[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
AKP “Türkiye Yüzyılı” masalı ile seçim startını verdi. İsimlendirme dahi içeriğe bakmadan fikir yürütmek için yeterli bir veridir. Hamaset ve şovenizmle beslenen bir kurgu söz konusudur. AKP seçime giderken rüzgârı arkasına almak istemektedir. Oysa anlatacak “başarı” hikayesi, üstünde tepineceği argümanı kalmamıştır. Ekonomik krizi her geçen gün yoksulluğu genişletmekte, sefaleti derinleştirmektedir. Artık daha da görünür olan yönetememe krizi de cabası! Bu tablo AKP içindeki klikler arası çatışmayı da gözler önüne sermiştir.
“Başarı hikayesi” yazamayan, anlatamayan siyasal iktidar çareyi masal anlatmakta bulmuştur. Masalın örtüsü de “yerli ve milli” söylemdir. AKP hemen her konuda ilgili söyleme başvurmaktadır. Kuşkusuz amaçlanan gücünü konsolide edip rıza üretme kapasitesini genişletmektir. Diğer taraftan da bu, kitlelerdeki tepkilerin önünü alacak, egemenlerin inanılırlığını tartışmayı engelleyecektir. Bu yönüyle söylem sopa işlevi de görmektedir. Karşı çıkmak hedef olmayı göze almaktan başka anlama gelmediği için siyasal iktidar tarafından alenen dillendiriliyor zaten. Hamasetin dili nefret ve gözdağıdır!
“Türkiye Yüzyılı” perdesinin kahramanları “babayiğitler” (Anadolu Grubu, BMC, Turkcell, Zorlu, TOBB) olan TOGG oyunuyla açtı. (KÖK Grubu da bu sürece dahil olmuştu. Fakat 2021’de sermaye artırımına katılmayarak hisselerini diğer ortaklara devretti. Böylece ortaklık yapısı 5 Babayiğide indi!) TOBB başkanı Hisarcıklıoğlu, TOGG’u “60 yıl önce Eskişehir’de başlayan yarım kalmış hikâyenin tamamlanması” diye anlatmıştı. Söz konusu hikâyenin kelimenin gerçek anlamıyla bir soytarılıkla sona erdiğini hatırlatmak gerekir.
Tayyip Erdoğan’ın yüzde 100 yerli ve milli araba “hayalinin” dile getirilmesiyle başlayan serüven yüzde 100 montaj arabayla sonlandı. Kuşkusuz bu, serüvenin hem en kolay ve uygulanabilir adımı hem de en acınası adımıdır. Uygulanabilirdir, çünkü parasını bastırıp sipariş vermekten farkı yoktur! En acınası olanıdır. Çünkü yüzde 100 “yerli ve milli” hayali kurup, yüzde 100 montaj bir arabayla kalakalıyorsun. Siyasal iktidar “Şov devam etmeli” diye bağırıyor. Bunu başarmanın koşulu da gerçeklerin tartışılmasını engellemektir. “Yerli ve milli” söylemi bu bağlamda önemli bir silah, güçlü bir kalkandır. “Türkiye Yüzyılı” masalının şoven dalgalarından biridir.
Siyasal iktidar “yerli ve milli” araba söylemini, TOGG projesinin tutarsızlık ya da aldatmacalarına dikkat çekenlere dönük silaha dönüştürerek itirazları baskı altına alıp susturmaya çalışmaktadır.
Bununla birlikte “yerli ve milli” araba söylemi bir ölçüde başarılı olmuşa benziyor. Siyasal iktidar bazı muhalif kişi, yazar ve çevrelerden TOGG projesine ilişkin takdir koparabilmiş, manevi desteklerini almayı başarabilmiştir. AKP karşıtlığında birleşen bu kişi, yazar ve çevreler örneğin; sosyal konut projesinin bir aldatmaca olduğuna dikkat çekerken, söz konusu “yerli ve milli” araba olunca yelkenleri suya indirmekte, “Heyamola!” diye bağırıp “özlenen” Türkiye’nin tam da böylesi başarılara imza atan bir ülke olduğunu dillendirmektedirler.
