1774 yılında Avrupalılar tarafından keşfedilen Yeni Kaledonya, Melanezya ada öbeği içerisinde, Büyük Okyanus’un güneybatısında yer alan bir takımadadır. Keşfin ardından bir dönem Britanya sömürgesi altında olan takımada, 24 Eylül 1853’te de bu sefer Fransızların eline geçiyor. 1860’lı yıllara gelindiğinde Fransa, Yeni Kaledonya’yı ceza kolonisi olarak kullanmaya başlamış,35 yıl kadar bir süre, yaklaşık 22.000 hükümlü ve siyasi mahkûmu Yeni Kaledonya’ya nakletmiştir. 1863 yılında adada nikel madeninin keşfedilmesi ile birlikte maden yataklarından rezervler çıkartılmaya başlanmış. 1880 yılından itibaren de şirketleştirilerek Sociètè Le Nickel şirketi altında faaliyetler sürdürülmüştür. Ceplerdeki son kuruşa kadar sömüren kapitalist sistem maden ocaklarında mahkûmlar, serbest bırakılanlar ile birlikte Asya ve Okyanusya’dan gelen ucuz iş gücünü çalıştırmıştır. Amiral Fèbvrier Depointes ile adada başlayan Fransız sömürgeciliği günümüzde de devam ediyor.
1998 yılında imzalanan Nouméa Antlaşması kapsamında her biri bağımsızlık kararı ile sonuçlanmadığı takdirde toplam üç bağımsızlık referandumu düzenleme hakkı elde eden Yeni Kaledonya’da, ilk referandum 4 Kasım 2018’de gerçekleşti ve Yeni Kaledonya bağımsızlık referandumu ile ada halkı Fransa’dan bağımsızlığa karşı oy kullandı. İkinci bağımsızlık referandumu 6 Eylül 2020 tarihinde düzenlendi ve halk ikinci kez bağımsızlığı reddetti. Adada yapılan son referandumda bağımsızlık yanlısı partilerin Koronavirüs pandemisine denk gelmesinden kaynaklı referandumu boykot etmesi sonucuyla katılımcıların yüzde 96’sı Fransa’ya bağlı kalmayı tercih etti. Yeni Kaledonya şuan da Fransa’nın denizaşırı bölgelerinden biridir. Fransa’nın denizaşırı bölgesi olma statüsü, bölgenin Fransa’nın bir parçası olduğunu ancak belirli bir özerklik seviyesine sahip olduğunu ifade etmektedir. Fransa’nın denizaşırı bir bölgesi olarak, Fransa’nın Pasifik Okyanusu’ndaki varlığını ve etkisini sürdürmesini sağlar ve bu da bölgesel olarak Fransa’nın küresel askeri ve siyasi stratejisinin bir parçası olarak öne çıkmaktadır.
Yüzyıllardır özü sömürge karşıtlığı ile süregelen mücadelenin politik hattını bağımsızlık, ekonomik eşitlik ve kültürel koruma talepleri oluşturuyordu. Peki, ne oldu da Yeni Kaledonya’da şuan olağanüstü hal ilan edildi? Fransa, Yeni Kaledonya’daki Fransız seçmen sayısını artırabilmek amacıyla yeni bir anayasal düzenleme yapmak için kolları sıvadı. Düzenleme, Fransa Ulusal Meclisi’nde 351 oyla kabul edilmişti. Bu reformun yürürlüğe girebilmesi için Fransız Parlamentosunun iki kanadının bir arada toplandığı kongrede kabul edilmesi gerekiyor. Yapılacak olan anayasal reform, adalarda 10 yıl ve daha fazla yaşayanların oy kullanma hakkına sahip olmasını içeriyor. Yani dışardan gelen Fransız nüfusun artmasına dolayısıyla yerli halkın ve seçmenin payının azalmasına sebep olacak. Halk bu yasa değişikliğinin hâlihazırda azınlık kalan nüfusun bağımsızlık talebini baltalayacağını bildiği için son zamanların en büyük direnişini 13 Mayıs’ta başlattı.
Başlayan direniş hızla yerel halk olan Kanaklar içinde yaygınlaştı. Sokaklara ve meydanlara isyan ruhuyla akan bağımsızlık yanlısı halk, güvenlik güçlerine ve sömürgeci Fransız egemenlik araçlarına yöneldi. Fransız hükümeti yaşanan isyanı provokatörlerin ve mafyanın kışkırtması olarak yorumladı ve gerici şiddeti devreye soktu. Eylemcilere yönelik saldırıda 6 kişi katledilirken, onlarca kişi yaralandı ve yüzlerce kişi tutuklandı.
