Filistin halkı, 1948’de İsrail’in kurulduğu güne El Nakba adını verdi. El Nakba (felaket günü) aynı zamanda dünya halklarına ilham kaynağı olan Filistin direnişinin başlangıç günü de oldu. O günden bu yana yetmiş yıl geçti. Tarihin en uzun halk direnişlerinden biri oldu Filistin. Bugün “yüzyılın anlaşması”yla Filistin halkına yeniden bir El Nakba yaşatılmak isteniyor. Dün olduğu gibi bugün de ABD emperyalizminin çıkarları doğrultusunda Filistin sorununa “çözüm” üretiliyor. Filistin halkı bunun bir “çözüm” olmayıp tam teslimiyet olduğunu Oslo Barışı’ndan çok iyi biliyor. Bilinen bir şey daha var ki sorunlar onları yaratanlar tarafından çözülemez. Sorunun çözümü “Yüzyılın Anlaşması”yla değil yüzyılın direnişiyle mümkün olacaktır.
Emperyalistlerin ezilen halkların direnişi karşısında sarıldıkları silahlardan biri de tarih boyunca “barış” veya “anlaşmalar”dır. Emperyalizmde anlaşma yoktur. Kendi çıkarları ekseninde dayatılan bir teslimiyet vardır. Ki tarihsel süreçte emperyalistlerin yaptıkları “barışlarda” kaybeden hep ezilen halklar olmuştur. “Yüzyılın Anlaşması” da özü itibariyle Filistin halkının haklı direnişinin bitirilmesine, köküne kibrit suyu dökülmesine yönelik bir “anlaşma”dır.
İsrail basınına sızan “anlaşma”ya göre Filistin tamamıyla Siyonizmin denetimi altına sokulmak istenmektedir. “Anlaşma” Hamas, FKÖ ve İsrail arasında yapılacak; Yahudi yerleşimleri dışında Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde “Yeni Filistin” adıyla bir “devlet” kurulacak; Kudüs her iki tarafın da başkenti sayılacak fakat başkent İsrail’e bağlı olacak; “Yeni Filistin Devleti”nin bir ordusu olmayacak; sınırlı düzeyde, hafif silahlar kullanan polis gücü olacak; “Yeni Filistin Devleti”ne yapılacak yabancı saldırılara karşı Filistin’i Siyonizm koruyacak; Hamas, Mısır’ın gözetiminde silahları bırakacak; Yahudi yerleşimleri olduğu gibi kalacak; Lut Gölü çevresindeki Ağvar Bölgesi İsrail sınırlarında kalacak; ABD, AB ve Körfez ülkeleri Filistin’e beş yıl boyunca 30 milyar dolar maddi yardım yapacak; Hamas, FKÖ, İslami Cihat tarafından silahlı saldırı veya direniş yapıldığında mali yardım kesilecek; Mısır, “Yeni Filistin”e sanayi ve tarım için toprak kiralayacak, kira ücreti emperyalizm tarafından belirlenecek…
“Anlaşma” maddelerinde de görüldüğü üzere “çözüm” adına Filistin adında bir devlet kurulmaktadır. Yıllardır dillendirilen “iki devletli çözüm” hayata geçirilmektedir. Fakat kurulan “devlet”e kendi toprakları ve halkı üzerinde hiçbir hak tanınmamaktadır. Dahası Filistin’e “Kendi Kaderini Tayin Hakkı”nın kullandırılmadığı gibi, emperyalizm ve Siyonizm tarafından bu hak gasbedilmektedir. Zira bu “anlaşma” Filistin halkı için değil ABD emperyalizminin bölgedeki çıkarları doğrultusunda, Filistin sorununun ayak bağı olmaktan çıkarılması için yapılmaktadır.
“Yüzyılın Anlaşması”nın gündeme geldiği konjonktürel sürece bakıldığında bu “anlaşma”ya en fazla ihtiyaç duyanın ABD oluğu ortaya çıkacaktır. Ortadoğu’daki dengeler, Suriye savaşındaki mevcut durum ABD aleyhine işleyen bir seyir halindedir. ABD, bu cendereden çıkmak, bölgede eski gücünü yeniden oluşturmak ve nüfuz alanlarını korumak için ihtiyacı olan Suriye savaşı öncesi yakalanan ortaklıktır. Bu kapsamda önündeki engelleri kaldırma derdindedir. Rusya’nın dengelenmesi, İran’ın durdurulması, işbirlikçi devletlerin ABD şemsiyesi altında bir araya getirilmesi, bölgede ABD varlığı için yaşamsal önemdedir. Bu kapsamda Filistin sorunu bağlayıcı bir konumdadır. İsrail’in güvenliği ve işbirlikçi Körfez ülkeleriyle ortaklığın yakalanması (Arap NATO’sunun kurulması ve işlevini sorunsuz görmesi gibi) açısından ABD’yi engelleyen sorunların başında gelmektedir. Filistin sorununa Rusya, Çin ve İran’ın da dahil olması, İhvancılık üzerinden TC ve Katar’ın aleyhe oynaması gibi durumlar göz önüne alındığında ABD’nin Filistin “duyarlılığı”nın nedenleri daha iyi anlaşılacaktır.
