2019 yılını karakterize eden şey yeni dengelerin kurulmasına yönelik “arayışın” olabildiğince güçlenmesi, kararlı hale gelmesi olarak nitelendirilebilir. Ezilenler cephesinde de bu durum geçerlidir, ezenler cephesinde de. “Arayış” eğilimi; bir yandan alt üst oluşlar diğer yandan yeni güç dengeleri oluşturma mücadelesi öteki yandan ise tüm ilişkilerde “at izi ile at izinin” birbirine girdiği karmaşa olarak ortaya çıkmaktadır. 2019’un bir bütün politik gelişmelerine, yarattığı sonuçlara bakarken bir almanak oluşturarak bakmak gelişmelerin dinamiklerini anlamak için yeterli olmayacaktır. Bu yüzden 2019 değerlendirmemiz sürecin politik ruhunu anlamak üzerine olacaktır, olmalıdır.
EMPERYALİZMİN POLİTİK VE EKONOMİK KRİZİ, ÇÖZÜM ARAYIŞINDA ÇÖZÜMSÜZLÜK GİRDABI
2019 yılı emperyalist sistemin ana güçleri arasındaki mücadelenin daha fazla keskinleştiği gerek emperyalist bloklar (AB-Japon-ABD ile Çin-Rusya ittifakları) ve gerekse de bu bloklar içinde güç devşirme, süreci kendi lehine çevirme mücadelesinin tırmandığı, yeni boyutlar kazanma eğilimi taşıdığı bir yıl olarak geçti. Emperyalist güçlerin pazar alanlarını genişletme, pekiştirme, diğer güçlerin pazar alanlarına sızma, askeri-politik-ekonomik avantajlar sağlamayı içeren mücadele erekleri 2019 yılı boyunca yeni hamleler, yeni çelişki alanları ve gerginliği arttıracak gelişmelerle mesafe kaydetti.
Ekonomik alanda; ABD, Almanya, Çin’in dinamo rolü oynadığı mücadele “ticaret savaşları” kavramıyla öne çıkarken girişim ve hamleler “el ense” yapma şeklinde açığa çıktı. Almanya, ekonomik gücünü kullanarak “Batı emperyalist” bloğunun lideri ABD ile bu blok içinde “liderlik” yarışına daha güçlü girdiğine dair adımlarını belirginleştirdi. Almanya bir yandan ABD emperyalizminin Trump ile birlikte kızışan klik çatışmasında Trump’un zayıf-tutarsız ve kamuoyu nezdinde itibarsız durumunu ABD’ye karşı mücadele de bir kaldıraç olarak kullanmaktan çekinmedi. ABD’nin zayıf karnı Trump’un “ticaret savaşı” tehditlerine karşı açık ve kesin bir tutum alarak ABD’nin tek taraflı oyun kurma devrinin bittiğine dair üst perdeden beyanlarla konumlanışını aldı. Diğer yandan aynı Almanya, ABD’nin Çin’e yönelik ekonomi-politikalarına karşı bir yandan direnç gösterirken diğer yandan ABD ile ipleri koparmayacak şekilde bir denge siyaseti izledi. ABD-Çin ticaret savaşında Almanya’nın azami kâr sağlama çabası, AB merkezli Ekonomik Araştırma Enstitülerinin raporları ve tutumlarıyla açık şekilde ortaya konmaktadır. ABD’nin Huawei teknoloji şirketine karşı başlattığı sınırlama ve mümkünse çökertme hamlesine karşı Almanya’nın açıktan ve pratik olarak direnmesi iki emperyalist güç arasında gerginliği tırmandırmıştır. Yine ABD’nin Rusya ve İran’a yönelik yaptırımlarına karşı Almanya’nın itirazları düne göre daha güçlü hal almıştır. Özellikle enerji tedariği noktasında Rusya ile Kuzey Akım-2 Projesi tüm ABD tehditlerine rağmen devam ettirilmektedir. Ancak bunun yanında Aralık başında gerçekleşen NATO toplantısında, ABD’nin Çin’e yönelik ekonomi politikasına karşı kısmi uyum sağlayacağının taahhüdünü verdi. Yine Rusya’ya karşı aynı NATO toplantısında “Baltık Savunma Planı” ile kuşatma hamlesinde ortaklaşıldı. Tüm bunlar Almanya’nın, ABD’nin