Henüz 24 Haziran seçimlerinin tartışmaları bitmeden, bu kez de 2019 yılında yapılacak yerel seçimler için tartışmalar başlamış durumda. Erken olması, OHAL’de yapılmasıyla, hileleriyle, ittifaklarıyla, sonuçlarıyla ve bütün anti-demokratik uygulamalarıyla, daha çok tartışılacak bir seçim olan 24 Haziran seçimine yeniden vurgu yaparak yazıya başlamamızın sebebi, bir taraftan 2019 yerel seçimleri için şimdiden başlatılan ittifak tartışmaları ve görüşmeleri iken, diğer taraftan nasıl bir atmosfer içinde yerel seçimlere gidileceğidir.
İTTİFAK ARAYIŞLARI VE TARTIŞMALARI
Yerel seçim tartışmaları birkaç cephede yürütülmektedir. Bir yandan AKP’nin her geçen gün daha fazla derinleşen ekonomik krize rağmen, kuyruğu dik tutarak içi boş vaatlerle nasıl bir seçim çalışması yürüteceği ve hangi ittifaklara gireceği merak konusu olurken, diğer taraftan bir önceki dönem AKP ile yaptığı ittifak sayesinde hem barajı aşan, hem de Tayyip Erdoğan’ın yeniden Cumhurbaşkanı (Başkan) seçilmesini sağlayan MHP’nin tavrı tartışılmaktadır. Yine diğer yandan her dönemin faşisti, oportünisti CHP’nin İP (İYİ Parti) ile flörtünün devam edip etmeyeceği, HDP ile bir ittifaka girip girmeyeceği de tartışmalı konular arasında. Devrimci, demokrat, ilerici güçlerin “ittifak merkezi” haline gelen HDP’nin nasıl bir seyir izleyeceği, kiminle ne kadar, nasıl ittifaklar yapacağı da ayrıca merakla beklenmektedir.
AKP cephesinde vaatler ve saldırılar konusunda fazla değişen bir şey yok aslında. Enflasyonun yüzde 25’lere tırmanması, TL’nin dolar ve euro karşısında yerlerde sürünmesi, işsizliğin her geçen gün artması, alım gücünün düşmesine karşı, hemen her şeye, her gün zam yapılması, birçok firmanın iflas ve konkordato beyan etmesi, hatta bireylerin bile tek tek konkordato ilan etmeleri karşısında, AKP her zaman olduğu gibi manipülasyonla, yalanlarla süreci örgütlemeye çalışmaktadır. Bunun için bir yandan yazılı ve görsel medyayı, sosyal medyayı etkili bir şekilde kullanırken, diğer taraftan, gelişen işçi ve emekçilerin eylemlerine en azgın şekilde saldırarak, tutuklayarak, gözaltına alarak kabaran öfkeyi kontrol altında tutmaya çalışmaktadır. Bu perspektifle 2019 yerel seçimlerine hazırlanan AKP, muhtemelen özellikle bazı büyükşehirlerde MHP ile ittifaka girecektir.
MHP cephesinde ise; AKP veya herhangi bir partiyle ittifaka girmemesi durumunda işler hiçte iyi görünmüyor. 24 Haziran seçimlerinden bir süre önce MHP’den ayrılan muhaliflerin İP’yi kurmaları, seçmenin “ikiye” bölünmesi nedeniyle varlık yokluk sorunu yaşayarak paniğe kapılan MHP, denize düşenin yılana sarılması misali, soluğu yıllardır demediğini bırakmadığı AKP’nin kollarında almak zorunda kaldı. Seçim sonuçlarından da anlaşılacağı üzere, bu ittifak en fazla MHP’ye yaramış durumdadır.
Yerel seçim öncesi yapılan ittifak tartışmalarına Devlet Bahçeli, “Birilerinin Millet İttifakı’nı tekrar bir yarışa sokma hevesi kursaklarında kalır. Böyle bir şey olmaz” diyerek bir yandan gözdağı niteliğinde her zaman ki gibi kuyruğu dik tutma telaşında iken, diğer taraftan ise CHP’nin, İP ve “gizli“ olarak HDP ile İstanbul ve Ankara gibi Büyükşehirlerde “ittifak kararı” alması durumunda, MHP, AKP ile “doğal ve gönüllülüğe dayalı bir ittifak” içine girileceğini belirtmektedir. Diğer taraftan daha şimdiden kendilerine göre en güçlü rakibi olan İP ile olan gerginlik iyice tırmanmış durumdadır. Bir grup MHP’li faşistin, Meral Akşener’in evinin önünde protesto gösterisi yapması, devamında diğer faşist İP’nin karşı eylemleri vs. yerel seçim öncesi bu iplerin iyice gerileceğini göstermektedir. İtin iti ısırmayacağı gerçekliği ortada durmaktayken, MHP’lilerin kadim “dostları” AKP’nin uygulamalarından, ekonomik krizden ciddi derecede rahatsız oldukları, ancak menfaat gereği seslerini çıkarmadıkları da bir gerçekliktir. Ancak bunun daha nereye kadar devam edeceği, nerede patlayacağı da merak konusudur.