Burada öne çıkan önemli noktalardan biri emperyalizmin ezilen uluslara karşı olan riyakar tavrıdır. Dünyanın her yerinde devlet kurma hakkına sahip olan uluslara emperyalist çıkarlar doğrultusunda izin verilmektedir. Suriye sorunu kapsamında Kürtlere verilen destek ve adım adım statüye giden sürecin önü açılırken, Filistin’de tam teslimiyet dayatılmaktadır. Hem Kürtlerin, hem de Filistinlilerin bağımsız devlet kurma hakkı emperyalist çıkarlara tabi kılınarak, bir tahakküm aracı olarak kullanılmaktadır.
Bölgedeki dengeler açısından Siyonizm Filistin sorununun kendi lehine bir sonuca bağlanmasını elzem olarak görüyor. ABD’nin hegemonik gücünün zayıflaması ve İran’ın güçlenmesi İsrail’de güvenlik ve gelecek kaygısı yaratıyor. Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları ve bazı yatakların Filistin karasularında olması bir diğer önemli konudur. İsrail, bölgedeki dengelerin aleyhine dönme zemininin güçlü olması ve Filistin sorunun denge bozucu nitelikte olması nedeniyle “Yüzyılın Anlaşması”na dünden razı. “Anlaşma” bu haliyle imzalandığında İsrail’in kaybedeceği hiçbir şey yok. Aksine yetmiş yıllık direniş bitecek, bu süre zarfında yaptığı tüm katliamlardan aklanmış olacak, Arap ülkeleriyle arasındaki çelişki kaynağı ortadan kalkacak, ekonomik ve siyasi olarak bölgede rahat hareket etme imkanına kavuşacaktır.
Filistin tarihinin dönüm noktalarından biri bölgedeki Arap ülkelerinin kendi menfaatleri için Filistin’i satmış olmalarıdır. 1948’den bugüne bölgedeki Arap ülkelerinin Filistin’e karşı yaklaşımlarına yön veren emperyalizm olmuştur. Hemen her biri Filistin sorununu hem iç hem de dış politika malzemesi olarak kullanmıştır. Politik çıkarlarına göre kimi zaman en keskin Filistin savunucusu olurken, en kritik anlarda satmakta da hiçbir sakınca görmemişlerdir. Soydaşlık, Arap ulusçuluğu, Siyonizm karşıtlığı gibi temel olguların sınırı emperyalizme uşaklıkla çizilmiştir. Dün olduğu gibi bugün de Mısır ve işbirlikçi Körfez ülkeleri Filistin’in emperyalizm ve Siyonizme tam teslimiyeti için en önde koşmaktadırlar. 1979’da Camp David’de Siyonizmle barış yapmaktan beis görmeyenler, bugün tam teslimiyet içinde aynı aymazlık içindedirler. Öyle ki ABD’nin bölgedeki ajanlığını yapan Körfez ülkeleri Filistin’e verilecek mali desteğin yüzde %70’ini sağlayarak, Filistin’in Siyonizme peşkeş çekilmesinde kraldan çok kralcı rolü üstlenmektedir.
İhvancı hayaller peşinde koşan TC devleti, “one minute” savıyla Filistin hamisi kesilirken asıl yüzünü Mavi Marmara’da katledilen insanlar için “bana mı sordunuz giderken” diyerek göstermiştir. Ümmetin inancı-imanı 20 milyon dolara Siyonizme satılmıştır. Filistin, TC’nin Ortadoğu’da izlemiş olduğu çıkar politikasının (aynı zamanda iç politikanın da) temel araçlarından biri oldu. “Ümmetin reisi” Erdoğan şahsında, Müslüman kimliğin son sınırına dek kullanılması da din tüccarlığının yanında Filistin’in, İhvancılığın bir ayağı ve bölgede tutunmanın zemini olarak kullanılmıştır. Filistin sahipleniciliğinde İsrail bir yandan “Siyonist, katil, çocuk katili” olurken diğer yandan, TC devleti başta silah ticareti olmak üzere ekonomik ve askeri ilişkileri yeni anlaşmalarla derinleşmektedir. 70 yıllık şanlı Filistin direnişinin, direnişi masa başında satanlar tarafından sahiplenilmesi Filistin “aşkı”ndan değil bölgedeki çıkar “aşkı”ndan ileri gelmektedir.
Filistin, yaşanan onca katliama, Hamas ve FKÖ’nün teslimiyetçi tavrına rağmen bugün hala dünya ezilen halklarının direniş odağı ve sembollerinden biridir. Emperyalist ve Siyonist kuşatma, Arap ülkelerinin işbirlikçi yaklaşımı ve her defasında Filistin’i satmaları, direnişe önderlik eden öznelerin ideolojik niteliği Filistin sorununu bu noktaya taşıyan esas nedenlerdir. Dünya devrim hareketinin göreceli gerilemesi ve FHKC ile diğer devrimci öznelerin rolünü yerine getirememesi bu bağlamda başat aktörlerdendir. 1. İntifada gerçekleşirken, örgütlenen ve savaşan halklar karşısında emperyalizmin ve Siyonizmin kağıttan kaplan olduğu da bir kez daha kanıtlanmıştır. Tam teslimiyetin dayatıldığı bugün, hatırlanması ve hatırlatılması gereken Filistin halkının topyekûn direnişe geçtiği 1. İntifada günleridir. Filistin sorununun çözüm adresi emperyalist anlaşmalar değil, 1. İntifada’dan 2. İntifada’ya topyekûn direniş, topyekûn mücadeledir.