tek yanlı politikalarının peşinde sürüklenerek gitmeyeceğinin altını çizen bir politika olarak okunmalıdır. Nihayetinde Almanya ve ABD hala stratejik ittifak durumundadır ve birbirlerine her yönüyle ihtiyaçları vardır. Bu ne kadar gerçekse aralarında sürekli şekilde gerginliğin arttığı, yeni güç dengeleri mücadelesinin keskinleştiği de bir o kadar doğrudur. ABD ve Çin arasında ekonomik savaşım ise tırmanarak devam ediyor. ABD’nin Çin’i ekonomik, askeri ve politik olarak kuşatma siyasetinde özellikle Çin’in ekonomik olarak büyüyen, sermaye ihraç koşullarındaki uygunluk ve ABD pazarlarına yönelik girişimlerine karşı etkin ve etkili mücadele perspektifi derinleşerek ilerliyor. Trans Pasifik Anlaşması ile devasa boyutta ticari hamleler örgütlenirken diğer yandan Kuzey Kore ile dahi politik yumuşama gibi sembolik mesajlarla Çin’e dair kuşatmada kararlılık “show”u yapılıyor. ABD emperyalizmi, Çin sosyal emperyalizminin “Tek Kuşak Tek Yol” gibi yaklaşık 65 ülkeyi kapsayan kendi “küreselleşmesi” ve sermaye ihracı koşullarını amaçlayan projesine karşı güçlü bir savaş başlatmış durumda. Huawei gibi Çin teknoloji devini güçlü şekilde hedefe koyarak sembolik bir hedef belirleyerek ekonomik ve teknoloji mücadelesini tırmandırmaktadır. Bunun bütünlüklü bir Çin tehlikesi tanımının parçası olduğu asla unutulmamalıdır.
BİRBİRİNE SIKILMIŞ YUMRUKLAR, HALKLARA DÖNEN TÜFEKLER
Emperyalist güçler arasında ekonomik alanda mücadele keskinleşirken askeri ve politik alanda da gerginlikler ve çatışma alanları genişlemekte, var olan çatışmalar derinleşmektedir. Özellikle “neo-liberal” birikim sürecinin artık iflas bayrağı çekme noktasına geldiği aşama dünyanın karmaşık tüm bölgelerinde politik çatışmayı ve yeni arayışları da büyütmektedir. Bu noktada Ortadoğu ve Doğu Avrupa işgal ve ilhak saldırıları ile kurulu sistemlerin çatırdamasına içkin şekilde öne çıkan alanlar olmaktadır. Yine ABD emperyalizminin arka bahçesi Latin Amerika’da yaşanan gelişmelerde mücadelenin sürdüğü başka alanlardır. Askeri ve politik alanda esas mücadele Rusya ve ABD arasında sürmektedir. Rusya’nın ittifak gücü Çin arka planda bu mücadelenin bir parçası iken ABD’nin stratejik müttefikleri Fransa ve Almanya ise bir yandan ABD’nin yönelimi ile gerginlik yaşarken diğer yandan Rusya’nın alan kazanmasına karşı stratejik ittifakları ile son tahlilde sorunlu da olsa ortaklaşmaktadır. Özellikle AB’li güçlerin ABD ile yaşadığı gerginliğin Rusya’nın pazar alanlarını genişletmesi ile sonuçlanmasına ne tahammülü vardır ne de çıkarları buna elvermektedir. 2019 yılı boyunca Rusya Ukrayna’da yarattığı yeni dengeyi koruyarak bunun kabul edilir bir statü olarak var olması için geçen zamanı lehine kullanmıştır. Hakeza Ortadoğu’da ve özelde Suriye’de Suriye devletinin egemenlik alanını genişletmiş, burada lehine olacak politik ve askeri başarılarını sürdürmüştür. Özellikle AB ve ABD’nin bölgede aradığı ittifakları (Kürt-Türk ve Arap-Sünni ittifak koşullarını) geciktirme, sabote etme, dengesini bozma noktasında bölgedeki ulusal-mezhepsel-ekonomik-siyasi çelişkileri azami düzeyde kullanmayı başarmıştır. Bu bölgede gelişmeler AB ve ABD’nin istediği şekilde değil Rusya’nın lehine gelişme kaydetmiştir.
