Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri yarın gerçekleşecek. Olasılıklar içinde bir seçime gidiliyor. AKP-Erdoğan’ın “gidici” olduğuna dair ‘umutlar’ tekrar yeşermiş olsa da geniş kitlelerin aklında acaba yine bir hile ya da dayatmayla iktidarını koruyacak mı sorusu yerini koruyor. HDP’nin baraj altında bırakılmasının AKP-Erdoğan’ın temel hedefleri arasında olduğu biliniyor. Fakat iktidarın seçime ve seçim sonrası tabloya dair tek planının bu olduğunu düşünmek yanılgı olur. Bu nedenle komünistler, devrimciler ve demokratik güçler seçimlerden çıkacak her türlü sonuca hazırlıklı olmak zorundadır.
SEÇİM SONRASI İHTİMALLERE HAZIRLANMAK
AKP-Erdoğan’ın seçimlerden iktidarını devam ettirecek bir sonuç elde etmesi ihtimallerden biridir. Bunun hangi yolla ve nasıl gerçekleşeceği ayrı fakat ilerisi için önemli bir konudur. Önemli bir konudur çünkü AKP-Erdoğan iktidarının zor ve ‘hileye’ dayalı bir seçim başarısı, geniş kitleler nezdinde uğranan haksızlığa karşı sandık dışı demokratik bir mücadelenin gelişmesine de olanak sunabilir. Ancak bunun için, seçimler üzerinden gelişen ‘umutların’ yeniden sistem içi kulvarlara ve oyalama taktiklerine bırakılmaması gerekir. CHP, İyi Parti, SP gibi düzen partilerinden bu konuda bir beklenti içinde olmamak gerektiği açıktır. Diğer yandan HDP başta olmak üzere seçimlere katılan demokratik-devrimci güçler nezdinde de seçim sonrasına dair yeterli bir tartışma ve ciddi bir iddia ortaya konabilmiş değil. Oysa mücadeleyi esas olarak seçimlere dayandırmadığını iddia eden politik güçlerin, her türlü sonuç karşısında seçimlerin ertesine dair de hedeflerini, mücadele programını, ittifak ve eylem birlikteliklerini belli oranda ortaya koyması, tartışması beklenir. Aksi halde ‘umutların’ hayal kırıklığına, olumsuz sonuçların ‘yenilgi’ psikolojisine dönüşmesinin önüne geçmek mümkün olmaz.
Seçimlerin AKP-Erdoğan ile diğer ittifak ve partiler özgülünde belli bir denge durumuna denk düşmesi ihtimallerden bir diğeridir. Bu olasılık AKP-MHP’nin parlamentoda çoğunluğu sağlayamaması veya Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilememesi üzerinden tartışılmaktadır. Böyle bir ihtimal karşısında AKP’nin kimi yetkililerinin ifade ettiği sözler yabana atılmamalıdır. İfade edilenler seçimlerin yenilenebileceği ve Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini kullanarak durumu tersine çevirecek bir süreç işleteceği yönündedir. Erdoğan’ın “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” olarak ifade ettiği yeni yönetim sisteminin gerçekten de parlamento ve Cumhurbaşkanı arasında uyum ve birlikteliği gerektirdiği düşünülürse olası ‘denge’ durumunun çok uzun süre yaşam bulmayacağı açıktır. Ayrıca bu duruma dünya ve bölge konjonktürünün, Türk hakim sınıflarının yaşadığı siyasi ve ekonomik krizin pek müsaade etmeyeceğini de eklemek gerekir. AKP-Erdoğan iktidarının böyle bir ihtimal karşısında devlet gücüne, yasa ve yetkilere dayanarak iktidarını korumaya yöneleceğini tahmin edebiliriz. Bunu daha önce yapmıştı, yine deneyebilir. Ancak bunun basit bir tekrar olmayacağı söylenebilir. Yine olası bir ‘denge’ durumunda her biri faşist partiler olan düzen partileri arasında saf değiştirme, geçişkenlik ve uzlaşma olasılıkları da reddedilemez.
