Yunanistan’da devletin halkı hedef alan sistematik saldırıları boyutlanarak devam ediyor. Pandemi ile birlikte derinleşerek ilerleyen ekonomik kriz ve doğurduğu politik krizler halka yönelik hak gaspı ve baskı ikliminin artması olarak karşılık buluyor. Gelecek süreci de kendileri açısından büyük bir ekonomik ve politik “açmaz” olarak gören Yunan egemen sınıflar, halkın öfkesine karşı set örme telaşı ile saldırı kartını devreye koyuyor. Kapsamı gittikçe genişleyen ve sistematik bir şekilde ilerleyen bu saldırıların en önemlileri; halk üzerinde sürekli bir baskı oluşturmayı ve demokratik mücadele alanlarını daraltmayı hedefleyen, gelişen direnişleri denetim altında tutma ve hızlı bir biçimde engellemeyi kapsayan, polisin yetkilerini arttırarak keyfiyeti meşrulaştıran ve açıktan bir tehdit unsuru haline getiren yasalardır.
İlk hedeflenen alanlardan biri Politeknik direnişinden bugüne Yunanistan’da devlete karşı mücadelenin en önemli alanlarından birisi, birçok demokratik mücadele ve hak arama faaliyetinin merkezine oturmuş dinamik bir politik alan olan üniversiteler olmuştur. İlk olarak 2019 yılında yaklaşık 40 yıldır polisin üniversitelere girmesini engelleyen “özerklik yasası” kaldırılarak, üniversiteler polisin açık hedefi haline getirilmişti. Ancak bu yasa tek başına yeterli görülmemiş, üniversiteleri sadece tehdit etmek değil aynı zamanda bu alanlardaki demokratik mücadele olanaklarını ezip geçmek için mevcut iktidar tekrar harekete geçmiştir. Yunan kamuoyunda Eğitim Bakanı Niki Kerameus’un adı ile anılan “Kerameus” paketi yasa tasarısı hazırlanmış ve 2021 Şubat itibari ile kanunlaşmıştır. Bu paket yasa üniversitelerde kalıcı polis birimlerinin oluşturulması ve öğrenim süresinin kısıtlanması da dâhil olmak üzere birçok maddeden oluşmaktadır. Bununla birlikte sadece üniversitelerde politik faaliyetlere hızlı bir müdahale değil aynı zamanda öğrenim süresine dair kısıtlamalarla kolejlerin önü açılmış, eğitim sisteminin ticarileştirilmesi hız kazanmıştır. Devlet bu yasaları sessizce uygulamak için pandemi sürecini bir fırsat olarak görmüş, sokağa çıkma kısıtlamalarının olduğu bir süreçte bu yasayı meclisten geçirerek sokakta herhangi bir tepkinin gelişmesini engellemeye çalışmıştır. Buna rağmen yasa daha meclise sunulmadan başlayan gösteriler gittikçe kitleselleşmiş, yasa meclisten geçtikten sonra da eylemler etkisini arttırarak devam ettirmiştir. Yunanistan devleti sokaklara çıkan binlerce öğrencinin yükselen sesini bastırmak için saldırı kartını devreye koymuş, yoğun polis ablukaları ve eylem yasaklarına rağmen halk sokaklardan geri çekilmemiştir. Kitle, yasa geri çekilene kadar her perşembe günü meydanlarda buluşma çağrısı yapmış ve bu çağrı ekseninde binlerce kişi sokaklara akarak hükümetin engellemelerini boşa çıkarmaktadır.
KOUFONTİNAS AÇLIK GREVİNİ SONLANDIRDI
17 Kasım davasından tutsak olan Dimitris Koufontinas, kendisine yönelik çıkarıldığını ifade ettiği politik tutsakların açık hapishanelere nakledilmesini yasaklayan yasanın üzerine kaldığı hapishaneden Domoko Hapishanesi’ne nakledildi. Buna itiraz eden Koufontinas, açık hapishaneye gelmeden önce kaldığı Koridallos Hapishanesi’ne nakledilmesini istedi. Talebinin reddedilmesi üzerine açlık grevine başladı. İlk etapta cılız seyreden eylemler, Koufontinas’ın su alımını da kesmesi ve sağlık durumunun kötüleşmesi üzerine kitlesel bir hâle geldi. Hükümetin kayıtsız tutumu hemen her kesimden tepki alırken, her gün Syntagma Meydanı’nda binlerce kişi bir araya gelerek taleplerin kabul edilmesi için çağrı yaptı. “17 Kasım’da Doğdum” pankartı ile parlamento önünde günlerce bir araya gelerek Koufontinas’la dayanışma gösteren kitleye sürekli bir polis tacizi ve saldırısı gerçekleşti. Bu eylemler süresince aralarında çok sayıda avukatın da bulunduğu onlarca kişi gözaltına alınırken, eylemlere katılan Koufontinas’ın oğlu dahi saldırıya uğradı. Tüm saldırılara rağmen kitle açlık grevinin sonlandırıldığı güne kadar alanları terk etmedi. 65. günde açlık grevini sonlandıran Koufontinas dayanışma gösteren herkesi selamlarken, “gösterilen dayanışma ve eylemlerin yeni bir umut” olduğunu belirtti.