Latin Amerika’da ise ABD çok büyük bir politik dizayn peşindedir. Latin Amerika ülkelerinde egemen sınıflar arası çatışmada daha gerici olan kliklerin hakimiyetini sağlayacak şekilde sahaya girmiştir. Venezuela ile başlayan Bolivya ile devam eden askeri darbe girişimleri ve askeri darbeler Latin Amerika ülkelerinde güç ilişkilerinde bir araç olarak yeniden devrededir. ABD desteğiyle bu sürecin bir dizayn hareketi olduğu ve bir süreci içereceği görülmektedir. Salt ve tek yanlı askeri darbe hamlelerine henüz çelişkilerin düzeyi uygun değildir. Ancak bu girişimlerin kapısının olabildiğince güçlü şekilde 2019’da açıldığını da belirtmekte fayda var. Afrika ülkeleri için bu seçeneğin hiç kapanmadığı özellikle AB ve ABD’nin buralarda bu seçeneği sürekli ve diri tuttuğu bir gerçektir. Ancak 2019 yılında Sudan’da yaşanan askeri darbe ile bu girişimlerin daha fazla cesaret kazandığını belirtmekte fayda var. Rusya’nın Venezuela ve Bolivya’da askeri darbelere karşı net ve kesin tutumu, Latin Amerika’nın, emperyalist blokların esnek de olsa bir mücadele alanı olarak ortaya çıktığını göstermektedir. Özellikle Çin ve Rusya’nın Venezuela’ya ekonomik desteği ve dengenin var olan haliyle sürdürülmesine yönelik çabaları, ABD’nin arka bahçesinde istediği gibi at oynatmasına yönelik engelleyici adımlar olarak okunmalıdır.
Ortadoğu’da ABD’nin İran ve Rusya’yı kuşatmaya yönelik politik hesapları hız kesmeksizin 2019’da da devam etti. İran ile 2015’te yapılan uranyum zenginleştirmeye sınır getirme ve ekonomik yaptırımları esnetme anlaşması 2019 yılı içinde fiilen çökmüş durumda. İngiltere, Almanya ve Fransa’nın itirazlarına rağmen ABD’nin İran’a yönelik ekonomik ve politik saldırganlık politikası, askeri gerginlikle boyut kazanmış. ABD’nin Suriye politikası da bu hesaplar doğrultusunda inişli ve çıkışlı bir biçim almıştır. Özellikle Türkiye’nin Suriye ve İran’la askeri boyutta da karşı karşıya gelmesine zemin sunacak şekilde Rojava işgallerine izin vermesi, yol açması durumu söz konusudur. Türkiye’yi, Rojava ve Suriye’de işgalci konuma sokarak bir yandan Kürt hareketini emperyalist amaçlarına bağlayacak şekilde Türk gücüyle terbiye etmeye çalışırken diğer yandan nihayetinde Suriye devleti ile Türk egemenlerini karşı karşıya getirecek tüm koşulları yaratarak İran ve Rusya politikasına daha güçlü zemin hazırlamaktadır.