PEKİ NERESİ “YERLİ VE MİLLİ”?
Orhan Bursalı’nın Cumhuriyet Gazetesi köşe yazısında, “doğru ve ülkeye katkı sunacak bir proje” olarak tanımladığı TOGG’a ilişkin “Peki neresi yerli?” diye sorduktan sonra “Parası… Tüm operasyonu ve organizasyonu, programlanması, kararların verilmesi ve model seçimleri, satış kararları vb.” yanıtını geveliyor. Aşağılık kompleksi, kişiyi şovun kalemşorlarından birine dönüştürebilmektedir.
Resmî açıklamaya göre TOGG yüzde 51 oranında “yerli ve milli” bir araba projesidir. Motorun ve entegrasyonun Alman, bataryanın Çin, şasenin İngiliz, tasarımın İtalyan olduğu yazılıp çizildi.
Esasında TOGG serüvenine 2015’te bir Vietnam şirketinin talebi doğrultusunda Pininfarina ve elektrikli otomobil şirketi olan Hybrid Kinetik Group’un beraber geliştirdikleri bir otomobil olarak başlıyor. Fuarlarda sergileniyor. Singapur’daki Vietnam şirketi Vinfast BMV ile anlaşıp arabanın motorlusunu yapıyor. Elektriklisini de Türkiye’ye satıyor. TOGG olarak vaftiz ediliyor, daha doğrusu bu isim arabaya “TOGG” diye fısıldanıyor! İkizi üzerine bir yaygara koparıldı mı, bir şov hazırlandı mı bilmiyoruz.
TOGG’un bu kısa serüveniyle Orhan Bursalı’yı yalanladıktan sonra “yerli ve milli” tartışmalarına ek bazı şeyleri söylemek mümkün. İlgili tartışmada hemen hiç değinilmeyen “yerli ve milli”lik iddiasının sermayenin niteliğinden bağımsız tartışılmasıdır. Sahi bu “Babayiğitler”in menşei nedir? Elbette söz konusu olan bu asalakların hangi uyruktan olduğu değil. Dikkat çekmek istediğimiz ilgili sermaye gruplarının komprador niteliğidir.
Türkiye’nin emperyalizme bağlı karakteri su götürmezdir. Bizim gibi ülkelerde burjuvazinin zayıf karakteri onları emperyalizmin bir anlamda uzantısı haline getirir. Bu bağımlılık ilişkisi hem artı değerin önemli bir kısmının emperyalizm tarafından boğulmasını getirir hem de sermayenin kapasitesini, dahası ufkunu belirler. Diğer bir ifadeyle komprador sermayenin ufku, emperyalizmin çıkarlarının başladığı yere kadardır. Varlığını da egemenliğini de ona borçludur.
TOGG bileşenlerinden Zorlu, Anadolu Grup komprador burjuvazinin önemli temsilcileridir. Bununla birlikte daha düşük profilli komprador sermayenin egemen olduğu TOBB yine hem karakter hem de sermaye olarak düşük profilli komprador niteliğe sahip BMC, -2014’te Sancaklara geçmiştir- TVF’ye devredilen yabancı sermaye ortaklığındaki Turkcell, TOGG bileşenlerindendir. “Yerli ve milli” bu sermaye grupları emperyalizmle iş tutmakta, onların uzantıları olarak ülke kaynaklarını yağmalamakta, esasta onların çıkarlarını korumaktadırlar.
“Devrim arabası” hatırlanabilir. Hem otomotiv sanayiine yatırım yapabilecek büyüklükte bir sermaye ortada yok hem de uluslararası sermayenin izni/desteği. Sonuç ise tam bir soytarılık!
