“Durulmuş diyenler göklere
Durgun değil midir fırtına öncesi
Sokaklara yanılmış diyenler
Yanıldığı görülmüş müdür şafak vaktinin
Umut yenildi ise demircilerin dövdükleri nedir örslerle hâlâ
Ya ilk yazda çatırdayan buzlara ne demeli?”
Zor bir süreçten geçiyorlardı… Düşman her cepheden saldırısını yoğunlaştırmış; Türkiye Kürdistanı’nda teknik ve teknolojik üstünlüğünü kullanarak gerillaya ağır darbeler vurmuştu. Gerilla Dersim’de de ağır kayıplar vermişti. Özellikle böylesi süreçlerde dikkati daha fazla yoğunlaştırmak, yere daha sağlam adımlarla basmak gerekiyordu… Yapılacak en küçük hatanın çok büyük sonuçlar doğuracağının farkındaydılar ve bütün planlamalarını ona uygun yapmışlardı. TRT radyosunda hemen her gün duydukları Süleyman Soylu’nun “gerillayı bitirdik” söylemlerine verilecek en iyi cevap, düşmana darbe vurmaktı… Çünkü savaş içinde bulunan bir kimse için en kötü durumun, tamamen hareketsiz ve etkisiz kalmak olduğunu çok iyi biliyorlardı.
Bu düşüncelerle çıktı mangasından Rosa. Silahını omzuna attı, dürbünü boynuna takıp araziye dürbün atmaya gitti…
Telsiz o gün her zamankinden daha fazla hareketliydi. Düşman kanalları kimi yerlerde full vuruyordu. Bir süredir arazide düşman olduğu bilgisi de vardı. Böyle bir arazide düşmana vurmayı, yoldaşlarının intikamını almayı çok istiyordu. Daha önce yoldaşları aynı arazide düşmana darbe vurmuştu. İyi bir keşif ve düşmanın hareket tarzını doğru yorumlayarak kendileri de vurabilirdi. Bu yüzden de daha ayrıntılı inceliyordu araziyi. Orman çok sık olduğu için düşmanı görmek pek de kolay değildi, ama imkânsız da değildi. Aynı zorluk düşman için de geçerliydi, yine de dikkat etmek gerekti. Çünkü düşman sadece gizli güçleriyle pusu atmıyordu. Aynı zamanda keşif uçakları, araziye yerleştirdiği fotokapanlar, ajan, iş birlikçi ağı gibi birçok yöntemle birden saldırıyordu. Bu yüzden askeri kurallara uymak, her zamankinden daha fazla önem kazanıyordu.
Telsiz hareketliliğinde düşmanın arazide olduğunu bilip onu görememek çok sinir bozucu diye düşündü… Ovacık’ta faaliyet yürüten gerillalar için bu çok sık yaşanan bir şeydi.
Dürbün atıp noktaya döndü. Noktada kendisini bekleyen yoldaşlara bir şey göremediğini söyledi. Günlük planladıkları işleri yapmak için harekete geçmek üzereyken keşif uçağının sesi duyuldu uzaktan. Hareketsiz kalıp dinlemeye, Heronun nasıl hareket edeceğini anlamaya çalıştılar. Umarım bu sefer çok uzun çalışmaz diye düşündü Rosa. Heron, bulundukları arazide yoğunlaşıyordu. Kısa sürede gidecek gibi bir hareketi yoktu. Bir süre sonra daha dar daireler çizerek bulundukları noktanın üstünde dolaşmaya başladı.
Nubar yoldaş, yerlerinin tespit edilmiş olabileceğini söyledi. Hızla ve mümkün olduğu kadar hareket etmeden alabilecekleri bütün önlemleri aldılar. Her şeye hazırlıklı olmak gerekirdi. Daha birkaç ay önce yine bulundukları alana yakın bir bölgede pusuya düşmüşlerdi. Grubun öncüsü Şerzan yoldaş (Hasan Ataş) vurulmuş, kendileri düşman çemberini yararak çıkmayı başarmışlardı. Şerzan’ın sessizce gözlem yapışını ve yaşadığı anı, yoldaşlarını yazılarıyla tarihe kaydedişini düşündü…
2015 yılı yaz faaliyetinde Nazimiye-Mazgirt bölgesinde de birlikte faaliyet yürütmüşlerdi. Yazdıkça kendini geliştirmişti Şerzan. Gittiği köylerde özellikle yaşlılarla konuşmayı, yaşadıklarını not etmeyi ihmal etmezdi. “Yaşanılanlar bizim tarihimiz, tarihe tanıklık edenleri, tanıklık ettikleri olayları anlatmak bizim görevimiz” derdi. Öyle de yaptı. Yazdıkları kitaplaşarak ölümsüzleşti…