Yunan egemenlerinin dahi gizleyemediği, açıktan ifade etmekten çekinmedikleri ekonomik koşulların daha da kötüleşerek ilerlediği gerçeği, esas olarak halka yönelik şimdi ve gelecekte birçok saldırının örgütlendiğinin de göstergesidir. Ekonomik kısıtlama ve sömürünün arttırılmasının siyasal ve sosyal alandaki karşılığı özellikle devletin kurumsal baskısının artması ve polis gücünün kontrolünü gevşeterek halkı sürekli baskı altında tutma ve her hak talebini bastırma olarak karşılık bulmaktadır. Özellikle polise yönelik son iki yıldır verilen geniş yetkiler bunun açık bir göstergesidir. Yine geçtiğimiz yıl eylem ve etkinliklerin polisle koordineli bir biçimde gerçekleştirilmesi, eylemden önce polisin muhatap alacağı bir temsilci belirlenmesi ve izin alınmasına yönelik çıkarılan yasa, demokratik hak arama mücadelesinin, tüm eylem ve etkinliklerin polisin insafına bırakılmasını amaçlamaktadır. Bu yasanın çıkarılmasının hemen ardından polis görev işaretini almış, yüzlerce eyleme saldırmış, gerçekleşen eylemleri yoğun abluka ve psikolojik baskı altında denetlemeye çalışmıştır. Eylemin biçimi, ilerleyeceği güzergâh veya yapılıp yapılmaması tamamen polisin yasal yetki alanına sokulmuş, ancak büyük bir kesim bu yasanın fiili olarak uygulanmasını her fırsatta engellemeye çalışmaktadır. Bu yasalar polisin keyfi ve saldırgan tutumunun önünü açmış ve teşvik etmiştir. Hemen her gün sokakları hak arama mücadelelerine kapatmak, sürekli baskı iklimini pekiştirmek için çabalayan polisler, bu uygulamalarını eylem ve etkinliklerin ötesine taşımış, parkta oturan insanlara dahi pandemi bahanesi ile saldırır olmuştur. Geçtiğimiz günlerde “kalabalık olduğu” bahanesi ile “Delta” adı verilen motorize polis ekipleri Atina’nın Nea Smirni bölgesinde bir parka girmiş ve buradaki insanlara keyfi bir biçimde saldırmış ve birçoğuna kurallara uydukları halde “pandemi kurallarına uymama cezası” kesmiştir. Bu duruma tepki gösteren bir gence ve arkadaşlarına ise işkence uygulanmış ve envanterlerinde olmaması gereken demir coplarla darp etmişlerdir. Bu son olay Yunan halkında büyük bir öfkeye sebep olmuş, ilk başta Nea Smirni bölgesinde başlayan eylemler ülke çapına yayılmıştır.
9 Mart günü ise polis şiddetine karşı yine Nea Smirni mahallesinde sayıları on binlerle ifade edilen kitle toplanarak mahalle karakoluna doğru yürüyüşe geçti. En önde saldırıya uğrayan gencin polise “acıyor” diye haykırmasını şiar edinen, acıyor anlamına gelen “Ponao” yazılı pankart taşındı. Karakol önüne gelindiğinde polis saldırı gerçekleşmesi üzerine kitle de polise karşılık verdi. Polis şiddetinin protesto edildiği bir yürüyüşe, son dönemlerin en büyük polis saldırısı gerçekleştirildi. Saatler süren çatışmalarda polis; mahalleyi biber gazına boğdu, önüne çıkan herkesi acımasızca dövdü ve balkonlardan kendisini protesto edenleri dahi gözaltına almaya çalıştı. Polisin “öldürelim onları, bitirelim hepsini” sözleri çekilen videolara yansırken, küçük çocuklu ailelere dahi saldırı gerçekleşti. Çıkan çatışmalarda onlarca kişi polis saldırısı ile yaralanırken, kitlenin saldırılara karşılık vermesi üzerine ikisi ağır 10 polis yaralandı. Polis şiddetine karşı ülke çapına yayılan “Panao” (Acıyor) şiarlı eylemler, hükümetin saldırı politikasına karşı her koşulda direniş gösterileceğinin mesajını verdi.