Daha yakın “Kanal İstanbul” tartışmaları da hatırlanabilir. AKP-MHP iktidarı neden harekete geçemiyor. Çünkü bu “çılgın proje”ye yatırım yapabilecek “yerli ve milli” bir sermaye grubu yok! Uluslararası sermaye de farklı sebeplerden kaynaklı riskli buldukları için projeye sıcak bakmıyor, yatırım yapmıyor ve kredi vermiyor. Bu bağlamda sermayenin niteliği önemlidir. Onun komprador niteliğini önemsizleştirerek tartışma yürütmek doğru sonuçlara ulaştırmaz. İlgili tartışmada sermayenin niteliği belirleyicidir.
Kimileri Türkiye’nin, benzinli arabadan elektrikli arabaya geçiş sürecinin yaşandığı bir dönemde TOGG hamlesiyle pazarda yer edineceğini, önemli bir aktör olarak sahnede yer alacağını yazıp çiziyor. Otomotiv sanayi kompleks bir özellik taşır. Cam, petro kimya, demir-çelik gibi tekil bir yapıya sahip değil. İlgili tartışmada hem bu sektörlerde hem de diğer endüstrilerde dahası enerjide dışa bağımlı bir ülke gerçekliği hatırlanırsa otomobil pazarında önemli bir aktör olmayı boş verin ancak alay konusu olursunuz. Sermaye bağımlı, parçalar toplama ve ithal, altyapı belirsiz, daha doğrusu yok, sektör diğer unsurları da dışa bağımlı, teknik birikim yok…; ama tüm bunlara rağmen “pazarda önemli bir aktör olacağız”dan dem vurmak “yeni Türkiye’nin” şaklabanlığından başka bir şey olmayacaktır.
Kuşkusuz elektrikli motor otomobil üretimi önümüzdeki süreçte pazarda önemli bir yer edinecektir; ama Türkiye bu pazarda kendi arabasıyla bir aktör olarak değil, belirli markaların montajcısı ve ucuz iş gücü cenneti olarak bulacaktır. Mevcut pozisyonu da budur.
Emperyalizmin yapısal krizi Türkiye’nin kendine özgü çelişkileri ile birleşerek ekonomik krizi perçinlemektedir. Bu durum iç pazarı etkilemekte, talebi sınırlandırmaktadır. İthal parçalarla tamamlanan TOGG’un iç pazarda ekonomik krizin yarattığı yıkımın enkazında cebelleşen halktan alıcı bulması kolay değil. TL’nin her geçen gün daha fazla değer kaybettiği ve oradan buradan toplanan yani ithal parçalara gebe “yerli ve milli” TOGG gerçekliği hikâyenin sonucunu aslında baştan ele veren kötü bir kurgudan öte değil. Bunun için iç pazara kısaca göz atmak faydalı olacaktır.
Türkiye’de 2018 yılında 486,521; 2019’da 387,256 otomobil satılmıştır. TOGG yıllık 175 bin üretmeyi amaçlıyor. Yani pazarın yarısını elektrikli otomobil ele geçirecek! Hem de ilk yılda! 2019’da en çok satan Renault 60,668 araç satmıştır. 2019’da 222 elektrikli otomobil satılmıştır. Bu rakamın 3 yıl sonra 70 katına çıkacağı düşünülüyor. En çok SUV ise Peugeot 3008’dir. Satış adedi 11.263’tür. Peugeot’yu aynı zamanda en ucuz SUV modeli olan Dacia Duster takip etmektedir. Yukarıdaki veriler siyasal iktidarın “yerli ve milli” araba projesinin serencamını gözler önüne sermek için yeterlidir.
Yine de devam edelim. Ortada bir servis ağı yok. Otomobil pazarı bunu gerektirir. Dahası elektrikli motor olacağı için şarj istasyonları yaygın bir şekilde kurulması zorunlu. Bu hem iç hem de dış pazar için zorunlu. Ama bu konulara dair bilgi/veri yok!