“Savaş, deneyim kazandırıyordu onu yaşayanlara. Savaşçı ise ilk deneyiminde bir karbon-demir alaşımını andırıyordu… İlk çatışmayla su veriliyordu bu alaşıma. Suyu alan çelikleşiyor, gerçek bir savaşçı haline geliyordu.” Bir kitapta okumuş ve defterine not etmişti bu sözleri. Sanki bizi anlatıyordu. Tıpkı Asmin (Gökçe Kurban) gibi… Daha çocuk denilecek yaşta mücadelenin içinde kesişmişti yolları…. “Kimse karanlıklara uyanmasın diye sabahlara güneş olmaya” karar verdiklerinde Asmin 16, kendisi 17 yaşındaydı. Yaşadığı duyguyu defterine şu sözlerle not etmişti. “Bir zaman gelir ki içindeki ses büyüdüğünü söyler. İnanmak zor gelse de hissedersin büyüdüğünü. Ansızın gelen misafir gibi değildir zaman. Yolculuklarla doludur heybesi. Sana kalan ise o heybeyi korumaktır. İçinde ne olduğu söylenmeden ellerine bırakılmış bir heybe. Sana ait olduğunu çok sonradan öğrensen de geç bulursun bu kavuşmayı. Geç gelen bahar gibi. Yaşanılanlar sana ait olmak zorunda değildir. Acılar, çoğu zaman hediyedir sevdiklerinden. İlla tanıman da gerekmez insanları. Onların acılarını, yarım kalan umutlarının yaşattığı duyguyu hissetmen yeterli gelir çoğu zaman. Ama dediğim gibi geç gelen bahar gibi yarı küs yarı sevinçle karşılarsın geleni…”
“Dün nasılsa bugün de öyle
Öldürülür taşıyanlar ışığı
Başkaları alır onların yerini
Işığa dokunamaz ama kimse…”
Diğer yoldaşlara baktı. Onlar da ses dinliyor, düşmanın hareket tarzını çözmeye çalışıyordu. Az önce bu kış eğitiminde nelere yoğunlaşacakları üzerine konuşmuşlardı. Nubar yoldaş partiyi, partinin içinden geçtiği tasfiyeci süreci ve bu süreçte savaşa tutunmanın ne kadar önemli olduğunu, bize düşen görevleri anlatmıştı uzun uzun. Dünya devrim tarihinin yenilgi ve zaferlerle dolu olduğunu söyleyerek tarihten örnekler vermişti. Uzun ve ayrıntılı konuşmayı severdi Nubar yoldaş. Hele de karşısında kendisini gerçekten dinleyen ve bir şeyler öğrenmek isteyen birilerini bulmuşsa zamanın nasıl geçtiğini anlamazdı. Bugün de öyle günlerden birini yaşıyorlardı. “Sanki yaşama, yaşamın getirdiklerine alışma kabiliyetimiz düne göre daha yükseldi. Elimizdeki güce esas olarak da komuta gücüne doğru bir biçim verebilirsek, geleceğe de daha güvenli bakabiliriz” demişti az önce. Şu birkaç yılda gerilla alanında verdiğimiz kayıpların ağırlığı çok büyüktü. Ciddi bir savaş deneyimi olan yoldaşlardı kaybettiklerimiz… O yüzden de şimdi komuta gücünün önemi çok daha büyüktü. Bütün gerilla gücü bunun farkındaydı. Partinin savaş tarihi yığınla tecrübeyle doluydu. Önemli olan onlardan öğrenmesini bilmekti. Nubar yoldaş, her fırsatta bunlardan örnek veriyor, çıkarılan dersleri tartışıyordu. Bir yandan silahlı mücadeleye güvensizliğin teorileştirilmesine diğer yandan düşmanın imha saldırılarına karşı teoriyi pratikle buluşturarak savaşma iradesini kuşanıyor, önderlik görevini yerine getiriyordu. Bütün dikkatini, Proletarya Partisinin 1. Kongre çizgisinde ortaya koyduğu gerilla savaşını geliştirme yönelimi üzerine yoğunlaştırmıştı. Kongrede ne yapılacağı ortaya konulmuştu. Şimdi nasıl yapılacağına yoğunlaşmak, gerilla gücüne ona göre biçim vermek gerekiyordu. Her zaman dediği gibi “yola uzun bakıyor”, “kazanacaklarımıza” sımsıkı sarılarak güç buluyordu.
Onlar Heron altında hareketsiz kalarak bunları düşünür ve tartışırken düşman, yoldaşların yerlerini tespit ederek önceden araziye yerleşmiş, 6 Eylül’de operasyonun startını vermişti. Operasyon öncesinde yakındaki köylere baskın yapılmış, köy muhtarları gözaltına alınmış, köylüler Büyükköy’deki gölün oraya götürülmüştü.
7 Eylül’de yoldaşların bulunduğu noktaya uçak vuruşları başladı. Düşman Nubar ve Rosa yoldaşların cenazelerini ancak 9 Eylül’de alabildi. TC ordusunun her türlü teknik donanım ve bin kişilik askeri güçle başlattığı ve üç gün süren askeri operasyonda teslim alamadığı, tepeden tırnağa cüret ve inançla donanmış Halk Ordusu gerillalarıydı. Nubar ve Rosa yoldaşlar 6-9 Eylül 2020 tarihinde Dersim Ovacık Büyükköy’de savaşma iradesini yoldaşlarına devrederek ölümsüzleşti.