Burjuva-feodal partiler içinde sanırız en bel kemiksiz, menfaatçi ve tabanının yaklaşımına zıt politika belirleyen ve pratik adım atan parti CHP’dir. Tescilli faşist Meral Akşener’in kurduğu partiyi kurtarmak için CHP’den istifa edip İP’ye geçen ve mecliste grup kurarak seçime girmeye hak kazanan süreçle başlayan CHP-İP ittifakı (SP de dahil) sanırız önümüzdeki yerel seçimlerde de (özellikle bazı büyükşehirlerde) gündemde olacak. Sol görünümlü CHP’nin diğer faşist, gerici partilere kucak açmasına karşın, her fırsatta HDP’ye “vebalı muamelesi” yapan, “terör” damgası vurmaya çalışan tavrı, bilindik faşist, kafatasçı geleneğinin devamı niteliğindedir. Bu tutumu aynı zamanda tabanındaki demokratik eğilimleri Şovenizmle zehirlemek eksenlidir ve oldukça bilinçlidir. Bu yaklaşım ve ittifak arayışı, doğal olarak kendisine taban bulduğu Alevilerin ve Kürt halkının tepkisini çekmektedir. Kendine güvenmeyen, başarıyı ve kurtuluşu sağ parti ve seçmende arayan CHP, yeniden ve yeniden yenilmeye mahkumdur.
24 Haziran seçimlerindeki ittifaktan büyük beklentileri olan CHP, hemen seçim sonrası İP ve SP’nin “ittifak bitti” açıklamalarına rağmen ısrarla ittifakın devam ettiğini söylemesi ve yine hemen seçim sonrası özellikle İP’nin AKP’ye göz kırpması dahi, CHP için bir “ders” olmamaktadır.
KAYYUMLARA, TUTUKLAMALARA VE BASKILARA RAĞMEN, GERÇEK ANLAMDA YEREL YÖNETİMLER
Onlarca belediyesine kayyum atanmış, yüzlerce belediye başkanı, meclis üyesi, çalışanı ve yöneticisi tutuklanmış HDP’nin, 2019 yerel seçimlerindeki tutumu, adayları ve ittifakları en çok merak edilen konuların başında gelmektedir.
Faşist diktatörlüğün açıktan tehditlerle, istedikleri tarzda adaylar çıkarılmazsa “yeniden kayyum atarız” söylemi ve yine diğer partilerle (CHP gibi) girecekleri ittifakın önünü kesmek için, sürekli dillendirdikleri, “terör” söylemleri, önümüzdeki dönem seçimleri için HDP’yi zorlamaya ve tecrit etmeye yöneliktir.
Faşist TC devletinin kendi hukukunu defalarca ayaklar altına alan uygulamalarına geçen dönem çok fazla şahit olmuştuk. Halkın kendi iradesiyle seçtiği onlarca belediye başkanı ve meclis üyesi, uyduruk gerekçelerle görevden alınmış, tutuklanmıştır. Kayyumlarla halkın iradesine ipotek koymaya çalışan faşist diktatörlüğün bu hamlesi, aslında ciddi bir karşı koyuş olmamasından kaynaklı belli boyutlarıyla yaşam hakkı bulmuştur.
