Mart ayında coğrafyası farklı üç katliam karşımıza çıkar; Halepçe, Beyazıt ve Gazi Katliamları. Tarihleri, amaçları, kurbanları farklı olsa bile tarihi tekrardan okumak, katliamların amacını anlamak, “kurbanlarını” bilmek; sınıfsal kinimizi bilerken aynı zamanda “katliam” dediğimiz eylemin niyetini de ortaya koymaktadır.
ELMA KOKUSUYLA GELEN ÖLÜM: HALEPÇE
16 Mart 1988’de ABD’nin el altından desteklediği, Irak-İran savaşının bitiminde güç kazanan, Irak’taki Kürt ulusuna yönelik bir saldırı başladı. İran-Irak savaşı boyunca kendisine müttefik yaptığı Irak devletine fazlasıyla kimyasal ve biyolojik silah sağlayan ABD ve kontrolündeki BM yüzünü başka yana çevirirken Saddam Hüseyin’in emri ile havalanan Irak uçakları Halepçe’ye Hardal gazı doldurulmuş bombalarını bıraktı.
86’dan 88’e kadar süren El Enfal Harekatı’nın son aşaması bu olmuştu. İlk anda 5000’e yakın sivil dakikalar içinde yere yığılarak öldü. 7000’den fazla Kürt kimyasaldan ağır yaralandı, diğer uluslara mensup nüfusla birlikte bu rakam 2000’li yıllarda yapılan araştırmalarla 14 bin küsur olarak açıklandı. Sonrasından ölenlerin ise kaydı bile tutulmadı. Süleymaniye Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Fuat Baban, 7 Aralık 2002 tarihli “Experiment in Evil” başlıklı makalesinde, Halepçe’de özürlü doğum oranının Hiroşima ve Nagasaki’nin 4-5 katı olduğunu iddia etti. ABD ise bu iddiayı suistimal ederek Zayıflatılmış Uranyum mermilerini kullanmasını meşrulaştırmaya çalıştı. Katliam sonunda İran-Irak arasındaki ateşkes onanırken Saddam Hüseyin, Irak devleti hegemonyasını Irak Kürdistanı’nda sağlamlaştırdı.
FAŞİZME İNAT YAŞAMAK, YAŞATMAK İÇİN VAROLMAK: BEYAZIT
Takvim yaprakları 16 Mart 1978’i gösterdiğinde İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsü için normal bir gün olmadığı ve olmayacağı gözle görünür derecede aşikardı. Öğrenci hareketleri açısından bir merkez özelliği gösteren İstanbul’daki üniversitelerde neredeyse her gün devrimcilerin ya eylemleri ya da toplantıları oluyor, sivil faşist güçler ise kampüs dışında günlük 60 ila 70 arasında, sayısı değişen polis eşliğinde saldırı ve provokasyonlar düzenliyordu. Ancak 16 Mart 78’de durum farklıydı. Kampüs çevresinde 5-6 memur bırakan polis öğrencilerin hızlıca meydandan toplu çıkış yapabilmesi için üst araması ve kimlik kontrolü prosedürlerini de askıya almıştı. Yıllar sonra açıklanan ve faşist kontra Abdullah Çatlı’nın sağladığı NATO yapımı TNT kalıplarıyla hazırlanmış bir bomba “Kahrolsun komünistler” denilerek, devletin kontra güçleri tarafından okuldan çıkan öğrencilerin arasına atıldı. Patlamanın ardından çıkışta pusuda bekleyen silahlı faşistler kitlenin üzerine yaylım ateşi açtı. 43 öğrenci yaralanırken, patlamada Cemal Sönmez, Baki Ekiz, Ahmet Turan Ören, Abdullah Şimşek, Hamit Akıl, Murat Kır ve Hatice Özen yaşamını yitirdi.
Katliamın ardından Türkiye’deki pek çok üniversite refleks verdi. Sindirme hesabı geri tepti. Bir çok üniversitede büyük eylemler, boykotlar, rektörlük işgalleri yaşandı. Hesabın tutmadığını gören devlet göstermelik tutuklamalarda bulunmuş ve yargılamayı zamana yayarak katliamın sanıkları için en büyük örtbaslardan tekini düzenlemiştir. DİSK’in düzenlediği “faşizme ihtar” mitinglerine rağmen dönemin CHP hükümeti organizasyonunu devlet politikalarından sapmaksızın yerine getirmiştir.
BİZİ YAKAN ATEŞ SİZİN CEHENNEMİNİZ OLDU: GAZİ
Devrimcilerin hakim olduğu mahallelerin en bilinenlerinden biri de Gazi Mahallesi’dir.. 12 Mart 1995’te mahalleye silahlı faşist güçlerle girmeye çalışan devlet; akşam saatlerinde Gazi’de bulunan bir kahveyi taratmış, yaşanan saldırıda Alevi dedesi Halil Kaya hayatını kaybetmiştir. Saldırının ardından başlayan protesto ve çatışmalarda mahalleye polis haricinde asker ve panzerleri de getiren devlet 18 kişiyi katletmiştir. Gazi’de yaşanan katliamın; çoğunluğunu Kürt ve Alevilerin oluşturduğu emekçi mahallelerinde sessizlik sağlayacağını düşünenler ise şoke oldular. Gazi’nin ardından 1 Mayıs Mahallesi’ne de protestolar sıçramıştı. Katliam politikasına devam eden devlet burada da 4 emekçiyi katletmiştir.
ÖLENLERE DEĞİL, GERİDE KALANLARA BİR GÖZDAĞIDIR KATLİAM
Üç katliamında hedefleri ve tarihleri farklı iken amaç bir noktada aynıdır. İlk devletten bu yana sömürücü tüm devletler katliamları, sömürdükleri kesimdeki belli bir hedef odağını ortadan kaldırmak için değil, onlardan geriye kalanların muhakkak sessizliğini ve itaatini sağlamak için yapmıştır. ABD, noktalanmış bir savaşın ardından Hiroşima’ya atom bombası attığında buna “zorunluluk” demiştir. Emperyalist Rusya, Çeçenistan’da kimyasal silahlar kullanmaya başladığında adına savaş demiştir. Osmanlı’dan TC’ye devam eden Misak-i Milli sınırları içerisinde ise katliamın adı aslında “İbret-i alem” (herkese ders olsun) olagelmiştir.
Her katliam aslında emekçi ve ezilen halk unsurlarını sindirmeye, mümkünse kendi kontrolü altına almaya odaklıdır. Her katliamın temel amacı toptan bir teslim oluş sağlamaktır. Amacı belli olan bir şeye karşı gelmenin tek yöntemi ise onun karşısında kendi amacımızı yükseltmek olmalıdır. Katliamlarla yazılı olan Mart ayının adı, katledilenlerin mücadele bayrağının yükseltilmesi ile anılabilir, bundan gayrısının adı sadece ağlamak olur. Yüreğimizi yakan ateş, onu oraya düşürenleri yakmadığı sürece her kan yerde kalmıştır. Garip Şahin’in türküsünün de anlattığı gibidir tarih; “Kavganın töresi bu…”
Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 5 Mart 2020 tarihli 56. sayısından alınmıştır.