Ortadoğu’da, 100 yıllık Sykes-Picot rejimi çatırdarken ABD emperyalizmi Irak-Suriye ve Filistin başta olmak üzere tüm Orta Doğu’da Arap, Türk ve Siyonist egemen gerici güçlerin alan genişletmesi ve dağılan sistemde avantajlı hale gelmesi için bir mücadeleye tutuşmaktadır. İsrail, Filistin topraklarındaki işgal ve ilhakı genişletirken askeri saldırganlığını sürekli tırmandırmaktadır. Hakeza Türk ve Arap egemenleri de Kürt ulusal haklarının yeni bir evreye geçmemesi üzerine bilhassa Kendi Kaderini Tayin Hakkı’nın gasbının sürmesi ekseninde süreç işlemektedir. Bu Kürdistan parçalarının işgal ve ilhak, askeri saldırılarının bir parçası olarak gerici güçlere sunulmasını getirmektedir. Ortadoğu’da dağılma eğilimi gösteren sistemin yerine ezilen halkların ve ulusların aleyhine olacak şekilde emperyalistler arası mücadele 2019 yılında Rojava ve Filistin İşgali, halkların acımasız şekilde kanının akıtılması ile sürdürülmektedir.
HALKLARIN ARAYIŞI, KESKİNLEŞEN MÜCADELEDE POLİTİK İKTİDAR MÜCADELESİNİN ZORUNLULUĞU
2019 yılında emperyalist güçler arası mücadele, emperyalist sermayenin birikim modeli olan “neoliberalizmin” tükenmesi, ezilen halk yığınlarının da memnuniyetsizliğini büyüten faktörler olarak sürece etki etmiştir. Emperyalist-kapitalist sistemde yaşanan ekonomik ve politik kriz, bu sistemin tüm zincirlerinde açığa çıkmaktadır. Bu tablo büyük bir öfke ve memnuniyetsizliğin birikmesine neden olmaktadır. Gerici güçler arasındaki çatışma ve gerginlik bu iklimde büyürken halk yığınlarıyla gerici güçler arasındaki çelişki de büyümektedir.
2019 yılında dünyanın her köşesinde büyük çaplı halk hareketleri politik ve ekonomik nedenlerle sokakları ve meydanları zapt etmiştir. Hong-Kong’da, Şili’de, Lübnan’da, Etiyopya’da, Sudan’da, Bolivya’da, Fransa’da, İran’da, Irak’ta vs. binlerce insan gerici güçler tarafından katledilmiştir. Küçük hareketler büyümüş, kitlesel karakter kazanmıştır. Bu hareketlerin her birinin iki temel yapısı vardır: Birincisi, kendiliğinden hareketler olması, ikincisi ise gerici güçlerin bu hareketlere karşı katletmeyi de içerecek şekilde şiddetle yönelmesidir. 2008’den bugüne kadar geniş ve yaygın halk hareketleri dünyayı çeşitli düzeyde sarmakta ve sarsmaktadır. Buradan çıkarılacak iki sonuç vardır: Birincisi; kitlelerin politik durumdan olabildiğince memnun olmaması ve sokakları zapt etmesi ve örgütlü bir güce ve organizasyona ihtiyaç duyması. Bu anlamda halk hareketlerinin sistemin kalbine, politik egemenliğine yönelmesi ve politik iktidar perspektifli komünistlerin önderliğinde bir programa acil ihtiyaç duymasıdır. İkincisi; özellikle yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerde halk hareketleri mücadelede daha keskin ve değişim isteğinde daha isteklidir. Bunun karşısına gerici egemen sınıflar silahlı gücüyle dikilmektedir. Halk hareketlerinin örgütlü silahlı güce ve organizasyona acil ve zorunlu ihtiyacı söz konusudur. Bu bağlamda politik iktidar perspektifli ve bir anlık parlamalarla bir savaş ve mücadele değil uzun soluklu halk savaşı ile iktidarı parça parça alacak bir savaş stratejisine ihtiyaç vardır. Aksi takdirde halk hareketlerinin doğru bir rotada değişim istemi ve talebinin biçim alması, bilinç kazanması ve başarıyla ve istikrarla sürdürülmesi olanağı yoktur.
