmek istenenler onlardan bağımsız hazırlanıp, bir kalıp olarak ona dayatılmaktadır. Bizim gibi ülkelerde kadın kıyafetlerinin tacize, tecavüze daha çok konu olduğunu ve tacizci erkeklerin de savunmalarında kendilerini buradan aklamaya çalıştığını biliyoruz. Feodal kalıntıların kadının üzerinde kurduğu hegemonya, kadının yaşamını her bakımdan sınırlandırır ve onun kendisini ikinci cins olarak konumlandırmasına neden olur. Kıyafeti hakkında kendi kararlarını veremeyen kadının durumu bu konuma boyun eğmesinden kaynaklanır. Bu boyun eğişin elbette türlü biçimleri vardır. Örneğin toplumsal baskı ile yaşamını şekillendirmek zorunda kalan kadınlar için giyim çoğu zaman kendisini güvende hissedeceği kıyafet biçimlerini seçmektedir. “Kararını” ona dayatılan konumdan hareketle vermesi de bu konuma boyun eğmenin bir biçimidir ya da çevresinin benimseyeceği kıyafetleri “seçmesi” de aynı konumuyla alakalıdır.
Kadın giyimini kendi siyasal çıkarları doğrultusunda şekillendiren iktidarlar, örneğin ülkemizde kadının başörtüsünü de “modern” kadın imajını da pervasızca kullanmıştır. Kadınların başörtüleriyle üniversite öğrenimi görmesi, kamusal alanda çalışmasının yasak olduğu ve bu yöndeki taleplerin tartışıldığı 1997’de, çarşaflı kadın fotoğraflarına çarpı işareti atanlar da bugün şortlu kadınlara linç girişiminde bulunanlar da kadın bedenini kendi kalıpları içine sığdırmak isteyenlerdir. Bu iki davranış biçiminin gerisindeki zihniyetin kadının giyinme özgürlüğüne dair ileri bir adım atmayacağını biliyoruz.
Yine kamusal alanda çalışan kadınların giyimleri kıyafet yönetmelikleriyle denetim altına alınmaktadır. Etek boyundan ayakkabı biçimine, yaka düğmesinden kolların açıklığına kadar bir dizi sınırlamayı içeren kıyafet yönetmelikleri, kadın bedenini tahakküm altına alma çabasının başka bir yöntemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yönetmeliklerin bazen kapsam dışı kesimlere de uygulanmak istenmesi zihniyetin yaygınlığına işaret etmektedir. Bir kadın avukatın etek boyunun hâkim tarafından kısa olduğunun vurgulanması, mahkeme salonundan çıkarılmak istenmesi, hatta çıkarılması ve somut gerekçe oluşturmak üzere mahkeme salonunda eteğin fotoğraflanmak istemesinin üzerinden çok zaman geçmemiştir.
Erkek egemen devletler tarih boyunca kadınların en temel özgürlüklerini sınırlamış ve kazanılmış hakları da yer yer gasp etmiştir. Giyinme hakkı da bunlardan biridir. Namus ile giyinmek arasında güçlü bir bağ kurulmuş ve bu dini yaptırımlarla güçlendirilerek kadın bedenini nesneleştirilmiş ve giderek metalaştırmıştır.
Kadınların hak mücadelesi uzun bir geçmişe sahiptir ve büyük kazanımlarla birlikte kadın kimliğinin meşruluğunu, kadın cinsiyetinin meşruluğunu, kadın bedeninin meşruluğunu da geliştirmiştir. Bu mücadele günümüzde de devam etmektedir. Eskiyen ve köhnemiş olan erkek egemen yapılar yıkılana kadar da bu mücadele devam edecektir. Kadınların kurtuluşu egemenlerin kendi sınırlarını belirlediği kadın hakları ile olmayacaktır. Kadınların kurtuluşu erkek egemen sistemin bütün yapı taşlarının yok edilmesi ile olacaktır. Bunun ülkemizdeki somut yolu ise bugün demokratik halk devrimine ezilen kadınlar olarak katılmaktır.