Seçim sonuçlarına dair başka bir ihtimal ise AKP-MHP’nin parlamento çoğunluğunu yitirmesi ve yine Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybetmesidir. Seçimlere dair ortaya çıkan ‘umut’ asıl olarak bu ihtimal üzerinden şekilleniyor. Bu durumda hükümet kurma sorunundan tutalım da AKP-Erdoğan’ın iktidarını ‘gönüllülükle’ terk edip etmeyeceği meselesine dair birçok kaotik durumdan söz edilebilir. Fakat hükümet ve Cumhurbaşkanı’nın bir şekilde değişeceğini varsaysak bile ortaya çıkacak yönetimin işçi sınıfı, halk kitleleri ve Kürt ulusuna karşı Türk hakim sınıflarına ve devletin temel prensiplerine dayanacağı su götürmez. Bu durumda Türk hakim sınıflarının yönetime gelecek olan kliği HDP ve demokratik muhalefeti kendi politikalarına yedekleme yönünde hareket edebilir ancak baskı ve sömürüye dayalı gerçek kimliklerini ortaya koymakta gecikmeyeceklerdir. “Sistemin restorasyonu” olarak da tartışılan bu olasılığın, ‘demokratik’ bir geçiş süreci içereceğini düşünmek Türk hakim sınıflarının içinde bulunduğu koşullar ve onların yönelimleri düşünüldüğünde safça bir yaklaşım olacaktır. Böyle bir olasılık karşısında yönetime gelecek faşist kliğe ve halkın demokrasi talebini faşist sistemin yeniden restorasyonuna yedekleyecek politikalara karşı aktif bir mücadele zorunlu olacaktır.
Üç ihtimal dahilinde görece soyut bir biçimde tartıştığımız seçimler sonrası ihtimallere dair daha birçok şey söylenebilir. Bütün bu ihtimaller seçimlerin ardından daha somut bir biçimde kendini gösterecektir. Fakat bugünden belli konulara dair fikir yürütmenin, ortaya farklı şartlar çıksa da temel çizgileri netleştirmek bakımından bir değeri vardır. Her ihtimal dahilinde işçi sınıfı, halk kitleleri, Kürt ulusu ve yine bunlara denk gelen politik güç ve örgütlenmeler, faşist kliklerden birinin yönetimiyle karşı karşıya kalacaktır. AKP-Erdoğan iktidarı devam etse; başka bir klik yönetime gelse ya da geçici bir kaotik dönem yaşansa da sömürü ve baskı politikaları azalmayacaktır. Hakim sınıfların seçimler sonrası yönetimi ne şekilde olursa olsun, demokratik talepleri ve demokratik güçleri ya doğrudan ya da kendine yedekleyerek dıştalama yolunu seçecektir. Bu durumda hakim sınıflara karşı devrimci-demokratik güçlerin de mücadeleyi yükseltmesi, sistem içiyle kendini sınırlamayan bir politik hat geliştirmesi zaruridir.
PARLAMENTARİZM VE YASALLIĞA DEĞİL DEVRİMCİ KİTLE MÜCADELESİNE DAYANALIM
Seçimler üzerinden gelişen ‘umut’ ve ‘beklentiler’ seçimlerin ardından kendini yasallıkla sınırlamayan, haklı ve meşru mücadelelere taşınamazsa mevcut faşist iktidarın pekişmesi ya da halkı kendine payanda yaparak yeni bir faşist restorasyonun yaşanması kaçınılmazdır. Geniş kitleleri demokrasi vaadiyle sandığa çağıranların o ‘demokrasi’ gerçekleşmediğinde meşru direnişi, dolaysız eylemi, sokağı vb. işaret edip etmeyecekleri kendi demokrasi savunuculuklarının da ölçütü olacaktır. Bu konuda düzen partilerinden halkın talep ve tepkilerini sönümletecek adımlar dışında bir şey beklenmemesi gerektiği açıktır. Ancak devrimci-demokratik güçlerin, özelde ise HDP’nin nasıl bir tutum takınacağı önemlidir. Parlamentoyu, sistem içi yönelimleri, yasallığı aşamayan her tutum ve çağrının mücadeleyi ve halkı daha geri noktalara iteceğini şimdiden söylemeliyiz.