Yaklaşık 12 yıllık yaygın ve yoğun halk hareketleri bu gerçeğin altını güçlü bir şekilde çizmektedir. Marksist-Leninist-Maoist ideolojik donanımla örgütlenmiş Komünist Partilerinin Halk Savaşı ile iktidar mücadelesini örgütleme, sevk ve idare etme ve önderlik etme zorunluluğu ve bunun gerekliliğine dair ideolojik mücadele hattı en acil ihtiyaç olarak karşımıza çıkmaktadır.
TÜRK HAKİM SINIFLARININ GÖRDÜĞÜ KABUS İLE TOPYEKÛN SALDIRI HİSTERİSİ
2019 yılında Türk egemen sınıflarının politik ve ekonomik krizi önceki yılları aratacak düzeyde ilerlemiştir. Resmi verilerde dahi “resesyon” artık kabul edilmektedir. Halk kitleleri ağır vergi yükleri, düşen alım gücü, yoğun işsizlik ve işsizlik tehdidi, ücretlerin enflasyon karşısında erimesi, küçük işletmelerin iflası ile kemiğin bıçağa dayanma gücü kalmamıştır. Egemen sınıfların küçülen pastadan pay kapma mücadelesi artmış, sistemin sıcak sermaye bulma olanakları zayıflamış ve sistemin yapısal olan krizine emperyalist sermayenin yaşadığı krizde eklenmiştir. Buna ek olarak zaten politik kriz içinde debelenen ve sistem değişikliği ile bu krizin derinleştiği koşullar söz konusudur. 2019 yılı özellikle “Başkanlık” ile değişen sistemin yıl dönümünde bu değişikliğin unsuru olan AKP-MHP Bloğu dahil olmak üzere daha güçlü tartışılmaktadır. Bu yönetme noktasındaki sıkıntıların açık işaretleridir. Bu temelde politik krize ve ekonomik krize çare üretilemeyen her an bu tartışmanın ve çelişkinin artması demektir. 2019’da bu tartışmalar 2018’e göre daha yaygın ve daha geniş bir çevre tarafından tartışılır olmuştur. Türk hakim sınıfları arasındaki çatışmalar ve gerginlikler ise 2019’da gerçekleşen yerel seçimlerle daha fazla artmıştır. Özellikle CHP önderliğinde oluşan muhalif faşist blok, halk saflarında yer alan güçleri de yedekleyerek yerel seçimlerde AKP-MHP bloğunun zayıflayan yapısını açığa çıkarmıştır. Bu durum, sistemin kriziyle birlikte düşünüldüğünde faşist bloklar ve klikler arası mücadeleyi bir yandan keskinleştirirken diğer yandan sistemin krizini büyütmeyecek şekilde bu keskinlik törpülenmektedir. Örneğin sistemin şovenizm, Kürt düşmanlığı, işçi düşmanlığı, Rojava’da işgal ve ilhak saldırısı, dış politikada saldırgan konumlanışa olan ihtiyacı klikler arasında son tahlilde uzlaşma ile hayata geçmektedir. Ancak bu durum dahi egemen sınıf klikleri arasındaki mücadelenin ateşini düşürmemektedir. Yeni partiler, yeni oluşumlar (A. Davutoğlu’nun Gelecek Partisi ve Ali Babacan-Abdullah Gül’ün yeni parti hazırlıkları), Ekrem İmamoğlu gibi şekere bulanmış “halk kahramanları” ile sistemin yedek güçleri sigorta gibi oluşturulurken, bu durum aynı zamanda keskinleşen mücadele olarak politik alanda yansımasını göstermektedir.