İç pazara çözümü bir anlamda “müşteri garantisi” ile bulmayı amaçladıkları söylenebilir. Hem Erdoğan hem de bakanları bu yönde beyanlarda bulundular. Nebati: “Öncelikle biz kamuda da bu araçların kullanımı ile ilgili DMO ile burayı ilişkilendirdik. Bir alım garantisi yaptık.” Bu sözler “Babayiğitler”in iştahını kabartmaya yeter mi bilinmez; ama elektrikli otomobil pazarında tutunabilmek için bundan fazlası gerek. Çünkü pazar süreklilik ister!
Nebati aynı açıklamanın devamında bankalara faiz oranlarını düşürdüklerini hatırlatarak, bankaların da fedakârlık yaparak faizleri düşürmelerini dile getirdi. Dahası kamu bankaları ile yapılan görüşmede TOGG alımında gerekirse kâr etmeyecek şekilde kredi vermeleri talebinde bulunulduğunu açıkladı.
Müşteri garantisi, kredilerin düşürülmesi gibi adımlar yeterli olmayacaktır. Çünkü gerçekler farklıdır. Hem piyasanın hem de toplumun gerçekleri tutarsızlıkları gidermenin önünde engeldir. Yoksul kitlelerin zaten alım gücü yok ve borç batağındalar. Orta sınıflar lükslerini sınırlamak zorundalar. Çünkü krizi derinden hissediyorlar. Böylesi bir tabloda iç pazarın hâkimi olmak zırvalamaktan başka bir anlama gelmez. Tabii rakiplerinin bilgi, beceri, birikim ve yatırım ekonomik gücünü de unutmamak gerek.
Bu bağlamda dış pazar için işler daha da zorlaşıyor. Deneyimli firmalarla rekabet etmek bu “Babayiğitler”in harcı değil. Tamamen dışa bağımlı bir sektörden dahası ekonomiden bahsediyoruz. Yani hamasetin değil piyasa kurallarının işlediği bir durum söz konusu olacak.
“Babayiğitler” böylesi çetin bir pazarda Mart 2023’e kadar toplam 1,8 milyar avro, 15 yıl sonunda ise toplam 3,5 milyar avro yatırım yapmayı planlıyor.
Sadece Volkswagen elektrikli araç üretimi ve otonom sürüş teknolojilerine 2025’e kadar 73 milyar avro kaynak ayırıyor. Rakamlar dahi projenin sürdürülebilirliğinin olmadığını, TOGG’un bir seçim hamlesi olduğunu, şovun devam etmesinin koşulunun bulunmadığını gözler önüne sermektedir. AKP uzun bir süredir salt hamasi söylemlere başvurmakta anlattığı masala kanmayanları, itiraz edenleri “yerli ve milli” olmamakla etiketleyip hedef göstermektedir. Bu AKP’nin yönetme kabiliyetindeki zâfiyeti gösterir.
TOGG’un hikâyesi “Türkiye Yüzyılı” masalı ile örtüşmekte ama gerçeklere ters düşmektedir. AKP seçime giderken bu ve benzeri argümanlara sıklıkla başvuracaktır. Yönetememe krizini aşamayan siyasi iktidar rıza üretme kapasitesini kitlelerin geri duygularını okşayarak genişletmek istemektedir. Bu ve benzeri propagandaların etkisi dönemsel ve geçici olacaktır. Bununla birlikte hem şoven söylemlere hem de kitleleri aldatan gerçeklerle örtüşmeyen bu “çılgınlık”ları teşhir etmek önemsiz değildir. “Yerli ve milli” araba tartışmaları ülke gerçekliğine, ekonomik ilişkilenişe ayna tutma potansiyeline sahip bir başlıktır.
Başta “Babayiğitler” içinde yer alıp sonrasında sağlık sorunlarını bahane ederek TOGG’dan ayrılan İnan Kıraç (KÖK Grubu), elektrikli otomobilin Türkiye için çok erken olduğunu, Türkiye’nin en az 20 yıla ihtiyacı olduğunu belirtmiştir. Bu sözler Türkiye ekonomisinin cirmini ifşa etmektedir.
Shakespeare şöyle diyordu, “Bir an önce rahat etse bu memleket/kurtulsa o lanetli ellerden” -ekleyelim- ve dillerden.