Toplumun gerici değerleri, sistemin binbir baskısı sarıp sarmalar dört yanımızı; hele de kadınları. “Dizini kır, evinde otur”, “Sen kadınsın, yapamazsın” denir. Bir sel gibi gelir bunlar kadının üstüne; boğmak, yok etmek ister kadınları… Bu gerici düşünceler, insan ya da özne değil bir nesne yapmak ister kadınları, çoğu zaman başarır da. Ama her zaman; asla!..
Kadınlar, içine doğar bu selin. Gözlerini açar açmaz dünyaya, çevrilmiştir dört yanı “sen kızsın…” diye başlayan cümlelerle. Zincirin halkaları örülmeye başlar o andan itibaren. Kadının boğazını sıkan zincirin halkaları… Zamanla içine işler bu zincir insanın. Boynundaki zinciri bedeninin, hayatının bir parçası sayar kadın. Kendini boğan seli doğal sayar. Öyle ki bu doğal sel afetinden daha doğal görünür/gösterilir kadınlara… Bu çoğu kişi için böyledir, ama dedik ya herkes için asla… Görünmez zincirleri kırmak gerçek zincirleri kırmaktan zordur. Görünmez sellerde boğulmamak gerçek sellerde boğulmaktan zordur. Ama imkansız; asla… Leyla, kara tenli, kara gözlü Kürt yoldaşımız da doğdu bu dünyaya. Bu sellerin, bu zincirlerin ortasına doğdu. Doğdu ve büyüdü… Ona da “yapamazsın” denildi, “düşünemezsin”, “bilemezsin”, “anlamazsın” denildi. Ona da cinsiyetiyle bakıldı sadece… Kimilerimizin oyun oynadığı yaşlarda o evlendirilmişti. Biz çocuktuk o yaşlarda, o ise kucağında çocuğuyla bir anne…
Hayata sevdalıydı Leyla. İnsanca, eşit, özgür hayata… Sellerin, zincirlerin olmadığı hayata… Ülke topraklarına umudu ekenler; gerillalar Dersim’e, Dersim’de Leyla’mızın yüreğine ve bilincine de ekmişlerdi umudu. Eşitliğe özlem, özgürlüğe özlem bir filizdi içinde Leylamızın. Seller sürükleyip götürmek istese de, toprağı sağlamdı bu özlemin. Hoyrat eller budayıp biçse de kökü derinlerdeydi umut filizinin. Bundandır ki Dersim’de yüreğine atılan özgürlük umudu hiç yok olmadı; İstanbul varoşlarına göç ettiğinde de o filiz yine öyle dimdik ayaktaydı; gün geçtikçe boy vererek, gelişip serpilerek. Leyla İstanbul’un yoksul emekçi semtlerinde umuduyla, özlemiyle birlikte kızını ve oğlunu da büyütüyordu, kendisi de onlarla birlikte büyüyerek. Gencecik yaşında evliliğin, çocukların ve yoksul yaşamının tüm zorluklarının yükü binmişti küçük omuzlarına. Ama pes etmedi ağır yüklerde. Zincirin halkaları ağırlaşsa da yaşama sarıldı dört elle.
Kendini boğmak isteyen sellerden sıyrılıp sınırsızlık denizine akan özgürlük ırmağının sularına aktı. Kucak açan dağlara doğru kanatlandı. Taa çocukluğunda, Dersim’de gördüğü eşit ve özgür hayatın kapılarını aralayan adrese yol aldı. Artık o bir gerillaydı. Artık O Nilüfer’di. Nilüferi dağlarla-mücadeleyle birlikte özgürlüğe de ilk adımını attı. Elbet kolay değildi özgürlüğe yürümek… Bir anne için en zor olan kararlardan birini vermiş; iki yavrusunu bırakmıştı geride. Onlardan ayrılacak kadar çok seviyordu yavrularını. Kendi yaşayamadığı çocukluğu onlar yaşayabilsin diye… 11 yaşında bombalanmasınlar, 13 yaşında kurşunlanmasınlar, oyuncak diye mayınlarla ölmesinler, 17’sinde idam edilmesinler, tankların paletleri altında ezilmesinler diye.