TOPYEKÜN SALDIRIYA KARŞI PARLAMENTARİZM SİLAHI İLE FAŞİST KLİKLERDEN MEDET UMMA TRAJEDİSİ
2019 yerel seçimleri ve iptal edilen İstanbul seçimleri, halk güçlerinin bir kısmında gerici Ekrem İmamoğlu lehine aldığı konumlanış ve “AKP faşizmine” karşı mücadele argümanıyla adeta yaşanan politik eksen kaymasında yeni bir evre yaratmıştır. “AKP ve Tayyip” karşıtlığı, birçok devrimci ve demokratik gücün diğer faşist klik CHP-İYİP’e sorgusuz sualsiz yedeklenmesi ile sonuçlanmıştır. Legalizmin, parlamentarizmin ve sistemiçiliğin bu şekilde yeniden üretildiği tehlikeli bir evre bu tutumla geçilmiştir. AKP adeta ölüm, CHP ise sıtma olmuştur. Bu süreç hiç kuşkusuz CHP ve AKP tarafından ustalıkla yönetilen, halk kitlelerinin mücadeleyi keskinleştirme zeminini erozyona uğratan sonuçlarla faşist sistemin devamlılığına katkı sunmaktadır. Zira HDP başta olmak üzere birçok devrimci demokratik güç halk kitlelerinin kendi özgücü ve örgütlülüğü ve mücadele programıyla hareket etmesi gerektiği ve mücadeleyi keskinleştirmesi gerekliliğini aşındırmış, geniş muhalif kitlelerin gerici kliklerden birisine yedeklenmesinde kolaylaştırıcı bir rol üstlenmiştir. Bu güçlerin mücadeleyi karşılamadaki zayıflığı, ikircikli duruşu, tereddütlü hali faşist diktatörlüğün vekilleri tutuklama, henüz seçimden birkaç ay geçmişken tüm belediyelere kayyumların atanması, Rojava’nın işgal edilmesi, gerillanın imha saldırısına maruz kalması, tüm kesimlere yönelik topyekûn saldırının dozunun artması karşısında “direniyoruz” söyleminin ötesine taşınan bir duruşun olmamasını getirmiştir. Özellikle parlamentarizm eleştirilerine, seçim ve meclisin boykot edilmesi tartışmalarına HDP ve tüm parlamentarist ve sistem içi güçler büyük bir saldırganlıkla yaklaşmıştır. Bu yönlü mücadeleyi keskinleştirme çağrılarına sadece kulaklar tıkanmamış, bu tartışmayı yürüten kim olursa olsun “AKP’nin değirmenine su taşımakla” suçlanmıştır.
Politik çizgi halkın çelişkilerini kendilerine emanet edip kenarda izlemesi ya da sandıkta oy kullanma noktasına gelmesini öğütlemeye varan bir evreye taşınma noktasındadır. 2019 bu anlamda reformizmin, parlamentarizmin, mücadeleyi teskin eden çizginin daha cüretli, daha pervasız ve yanına yeni yedekler ekleyerek yol aldığı bir yıl olmuştur. Ancak bu güçlerin ciddi itibar kaybettiği, güvenilmez torbasına atıldığı, politik alanda etki güçlerinin daha fazla kan kaybettiği, harekete geçirme kabiliyetinde aşınma yaşadığı da bir gerçektir. Halkın ve devrimin çıkarından uzaklaşma, mücadeleyi keskinleştirmekten her kaçınma hali bu çizgi sahiplerini ve yedek güçlerini devrimci mücadelenin sahasının dışına daha fazla iteceği, devrimcilikten emekli etme noktasına taşıyacağı açıktır. Süreç bu eksende silahların tasfiyesi, devrimci mücadelenin büyütülmesi görevlerine yabancılaşmanın örgütlenmesi ile ilerliyor.
DOĞRU SİYASET HER ŞEYİ KAZANDIRIR, YANLIŞ SİYASET HER ŞEYİ KAYBETTİRİR
2019 yılı halk güçleri ve devrimci güçler içinde, faşizmin saldırılarına ve halk kitlelerinin kliklere yedeklenmesine karşı politik ve ideolojik olarak net duruş sergileyenleri de kayıt altına almış durumda.
