31 Mart yerel seçimleri “zafer halaylarının”, “artık nefes alabiliyoruz” çığlıklarının ve bunu halka yutturmanın bir aracına hızla dönüştürülmeye çalışılıyor. Bunda öncülüğü ise reformist cenah ve reformist eğilimlerle yelkenlerini dolduran devrimci-demokrat kesimler yapmaktadır. Buna dair sapmalar halkı krizin yarattığı çelişkilerle devrim için daha hızlı örgütleme çabasına değil sisteme yedeklemeye götüren bir çizgide kararlaşmaya götürmektedir.
Devlet, en basit anlamda sermayeyi elinde bulunduran hakim sınıfın diğer sınıflar üzerindeki baskı aracıdır. İktidar ve onun gücü de ekonomiyi elinde tutan sınıfa aittir. Farklı sermaye gruplarının farklı emperyalist gruplarla ilişkisi, onların çıkarlarını temsil ediyor oluşu, devletin niteliğini de biçimini de esasta değiştirmez. Devletin niteliği süreklilik arz ederken devlet yönetimindeki kliklerin hakimiyeti değişkendir. Gerektiğinde devlet çıkarları için kitleleri yönetme kabiliyetini yitirenler bir kenara atılır, yenileriyle değiştirilir. Egemen sınıfların, farklı kurumsal yapıları ve yönetme araçlarına dönemsel sahip olan kliklerin yer değişimi, devlette herhangi bir niteliksel değişime neden olmaz.
Devlet ve iktidar gerçeğinin çözümlenmesi, devrimci mücadelenin ve örgütlenmenin şekillenmesi açısından çok önemlidir. Devrimin görevleri, ancak devlet gerçeğine ilişkin doğru çözümlemelerle ortaya konulabilir. Farklı çözümlemeler, günün görevlerine ilişkin, tıpkı bugün yaşandığı gibi farklı sonuçlara neden olur. Kliklerin varlığı ve arasındaki çelişkiler ise esasen güncel siyasetin belirlenmesinde önemlidir. Devleti ve politikalarını bu kliklerin pozisyonları üzerinde değerlendirme kolaycılığı günümüz reformist liberal solunun sözde çelişkilerden yararlanmak adına başvurduğu yöntemdir. Bu yapılırken en temel Marksist ilkelerden ve gerçeklerden kopuş sağlanır. Faşizm klikler arasında değişen bir olgu olarak görülür, kliklerden biri diğerinin alternatifi olarak sunulmaya başlanır.
Burjuva demokrasisi sermayenin diktatörlüğünden başka bir şey değildir. Ufku burjuva demokrasisi sınırları dışına çıkmayarak düzene burjuva düzenin sınırları içinden bakanlar “AKP faşizmi” “AKP diktatörlüğü” “Erdoğan diktatörlüğü” gibi söylemler ile faşizmi bir devlet yönetim biçimi olarak değil AKP’nin politikası ile sınırlamaktadırlar. Devlet ve sınıf iktidarı teorileri üzerinden devrimci teoriyi tersyüz ettiklerinden ülkemizde faşizmi (onun sınıfsal niteliği, hangi sınıfların temsilcisi olduğunu yok sayarak) ve artan faşist saldırganlığı AKP ve Erdoğan’ın hırsları üzerinden açıklama kolaylığına düşmektedirler. Devamında “demokrasi” değerlendirmesinde de yanlış yaklaşımlara, yanlış sonuçlara ulaşmaktadırlar. Bu yanlışlar, sahiplerini egemen kliklerin bir bölümünü faşist görmemeye, onlarla demokrasi adına işbirliğine yönelmeye, “demokrasiye birlikte alan açma” ya kadar götürmektedir.
Faşizmin süreğen olduğu ülkemizde iktidar hedefinden bu anlayışlar çark etmiştir. Seçim sürecinde, sınıf mücadelesini geliştirmeye değil onun yerine temelsiz bir çoğulculuğa sarılarak sınıf uzlaşmacı, teslimiyetçi çizgide karar kılan yaklaşımlar gösterilmiştir. Bu anlayışlar, düzen içi bütün kurumların ve düzen siyasetinin “siyasi olarak eskimesine” yardımcı olmak yerine, burjuva liberal çizginin pragmatizmini kendisine ilke edinerek “Erdoğan-AKP faşizmini geriletme” söylemi üzerinden emekçiler içerisinde bu boş hayalleri yeşertmek için elinden geleni yapmışlardır. Emekçi ve ezilenlerin muhalif enerjisini bir kez daha egemenlere peşkeş çekerek, faşist devlete katkı sunmuşlardır.
