Dünya genelinde sınıf mücadelesinin, çok katmanlı ve çok yönlü gelişme kaydettiği bir dönemin içindeyiz. Büyük ve önemli gelişmeler, değişimler, hareketler adeta dünyanın her köşesinde baş döndürücü bir hızla yaşanıyor. Çok kısa zaman dilimleri içinde bir gelişmenin diğerini unutturduğu ancak her birinin birbiriyle çok güçlü ilişkisi olan politik gelişmeler bunlar.
Dünya işçi, köylü, gençlik ve kadınların hareketleriyle bir sarsıntı yaşıyor. Öte yandan emperyalistler ve uşakları arasında da keskinleşen ve gittikçe daha da kızışan çelişkilere tanıklık ediyoruz. Emperyalist güçler arasındaki çatışma, egemen sınıf klikleri arasındaki çatışma ve egemen gerici sınıflarla halk kitleleri arasındaki çatışma adeta zincirlerinden boşalma arayışı içinde olan bir eğilimle sürekli tırmanıyor.
Uzak Asya’dan Latin Amerika’ya, ABD’den Avrupa’ya, Afrika’dan Ortadoğu’ya, Balkanlar’a kadar dünyanın her köşesinde dengelerin bozulduğu ve yeni güç ilişkilerinin oluştuğu, egemen kliklerin kıyasıya bir savaşıma tutuştuğu bir tablo söz konusu. ABD emperyalizmi arka bahçesi Latin Amerika’yı yeni baştan dizayn etmeye çalışırken Bolivya’da olduğu gibi askeri darbeler de dahil her türlü yol ve yönteme başvurabileceğinin mesajını vermeye başlamıştır. Bu bağlamda var olan “sol” görünümlü bürokrat burjuva egemen sınıf klikleri yerine daha diğer gerici kliklerin güç kazanmasını sağlayacak adımları ve hamleleri daha pervasız ve açıktan atarak “dönüşüm ve değişim” ihtiyacını da ilan etmektedir. Latin Amerika’da boy veren ve serpilen halk hareketleri sokaklarda ve meydanlarda kanlı şekilde bastırılmaya çalışılmaktadır.
Aynı tablo ABD emperyalizminin rakipleri olan emperyalist güçler Rusya ve Çin içinde geçerlidir. Hong Kong ve İran’da boy veren halk hareketleri bu gerici güç bloğunun “demir yumruğu” ile kanlı şekilde bastırılmaktadır. Bu cephede de mevzilerin, var olan egemenlik sahalarının pekiştirilerek sağlamlaştırılması çabası güçlü bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
ABD, AB emperyalist güçlerinin iç klik çatışmaları da dahil olmak üzere, bu zincirin bir çok parçası olan yarı-sömürge yarı-feodal ülkelerde klik çatışmaları durmaksızın ve gün gün sertleşerek gelişmektedir. Trump, Merkel, Macron, Erdoğan, Salman, Sisi, Baris Johnson vs egemen sınıf temsilcilerinin her biri kendi ülkelerinde diğer egemen sınıf klikleri tarafından hırpalanan, değiştirilmeye zorlanan, güçleri aşındırılan konumdadırlar. “Batı emperyalist” güçlerin oluşturduğu bloklaşmada çözülme ise onlar açısından dramatik söylemler ve tutumlarla kendini göstermektedir. Türkiye’nin NATO üyeliği bir yandan tartışılırken, Türkiye Rojava işgali vesilesiyle her fırsatta nasıl sadık bir NATO uşağı olduğunu anımsatmaktadır. Fransa Cumhurbaşkanı Macron “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir” şeklinde çıkışlar yaparken, ABD “yaşlı Avrupa’yı” ticaret savaşı ile hizalama peşindedir. Gerginlik, çözülme, karmaşık taktik ilişkiler, flulaşan stratejik ortaklıklar bu cephede mevsimsel olmadığı anlaşılan ateşli bir hastalığa dönüşmektedir.
Hakeza Ortadoğu ve Doğu Avrupa’da ise bir bütün bölgesel düzeyde oluşmuş sistemlerde değişime dair bir süredir devam eden savaşlar, mücadeleler bir politik eğilim olarak devam etmekte, hatta daha fazla güçlenmektedir. Bu alanlarda bir devletin diğer devletin toprağını ilhak etmesi, “güvenlik” kaygılı müdahaleler ile adımlar atması ise “kabul edilebilir” bir durum olarak kanıksanmış durumda. Ancak her biri daha güçlü ve büyük çelişkilerin, çatışma ve gerginlik hatlarının yaratılması ve zeminin daha fazla hazırlanması ile gerçekleşmektedir.