Proletarya Partisi tam da böylesi önemli ve büyük gelişmelerin olduğu koşullarda birinci kongresini gerçekleştirip “proleter devrimciliği ve halk savaşını büyütme” çağrısı yaparak içinden geçtiğimiz liberalize olmuş, silahlara veda etmeye kodlanmış, sınıf ayrımlarının silikleştirildiği tüm sapmalara karşı proleter devrimler çağının ruhunu ve gereksinimlerini anımsatmıştır. Proletarya partisi, içinde parti anlayışına kast eden ve partinin önderlik rolünü silikleştiren sağ tasfiyeci anlayışı ideolojik-politik ve örgütsel olarak alt etmenin öz güveniyle mücadeleyi yükseltmeye dair kongre hamlesini yapmıştır. İdeolojik ve politik kimliğin, sınıfsal duruşun ve devrimciliğin kaybedildiği noktada her şeyin kaybedileceğine dair Proletarya Partisi en üst iradesinde bir haykırış ve iddia gelmiştir. Proleter devrimciliği kuşanma çağrısı, sürecin ortaya çıkardığı ideolojik ve politik sapmaya karşı aynı zamanda bir meydan okumadır. Yine Proletarya Partisi, ülkemiz koşulları ve devrimci mücadele hattında silahların eleştirel gücünün proletaryanın savaş çizgisi Halk Savaşı stratejisi ile örgütlenebileceği, halk kitlelerinin iktidar perspektifli bu mücadele ekseninde örgütlenmeden başarılı olamayacağı, sistemi alt edemeyeceği gerçekliğini kongresinde bir kez daha beyan etmiştir. Bunun bugünden başlayarak, ertelenmeksizin, düşmanın imha saldırılarının amacına ulaşmasına müsaade etmeksizin gerçekleşmesi vurgusu ise asıl vurgudur.
Parti, gerilla mücadelesinde ısrarın ve kararlılığın düşmanın tasfiye saldırısına karşı anın en önemli politik sorumluluğu olduğunu vurgulamıştır. Bu anlamda sürecin özelliklerini ideolojik, politik, askeri ve örgütsel olarak tasfiye ve tasfiyeci saldırılara karşı proleter devrimci hatta tutunma ve gelişimin temelini titizlikle koruma olarak belirlemiştir. Tüm taraftar, militan, üye ve kadrolarına bu eksende daha da ilerde örgütlenme ve süreci karşılayacak şekilde donanma çağrısı yapmıştır. Proletarya Partisi’nin faşizme karşı mücadeleyi keskinleştirme, ideolojik aşınmaya karşı durmaksızın bu keskinleştirmenin olanaklı olmayacağı çağrısı topyekün saldırıya karşı biçim alma ve gelişmelerin seyrini tam bir kavrayışa çevirmeyi içermektedir. 2019 yılı örgütsel olarak olmasa dahi ideolojik, politik ve askeri anlamda bu hatta gelişme ve ilerlemeyi içeren bir süreç olmuştur. Sürecin tüm karmaşasına, zorluklarına, ideolojik zayıflıklarına, tecrit etme girişimlerine, imha saldırılarına rağmen bu temelde tutunma da başarı ile geçmiştir. 2019 bu eksende örgüt yapısının korunduğu, politik ve ideolojik meselelerde proleter sınıf bakış açısından tutumların belirlendiği, askeri örgütlenme ve var olmada kararlılıkla bir duruşun ve konumlanışın sergilendiği bir yıl olarak geçmiştir. Tüm zaaf, yetmezlik, eksikliğe ve önderleşme noktasında yaşanan sıkıntılara rağmen gerçek bu şekildedir.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 26 Aralık 2019 tarihli 51. sayısından alınmıştır.