Elbette gerekliydi özgürlüğe yürümek; zincirlerden kurtulmak gerekliydi. Kimsenin çocukluğu çalınmamalıydı. Kimse alınıp satılmamalıydı. Kadınlar gerici değerlerin yangınında yakılmamalıydı. Tüm insanlar insan olarak, insan gibi yaşayabilmeliydi. Kadın olmak ve yaşamak bir yük, bir işkence değil mutluluk olmalıydı. Ayşe sevdiğiyle evlensin, Gülay okula gidebilsin, 15’indeki Zeynep 60’ındakiyle zorla evlendirilmesin, babasından, kocasından, kardeşinden dayak ve kurşun yemesin. Kadınlar 13’ünde eş, 14’ünde anne, 20’sinde töre cinayeti kurbanı olmasın, sofradaki yeri öküzden sonra gelmesin, evde hizmetçi, tarlada köle, fabrikada ucuz işgücü olmasın, erkeğin aldığı ücretin yarısını almasın… İşte bu ve daha birçok şey için zor ama gerekli ve zorunluydu dağ başlarının yolunu tutmak; el ele verip yeni bir dünya kurmak… Nilüfer, gerillaya katıldığında yaşadığı baskıların, aşağılanmaların derin izlerini taşıyordu ruhunda… Ama o derin yaralarını sağaltmasını bildi partiyle, yoldaşlarla birlikte. O elini partiye uzattı, parti de ona. Parti, kendine el uzatana iki elini uzatırdı, kendine bir adım yaklaşana iki adım atardı… Nilüfer sarıldı Partiye, sarıldı yoldaşlara… Tüm yaşadığı olumsuzlukların ve yaşayamadığı özgürlüğün hesabını sorarak kendine yöneldi… Geçici Kış Üssü’nde okumayı ve yazmayı öğrendi. İdeolojik, sınıfsal, askeri ve günlük pratik çalışmalara büyük bir şevkle, canlılıkla katıyordu kendini. Kısa sürede kendinde büyük değişimler yaratmıştı Nilüfer yoldaş. İleriye doğru büyük adımlar atmıştı. Bu gerçekliği Parti de görüyordu elbet.
Dağlarda, partiyle paylaştıkça gelişti, geliştikçe arındı zincirlerinden, zincirlerinden arındıkça özgürleşti… Bir kere doğru yolu bulunca bu yolda hızla ilerliyordu yoldaşımız. Ese Yaylası’ndaki çatışmada kolundan yaralanmıştı. Yoğun çatışma ve sonrasında geniş operasyonlar devam ettiğinden, ilk anda gerekli sağlık müdahalesi yapılamamıştı. O, yaralı koluyla, operasyonlar içinde, bir kez bile “ah” demeden, üstelik yoldaşların yardım önerilerini de reddederek zorlu bir geri çekilmede militan bir tavır sergilemişti, çatışma esnasında olduğu gibi…
Nilüfer yoldaşın düşmana kini büyüktü. Bu direncinin ve kararlılığının en büyük nedenlerinden biri de bu kindir. O, düşmanı bizzat yaşayarak, görerek tanımıştı. Halka sevgi duymak kadar düşmandan nefret etmek de önemlidir savaşta. Düşman papaz ya da cellât, hangi yöntemle saldırırsa saldırsın asla hedefine ulaşamaz bu bilincin olduğu yerde. Nilüfer yoldaş, Dersim topraklarından almış, örgütlü mücadeleyle-partiyle Karadeniz dağlarında daha da geliştirmişti düşman bilincini. Bundandır ki çatışmalarda, yaralandığında, eylemlerde, operasyonlarda her zaman en doğru tavrı takınmıştır düşmana karşı. Nilüfer yoldaşımız, düşmanla girdiği son çatışmada da bu tavrını son nefesine kadar korudu… Yaralıydı, çatışma alanından çıkamıyordu. Son mermilerini de sıkmıştı düşmana. Düşman onun yaralı ve cephanesinin bitmiş olduğunu anladığı halde yanına yaklaşmaya cesaret edemiyordu. Kurşun yağmuruna “teslim ol!” çağrıları eşlik ediyordu… Artık mermileri bittiğinde sloganlarımızı sürdü namluysa Nilüfer yoldaş. Dumanlı Dağları onun sloganlarıyla çınladı… Son sözünü parti ve mücadele sloganlarıyla söyledi.
Kırdı zincirin halkalarını. Sellerde boğulmayıp yüzmeyi, özgürlüğe kulaç atmayı öğrendi… Görünmeyen zincirleri kırmak, görünmeyen sellerde boğulmamak zordur demiştik. Zordur ama imkansız değildir demiştik ya, Nilüferimiz zoru başardı. Kimilerinin 60-70 yıllık ömre sığdıramadıklarının çok daha fazlasını kısa bir ömre sığdırmayı başardı o. Çünkü Leylayken Nilüfer olmaktır mesele. Çünkü önemli olan zincirleri kırabilmektir örgütlenerek, mücadeleyle. Çünkü mesele sellerin, zincirlerin içine doğmak değil doğduğun sularda bir nilüfer çiçeği olabilmektir. Nilüferce…
Bir Partizan Okuru
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 19 Eylül 2019 tarihli 44. sayısından alınmıştır.