Buradan tekrar kayyumlar konusuna gelirsek, devletin yerellerdeki faaliyeti boşa çıkarmak için yaptığı bu saldırıya, kitlelerle birlikte ciddi bir direniş cephesi oluşturulamamıştır. Yerel yönetimlere yönelik devletin saldırısının politik niteliği, amaçları ve hedeflerine denk düşecek bir yaklaşım, ciddiyet gösterilmediği gibi, buna uygun olarak bir mücadele programı da çıkarılamamıştır. Burada belediye başkanlarının bu saldırılara boyun eğmemesi, direniş göstermesi kuşkusuz önemli ve değerlidir. Ancak burada aslolan HDP’nin bu sorun karşısında Meclisi nasıl kullandığı, halkın bu sorun karşısında nasıl bir mücadele hattı izlemesi gerektiğine dair pasifist ve parlamentarizm sınırlarıyla kalan yaklaşımlarıdır. Örneğin Amed Belediyesi Eş Başkanları’nın tutuklanmasına, küçük bir iki eylem dışında ciddi bir tepki gelmemiştir. Yine kayyumları boşa çıkaracak, bu anlamıyla belediyeleri kullanmayarak, buna yönelik alternatifler oluşturmayarak saldırıyı boşa çıkarma hamlesi gerçekleştirilememiştir. Sezai Temelli’nin, “Dolayısıyla biz kayyum atanan belediyeleri geri aldıktan sonra oraya tekrar kayyum ataması, iktidarın meşruiyetini tümüyle yitirmesi anlamına gelecektir. Eğer bunu yapmaya devam ederlerse biz de mücadelemizi ona göre sürdürürüz. Bunun hesabı üzerinden bir seçim taktiği ortaya konulamaz. Bu aslında insanları emek-demokrasi mücadelesinden uzaklaştıran, soğutan bir yöntemdir. İktidar tam da bunu kitlelere zerk etmeye çalışıyor. Güç bende, ben ne istersem o olur, demeye getiriyor. Biz de diyoruz ki, hayır, güç halkın elindedir; güç, kentin gerçek sahibi emekçilerin elindedir; güç, doğayı yaşamı savunanların elindedir. Bu gücü gösterebilirsek eğer iktidar ne kayyum atayabilir ne de bu sistemi sürdürebilir” söylemi, yukarıda ortaya koyduğumuz eleştiriyle örtüşmemektedir. Bugün de devlet meşru olmayan bir şekilde saldırmaktadır. Bu anlamıyla mücadeleyi yükseltmek için yeni saldırı dalgasını beklemenin bir anlamı yoktur. Meşruiyet meselesi dün de devlet açısından aynıydı. Bu anlamıyla faşizmi yeniden keşfetmenin ya da onun yeni dönemde yürüteceği saldırı politikalarıyla test etmek, kendi meşruluğunu da tartıştırmak anlamına gelmektedir. Bunun yanında faşizmin güç bende şeklinde ki gövde gösterisine karşı “sandıklardan çıkacak sonuca” bel bağlayan yaklaşım, açıktır ki mücadeleyle ilişkilenmede hastalıklı burjuva anlayıştır. Faşizmin saldırılarını püskürtmenin “sandık” mücadelesi ile olmayacağı, kitleleri buraya odaklayarak mücadele enerjisini düşüren bir tutum olduğu sonuçlarıyla ortaya çıkmış bir durumdur. Buna rağmen Sezai Temelli ve HDP’nin ister genel ister yerel seçim olsun sandıklara biçtiği rol abartının ötesinde, legalist-parlamentarist bir hastalık olarak kendini ortaya koymaya ısrarla devam etmektedir. Faşizme karşı her alanda güçlü ve kararlı bir mücadele hattı örmek, bugün her zamankinden daha meşru ve elzemdir. Bu mücadelede sandıklar bir araç olabilir kuşkusuz. Ancak sandığa taşıdığı rolden öte misyon biçmek, halk kitlelerine pasifizm propagandası ve bilinci taşımak demektir. HDP, her seçim çalışmasına buna hizmet edecek şekilde politik şekil vermektedir.
Kuşkusuz sandıklardan çıkacak sonuç ne olursa olsun, yeni kayyumlar tehdidi ile HDP adaylarına biçim verme çalışması ve yerel yönetimlerde tüm alanları kapatma yönelimi halkın mücadelesine ket vurmayı, onu sindirmeyi başaracak bir nitelik taşımayacaktır. Hali hazırda yürürlükte olanın devam etmesi anlamına gelecektir. Bugünden Kürt halkını ve diğer toplumsal kesimleri sandık odaklı bir politik şekillenişe sokmaya çalışmak, en büyük hata olacaktır. Yerel seçimler politikası ne olursa olsun, bu eksenli bir beklenti ve politik şekilleniş, mücadeleye ivme katmanın ötesinde adeta bir zayıf karın haline gelmektedir.
KİMİNLE, NE İÇİN İTTİFAK?
2019 yılında yapılacak yerel seçimlere yönelik ittifak tartışmaları sürerken, HDP Eş Başkanı Sezai Temelli’den hem diğer partilerle ittifaka göz kırpan ve hem de, gelişebilecek olası tavırlara da kapıları kapatan bir açıklama geldi. “HDP Ankara’da aday göstermezse HDP seçmeni CHP’nin gösterdiği adaya koşulsuz evet der mi?” sorusuna Temelli: “…Tabanda ittifak bir ortak adaya işaret eder. Tabanda çeşitli toplumsal kesimler, kurumlar, sendikalar, emek/meslek örgütleri, sivil toplum örgütleri yan yana gelip bir adayı işaret ediyorsa, o, tabanın ortak adayıdır, herhangi bir partinin adayı değildir. MHP baştan tabanın tercihlerine duyarsız olduğunu gösteriyor. Ben yukarıda ittifak yaparım, İstanbul’da aday göstermem diyor. HDP için bu söz konusu olamaz. HDP, tabanın, demokratik yapıların, toplumsal muhalefetin sesini dinler ve ona göre hareket eder” şeklinde bir cevap vererek, CHP ve diğer partilerle yapılabilecek olası ittifakı bu şekilde yumuşatmaya çalışmaktadır. Yani eğer meslek ve emek örgütleri, sivil toplum örgütleri (Temellinin tabiriyle) bir araya gelip Meral Akşener’i aday olarak gösterirlerse, HDP bunu destekleyecek mi? Ya da bu tabanın ortak adayı mı olacak? Tabanın genel anlamda faşist partilere nasıl baktığı herkes tarafından bilinmektedir. Bu anlamıyla kitleleri kandırmanın bir anlamı yoktur. HDP demokrasi güçleriyle, demokratik bir şekilde seçim çalışmalarını yürütmeli, adayları yine demokratik bir şekilde belirlemelidir. Bunun ötesinde bu demokrasi güçleri, “nasıl bir yerel yönetim” üzerine ortak bir anlayış belirlemeli ve seçimlerden sonra bunu hayata geçirmelidir.