Seçimin startının verilmesi ile seçimlere katılımı içeren geniş bir yelpazenin ortaya çıktığı ve Erdoğan’ın gidici olduğuna dair -içteki kuşkuyla beraber- ‘umutların’ yeşerdiği tartışmasızdır. Kısa bir zamanda halkı ve devrimci-demokratik güçleri sandığa dayalı beklentilere sürükleyen bu süreç sınıf mücadelesinin gerçekleri karşısında ne yazık ki yanılsamalıdır. Ancak böyle de olsa HDP özgülünde ve özellikle Kürt halkında belli bir canlılığın ve toparlanmanın yaşandığı görülmektedir. Hatırlanacağı gibi ağır bir katliam ve tasfiye saldırısına maruz kalan Kürt halkı ve devrimci-demokratik güçler, süregelen faşist baskılar altında eylem yeteneklerini de büyük oranda yitirmişti. Seçimlerin görece ‘serbest’ ortamında gerçekleşen bu canlılık ve toparlanmanın parlamentarizmi aşan bir mücadeleye ve örgütlülüğe dönüştürülemediğinde halkı daha geri noktalara taşıyabileceği unutulmamalıdır.
Muhtemeldir ki seçimler sonrasında seçim sürecindeki yanılsamalı atmosfer dağılacak, mücadelenin gerçek dayanak ve özneleri ortaya çıkacaktır. Hatta ülkemiz özgülünde şu öngörüde dahi bulunabiliriz; sistemin belli bir kriz döneminden geçtiği günümüzde taşların yerli yerine oturması, doğası gereği “politik güç, örgütlü güç, askeri güç, şiddet, kitle gücü” gibi olguların ete kemiğe bürünmesi ve rolünü oynamasıyla gerçekleşecektir. Bu olasılığı reddeden ve buna hazırlanmayan her yönelimin sistemin krizi içerisinde hakim sınıf klikleri arsındaki mücadelede bir enstrümana dönüşmesi kaçınılmazdır. Seçim yanılsamalarının bu gerçeğin üstünü örtmesine izin verilememelidir.
Daha önce gerçekleşen seçimler sonrasında halkta “hiçbir diktatör seçimle gitmez”de ifadesini bulan bir bilincin oluştuğunu biliyoruz. Diktatörlüğü ve faşizmi AKP ve Erdoğan’la sınırlı bir düşünüş taşıdığı için kendi içinde eksiklik barındırsa da sandık dışı bir mücadeleye, sokağa, ayaklanmaya işaret ettiği için önemsenmesi gereken bir bilinçti. Dünle ilgili katliam, baskı ve tutuklamalar altında Kürt halkı nezdinde de parlamenter mücadelenin sınırları ve gerçekliğine dair yeni diyemeyeceğimiz ama tazelenen bir bilinç düzeyinden bahsedebiliriz. Bugün ise bu deneyim ve sonuçlar unutulmuş gibi gözükmektedir. Hakim sınıflar ve devlet söz konusu gerçekleri yeniden hatırlatmaktan geri durmayacaktır. Ancak seçimler üzerinden ‘umut’ dağıtan HDP ve devrimci-demokratik güçlerin halkın faşizme dair bilinç ve uyanıklığını canlı tutmaması, iktidar dışındaki faşist kliklerin niteliğine dair bilinç bulanıklığına sebep olmaları ve en önemlisi seçimler sonrası karşı karşıya kalınabilecek koşullara halkı hazırlamamaları ciddi bir hata olarak orta yerde durmaktadır.
“YIĞINLARA GÜVENMELİYİZ. PARTİYE GÜVENMELİYİZ…” (MAO)
Komünistler yanılsamalı seçim atmosferinde boykot taktiği etrafında kitlelere gerçekleri taşımakla yükümlü oldukları gibi seçimlerin ardından da bu gerçekler etrafında işçi sınıfının, emekçi ve ezilenlerin özneliğine dayalı devrimci mücadele olanaklarını arayacaklardır. Komünistler, devrimci-demokratik güçler ve tüm ilerici kesimlerle ortak mücadeleyi önemseyerek, yasallık ve parlamentarizm kıskacına alınmış geniş kitlelere sokağın, direnişin, devrimci mücadelenin propagandasını yapacaktır. Komünistler, seçimler yoluyla yaratılan sahte ‘umutları’ değil en zor şartlarda dahi devrimci kitlelere güvenen, umut ve cesareti kendi örgütlü gücünde arayan bir politik çizgiyi hakim kılmak için tüm gücüyle çalışacaktır. Yakın zamanda İran’da gerçekleşen ve günler süren halk isyanında İranlı sosyalistlerin şu sözü ülkemizdeki devrimci mücadele açısından da örnek teşkil etmelidir: “Korku artık ayaklanmayı önleyen bir engel değildir!”