Bugün adeta liberal-reformist solun amentüsü haline gelmiş “AKP’nin geriletilmesi” mevcut iktidar blokunun karikatürü olmanın ötesine geçemeyen, yüz yıllık kokuşmuş ceset -bir dönem faşizmin kurucu unsuru başka bir dönem ‘ortanın solu’- olan faşist kimlikli CHP ve “iyi” bir faşist parti olduğu her kesimce bilinen İYİP bloğuna yedeklenerek “demokrasiye şans tanıyanlar”, kendisini var eden politik iklimden giderek koptuklarını, dinamiklerine günbegün yabancılaştıklarını görememekte görmek istememektedirler. Düzen partilerinin kimin çıkarları için var olduğu orta yerdeyken ve tartışılmazken, komprador sermayenin ve büyük toprak ağalarının bir kanadının desteklenmesi ya da onlara destek çağrısı objektif olarak burjuvazinin yedek gücü, sınıf işbirlikçisi olmanın dışında başka bir anlam taşımamaktadır.
SEÇİMLERİN BİR TÜRLÜ ÜSTLENMEDİĞİ ROL VE REFORMİZMİN BİÇARELİĞİ!
Sorun sadece AKP ve başkanından kurtulmak olamaz; sorunu var eden düzendir ve sorun, bu düzenden kurtulmaktır. Hükümet değişimini faşizmden kurtuluş gibi gösterenlerden tutalım da yerel yönetimleri ‘halkın iktidarı’ olarak ele alan bir dizi çarpık anlayış ve sapmalar yığını arasında seçimlere yüklenen stratejik anlam doğrultusunda seçimler tüm reformist liberal düzen içi anlayışların politikalarının ana gövdesine oturmaktadır. Bu hapsoluştur ve bu hapsoluş sadece AKP’nin değil düzenin de en güçlü dayanağıdır. Düzen; zarif, naif, ılımlı, sakin, ölçülü ve yumuşak devrimcilerden ve onların ‘devrim’ söylemlerinden korkmaz, ciddiye de almaz. Çünkü reformist-liberal sol unutsa da egemenler bilmektedir ki emek, egemenliğini kurmak için şiddete başvurmak zorundadır. Devrimlerin kaldıracı burjuva klikleri ile sandıklar da düzen içi demokrasi yarışlar ile değil, şiddetle olacaktır. Devrim, Engels yoldaşın söylemiyle “… dünyanın en otoriter işidir. Devrim, nüfusun bir kesiminin iradesini ötekilere topla, tüfekle, süngüyle -otoriter araçlarla- dayatmasıdır.”
Bugün giymeye çalıştıkları ayakkabıya uydurmak için ayaklarını kesen liberal solun seçimlere bakışı buyken, egemen sınıflar ise düzeniçi “muhalefet boşluğu”nu doldurma, toplumsal bir patlamaya yol açmadan düzeniçi yöntemlerle bir çıkış bulma çabası içindedir. Hayaller içinde yüzerek büyük işler başarmak isteyen yerel yönetim anlayışıyla “sosyalizm”in inşasının düzeniçi olanaklarla mümkün olduğu algısı yaratmaya çalışan, “devirmenin” ve “inşanın” zor yoluyla olduğunu unutan, düzenin aşılmasını değil ona rıza gösteren, devrimci amaçları reformlara kurban eden, düzenin sivri uçlarının törpülenmesiyle ilgilenen liberal sol bu çabanın en ideal figüranıdır.
Yaşananlar bir kez daha göstermektedir ki; kitlelerin rehberi komünistler ve onların partisi olmak zorundadır. Bu yaşadıklarımız bizlere tarihsel görevlerimizi anımsatmakta, bizleri bu görevleri layıkıyla yerine getirmeye çağırmaktadır. Reformizle mücadele en önemli, en ertelenemez görevlerimizden sadece bir tanesidir.
Seçimler ve elde edilen mevziler, iktidara yürümenin değil olsa olsa yığınların uyandırılmasının, siyasal çelişkilerinin açığa çıkarılmasının, örgütlendirilmesinin bir aracı olabilirler. Gerçekte güç olan, sistemin yasal sınırları içerisinde elde edilen ve sistem tarafından istenildiğinde tekrar gasp edilen kumdan mevziler değil kitlelerdir. Tarihsel zorunluluğun gücü, tarihin “zorunlu” çelikten gücüdür. Rosa Lüksemburg’un dediği gibi: “Geçici olarak zincire vurulsalar da, örgütlerinin biçimsel olarak bütün güçleri ellerinden alınsa da – onların sadece kendilerini kıpırdatmaları, bellerini doğrultmaları bile, karşı-devrimin ayaklarının altındaki toprağın kaymasına yeter.”