Sezai Temelli’nin endişe duyduğu ve üzerinde önemle durduğu diğer konu, sandıklara gidilip gidilmemesidir. “Umutsuzluk, sandığa gitmemek bunun önünde engeldir. Sandığa giden yolu bir mücadele yolculuğu olarak örebilirsek sandıktan istediğimiz sonuç çıkar. Kürt halkı biliyor ki, sandığa gitmezsen, mücadele etmezsen, örgütlenmezsen bu şiddetin, bu baskının durma ihtimali yok. O yüzden de sadece seçim dönemleri değil her gün her saat mücadele kararlılığında olmak gerekiyor.” (Sezai Temelli. Özlem Akarsu Çelik’le röportaj 1 Ekim 2018 Gazete Duvar)
24 Haziran seçimlerine büyük umutlarla bel bağlayanların daha sonra seslerinin çıkmaması, ya da hayal kırıklıklarına uğramaları, sanıyoruz ki, yeni bir sandık gördüklerinde unutulup gitmektedir.
Elbette ki, yerel seçimlerin genel seçimlerden farkı vardır. Bu anlamıyla aynı misyon ve pay biçilemez yerel seçimlere. Ancak onlarca belediyesine kayyum atanan, onlarca üyesi, belediye başkanı tutuklanan ve önümüzdeki dönemde de benzer şeylerin olabileceğiyle ilgili tehditler savuran bu faşist sisteme karşı, alternatiflere bu kadar direkt karşı çıkmak, yukarıda Temelli’nin sözünü ettiği “mücadeleyi yükseltme“ çağrısına denk düşmemektedir. Bu anlamıyla HDP’nin önümüzdeki dönem yapılacak seçimlere yönelik yaklaşımında, bu bakış açısından sıyrılmadığı takdirde, beklenen sonucun ortaya çıkması ve halkın umutlarının yeniden kırılması örgütlenmiş olacaktır. HDP, faşist diktatörlüğün seçim tartışmalarını, ona biçtikleri rolü ve ele alış biçimlerini bu eksende kamuoyu oluşturma girişimini olduğu gibi kabullenen bir yaklaşım içindedir. O argümanların karşıtlığı ise “seçimlere daha fazla yüklenme” kitlelere her seçimin “hayati olduğu” vurgusu eşliğinde sunulmaktadır. Bu kuşkusuz faşist diktatörlüğün belirlediği politik çerçeve içinde sadece onun oyun kuralları doğrultusunda bir karşıtlığa dönüşmektedir. Bu seçimde de Bahçeli’nin “Bu seçimler de çıkacak olumsuz sonuçlar başkanlık rejimini tartışmalı kılar” yaklaşımı ile belirlediği “önem ve kıymet” ölçüsü eksenindeki motivasyonla şimdiden gündem içinde tartışılmaktadır. Bu yaklaşım CHP’nin, AKP’nin ve İP’nin beslediği politik ortamla derinleşmektedir. HDP’de bu iklimin öznesi olarak soruna yaklaşmaktadır. Bu yaklaşımdır ki “bir seçim zaferi” ile her şeyin değişeceği propagandasına dönüşen bir seçim programına yeniden ve yine yol vermektedir.
Özel olarak burjuva-feodal partilerle ittifak arayışları tartışması ve seçim ekseninde belirlediği gündemlere teslim olmak yerine, yoksullukla, açlıkla, işsizlikle ve devlet terörüyle boğuşan, milyonlarca işçi ve emekçiye yüzünü dönmesi, ittifakın ana halkası ve temel gücü olarak bu kesimi alması gerekmektedir. Bunu yapabildiği oranda, yerel seçimlerde bir önceki süreçten daha başarılı çıkmasının önünde bir engel yoktur.
*Bu makale Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 11 Ekim tarihli sayısından alınmıştır