15 Mayıs’ta Yeni Kaledonya’da OHAL ilan edilirken direnişin iletişim kanallarından ve yaygınlaşmasına hizmet eden sanal medya uygulaması olan TikTok da yasaklandı. Kitle iletişim araçlarına özgürlüğü emperyalistlere hizmet ettiği sürece savunan ancak kendisine yönelen bir araca dönüştüğünde yasaklayan, baskılayan bir yaklaşıma bir kez daha şahit oluyoruz.
Fransız hükümeti ve Macron Yeni Kaledonya’daki isyandan sömürgeci geleneklerin hâlâ devam ettiğinin açığa çıkmasından ve tüm dünyanın daha düne kadar adını bile bilmediği Yeni Kaledonya’nın mücadelesini sahiplenip, destek vermesinden kuşkusuz korkuyor. İlk etapta sessiz sedasız bastırmaya çalışırken daha sonrasından bizzat Macron Yeni Kaledonya’ya giderek duruma el koyduğu mesajını verdi. Kuşkusuz Fransız emperyalizmi, emperyalist sistemin doğası ile uyumlu hegemonya oluşturma, pazar alanlarına çeşitli biçimde hâkim olmaya dair kayıplarından korkuyor. Bu eksende onun yönelimi baskı, şiddet, asimilasyon ve tekellerinin yüksek kârlarının muhafaza edilmesini korumayı içeriyor. Emperyalist sistemin Yeni Kaledonya gibi oldukça küçük bir yerleşim olan, jeo-stratejik önemi olmayan bir alan için dahi nasıl acımasız, tepeden tırnağa siyasal gericiliği kuşanarak yaklaştığını göstermektedir.
20 Mayıs günü, Fransız hükümetinin gerçekleşen eylemlerin öncüsü olarak nitelediği Saha Eylem Koordinasyon Hücresi (CCAT), şiddetten Fransız hükümetini sorumlu tutarak yaptığı açıklamada, “Devletin anayasa değişikliğini dayatma konusundaki inatçı kararlılığıyla karşı karşıya kaldığımızda, devletin sorumsuzluğunu kınıyor ve insan yaşamının kaybından, zulümlerden ve ülkenin ekonomik dokusunun tahrip edilmesinden onu sorumlu tutuyoruz.” dedi. Anayasal reform karşıtı yani bağımsızlık isteyen Kanaklar ile görüşme yapmak için Yeni Kaledonya’ya giden Macron, bu reformun güç kullanılarak uygulanmayacağını söyleyerek anayasal reformunu geciktireceğinin sinyallerini verdi. İsyanın meşruiyeti ve gücü karşısında geri adım gibi görünen bu yaklaşım, özünde Yeni Kaledonya’nın sömürgecilik karşıtı hareketini sindirmeyi, manipüle ederek güçten düşürmeyi içerdiği açıktır.
Dünyanın hemen her coğrafyasında yaşanan yoksulluk, savaş ve direnişlere son süreçte Yeni Kaledonya da eklenmiş oldu. Fransa’nın sömürgesi olan ve Fransa’nın “denizaşırı bölgeler topluluğu”nda bulunan Yeni Kaledonya, tarih boyunca Fransa’yla çeşitli çelişkiler ve buna bağlı direniş ve çatışmalar sürüyor. Bugüne kadar, aralarında 4 polisin olduğu 11 kişinin öldüğü isyanı Fransa Cumhurbaşkanı Macron “daha önce görülmemiş bir isyan hareketi” olarak tanımladı. Macron ve hükümetin yasayı geri çekmemesi, isyancıların da barikatlarla direnişi sürdürdüğü bir süreçte bölgenin daha büyük gelişmelere gebe olduğu açıktır. Bölgeye asker konuşlandıran Fransa’nın muhtemel bir katliam planına sahip olduğu düşünülmelidir. OHAL, Fransız hükümetine bir dizi yetki de vermektedir. Fransa bu yetkileri sonuna kadar kullanarak direnişi bastırmak ve bölge için yaptığı planlamaları hayata geçirmek isteyecektir.
Kanak kelimesi, Polinezya dilinde “insan olmak” anlamına geliyor. Aslında tek talepleri insanca yaşama hakkı olan bu halkın direnişi bitmedi, sürüyor. Geçmişten günümüze kadar ada genelinde sık aralıklarla Kanaklar tarafından gerçekleştirilen isyanlar sonucunda birçok Kanak, kıyı kesimlerinden adanın iç kesimlerine sürgün edilerek bastırılmaya çalışılmıştır. Ama unuttukları bir şey vardı: Onca baskı ve sürgüne rağmen ezilen ve sömürülen halkların mücadelesinin önünde dağ olsa duramaz! Yüzyıllar geçti, ne haklının direnişi bitti ne de halkın tutuşturduğu isyan ateşi söndü! Her zaman ki gibi “Direnenler Her Zaman Kazanamayabilirler Ama Kazananlar Hep Direnenler Olmuştur.”