Değişim istem ve talebi, mücadelesi ve hareketi sürece etki eden politik bir gerçekliktir. Bu gerçeklik aynı zamanda çok katmanlı karmaşık bir stratejik ve taktik ilişkiler çeşitliliğini, acımasız bir diplomatik mücadele seferberliğini, kanlı darbeler ve iç çatışmalar gerçekliğini, emperyalist müdahaleler ve gerici işgallerin oluşma durumunu yaratmaktadır. Halk hareketleri ise dünyanın her köşesinde ekonomik krize ve politik sorunlara karşı düne göre daha güçlü dirençlerle kendiliğinden bir biçimde açığa çıkmaktadır. Değişim talebi ve isteği sokaklarda meydanlarda kitle hareketleriyle, öfkesi ve kini yer yer odağını kaybetse de, hedefi ve amacı politik bir programa kavuşamasa da haykırışa dönüşüyor.
GÜRÜLTÜCÜ FAŞİZM VE GERÇEKLER!
TC ise bir yandan Kürt düşmanlığını içerde ve Ortadoğu’da merkezine alan savaş naraları atarken, diğer yandan Erdoğan’ın ABD ziyaretinde ispatladığı gibi bölgesel hesaplarını ABD’siz yapmayacağının teminatını veren bir tutumla süreci karşılamaya çalışmaktadır. Aynı TC Ortadoğu’da ABD adına daha iyi iş çıkaracağını Rojava’ya dönük işgal ve saldırılarla ispatlamaya tutuşan, hatta bir sonraki aşamada Suriye ve İran’la ölümüne ABD ile birlikte mücadeleye tutuşacağı koşulları yaratmaktadır. Trump-Erdoğan görüşmesinden yaklaşık 10 gün sonra “Barış Pınarı” kodlu faşist işgal operasyonunun resmen sonlandırılma noktasına geldiği CHP içinde Tayyip Erdoğan’ın da merkeze oturduğu “dizayn” tartışmasının gürültüsü içinde gözden kaçırılması durumu oluştu. Trump-Erdoğan görüşmesinin sonucunda koparılan “zafer” gürültüsünde, tahkim edilmiş Türk şovenizmi ve Kürt düşmanlığı, Rojava’nın bütünlüğünün parçalanması ile sonuçlanan kısmı bir işgal ve Türkiye-Suriye egemen sınıflarının daha kanlı bir şekilde karşı karşıya gelmesine zemin oluşturulmuş bir sonuç çıktı.
Türk hakim sınıflarının politik ve ekonomik kriz içinde debelenme haline Rojava işgali bırakalım merhem olmayı, CHP-İYİP içinde daha fazla karmaşa; AKP içinde büyüyen huzursuzluk; Davutoğlu ve Babacan-Gül ekiplerinin nerde kalmıştık diyerek partileşmeyi nihayete erdiren hamleleri oluştu. Bu tablo egemen sınıf kliklerinin kendi içlerinde daha fazla çatışması ve parçalanması, bir birlerinin içine doğru huzursuzluk çıkaran provokasyon girişimleri ve dağılma eğiliminin güçlenmesi olarak şekillenmiştir.
ERKEN SEÇİM Mİ?
Faşist diktatörlük ise başta Kürt ulusal mücadelesi olmak üzere, işçi sınıfı ve emekçilere yönelik saldırılarına mola vermeksizin soluksuz devam etmektedir. Bu tabloda hem Kürt ulusu hem de işçi ve emekçiler direnç gösterirken, özellikle halk saflarında yer alan HDP bu tabloda “erken seçim çağrısı” yaparak adeta “uzaylı” görüntüsü vermeyi başarmıştır. Hapse atılan eşbaşkanlar ve milletvekilleri, gasp edilen belediye başkanlıkları, tutuklanan ve katledilen binlerin var olduğu tabloda “erken seçim çağrısı” parlamentarizmin, liberal burjuva hastalığın artık iflah olmaz noktaya geldiğinin de kanıtı niteliğindedir.
Keskinleştirilmesi ve yükseltilmesi gereken bir mücadele, örülmesi gereken bir direniş hattı bizi bekliyor. Uzlaşmazlığın esas olduğu, kanlı bıçaklı dövüşün yaşandığı bu iklimde işçi sınıfına, ezilen halk yığınlarına, ezilen Kürt ulusuna, ezilen cins olan kadınlara, ezilen inançlara bu sistemle uzlaşma olanakları arayan her anlayış bilinmelidir ki ezilenleri silahsız, donanımsız ve hedefsiz bırakmaktadır. Onların çıkarına değil, onların zayıflatılmasına hizmet etmektedir. Zaman mücadeleyi keskinleştirme, değişim talebini devrimci temelde örgütleme, Halk Savaşı doğrultusunda politik iktidara kilitlenme zamanıdır. Uzlaşmaya yönelik her davet ezilenlerin haklı mücadelesini ikilemde bırakma, zamanın gerçekliğinden koparma, faşizme ve gericiliğe halkı teslim etme girişimi olacaktır. Bu reddedilmeli mücadele keskinleştirilmeli, devrimci savaşım yükseltilmelidir. Görev ve sorumluluk budur.