Koronavirüs pandemisi delta varyantı başta olmak üzere çeşitli varyant ve mutasyonlarla varlığını sürdürmeye ve toplumsal yaşamı etkilemeye devam ediyor. Emperyalist-kapitalist sistem, ilaç tekelleriyle birlikte her ne kadar aşılamalar yapmışsa da dünyada halen aşıya ulaşım noktasında ciddi sorunlar yaşanıyor. İlaç tekellerinin aşıda patenti kaldırmayışının milyonlarca insanın aşıya ulaşamamasındaki rolü bilim insanlarınca vurgulanıyor. Salgının toplumsal bir sorun olduğundan hareket eden bilim insanları çözümün de ancak tüm dünyada yaygın ve hızlı aşılamanın sağlayacağı “toplumsal bağışıklık” ile çözülebileceğini belirtiyor.
Ne var ki gerek emperyalist-kapitalist sistem gerekse de ülkemizdeki yerli uşakları Türk hâkim sınıfları salgın krizini halk için berbat bir biçimde yönetmekle kalmamış bu krizi dahi sistemin çıkarları doğrultusunda değerlendirmişlerdir. Salgının yıkıcı etkisi kâr ve rant odaklı örgütlenen sağlık sistemini büyük bir çöküşe götürdü. İşçi ve emekçiler, yaşam hakları hiçe sayılarak hiçbir önlem alınmaksızın patronların geleceği uğruna zorla çalıştırıldılar. Milyonlarca insan ve özellikle de genç işsiz kaldı. En yakıcı olarak gençliğin yaşadığı gelecek kaygısı, daha toplumsal bir gerçekliğe ve tehdide dönüştü.
Salgın döneminde yaşananlar yalnız bunlarla da sınırlı kalmadı. Milyonlarca öğrenci “eğitim hakkı”ndan yoksun bırakıldı. Salgının henüz başında eğitimin her kademesinde (ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite) örgün eğitime ara verildi. Bir süre sonra “online, uzaktan” eğitime geçiş yapıldı. Halihazırda zaten niteliksiz, anti bilimsel ve paralı olan eğitim sorunları pandemi sürecinde daha da derinleşti. Uygulamalı eğitimin zorunlu olduğu bölümler dahi online eğitimle yapılmaya çalışıldı. Salgın süresince patronlara “dev kurtarma paketleri” açıklanırken eğitim hakkını güvence altına almak adına hiçbir bütçe ayrılmadığı gibi bir yol haritası da belirlenmedi. Eğitim Bakanı kendi alanını ilgilendiren “okullar ne zaman açılacak?” sorusuna dahi cevabı Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bekledi. Nitekim eğitim politikalarındaki “kriz ve yönetememe” hali Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un istifasıyla sonuçlandı. Benzer istifalar S. Soylu ve B. Albayrak’tan da gelmişti. Bu istifalarla sistemin, kendi açmazlarını ve yönetme krizlerini kişilere mâl etme hesabı yaptığı aşikardır. Eğitimdeki sorunlar yeni bakanlarla çözülemeyecek kadar derin ve kökleşmiş bir durumda. En basit ve “ulaşılabilir” olarak görülen online eğitime ulaşmak dahi bir ayrıcalık halini aldı. Milyonlarca öğrenci bu eğitime dahi bilgisayar ve internet gibi teknik altyapı eksiklikleri, aslında yoksulluk nedeniyle ulaşamadı. Söz konusu eğitime ulaşılsa dahi müfredat niteliksiz ve bilimsellikten uzak oldu. Eğitim hakkı milyonlarca öğrenci için geçtiğimiz iki yıl boyunca “hayal” olarak kaldı.
Türk hâkim sınıfları ve devletin dümenindeki AKP bu süreçte yaşanan sorunlar konusunda umursamaz bir tutum izledi. Deyim yerindeyse attığı adımlarla eğitim hakkını kendi kaderine terk etti. Rant ve kendi çıkarları söz konusu olduğunda “turistlerin karşılaşacağı herkesi aşılayacağız” açıklaması yapan egemenler eğitime gelince tüm sorumluluğu velilere ve öğrencilere bıraktı. Oysa pandemi nedeniyle kapatılan okullarda, pandeminin seyrine göre gerekli bütün önlemler alınarak eğitime devam edilmesine dönük adımlar atılabilirdi.
Tam tersine salgının durumuna göre kimi zaman birkaç hafta açık kalan okullarda, öğrenci velilerine “Çocuğumuz hastalanır ise sorumluluk bizdedir.” Anlamına gelen formlar imzalatıldı. Yine aynı süreç içerisinde egemenler öğrencilerin okula gönderilip gönderilmemesinin ailelerin inisiyatifine bırakıldığı açıklandı.
Özellikle AKP’nin iktidar dümeninde olduğu yıllar boyunca “dikiş tutmayan” eğitim sistemi, pandemi sürecinde çöküşü yaşadı. Mevcut eğitim sisteminin zaten geleceksizlikten ve ucuz iş gücünden başka bir şey vaadetmeyen niteliği yeni işsizler ordusunu güçlendirmek ve en temel haklardan olan eğitim hakkını gasp etmekten öteye geçemedi. Bu koşullarda milyonlarca öğrenci belirsizliğin ortasında “eğitime nasıl ulaşacağız?”, “okullar açılacak mı” soruları eşliğinde yeni döneme giriyor.
Salgının seyri dördüncü pik ile yeniden ağırlaşırken okulların açılıp açılmayacağına dair tartışmalar da gündemdeki yerini koruyor. Eğitim hakkına erişimin “güvenli” bir şekilde sağlanması noktasında henüz somut adımlar atılmış değil. YÖK (Yüksek Öğretim Kurulu) 2021-2022 eğitim-öğretim döneminde örgün programlarda “yüz yüze eğitime” başlanması için yürütülen çalışmalar hakkında bilgilendirme açıklaması yaparak “yapılan açıklamada salgının dinamik bir süreç olduğu göz önünde bulundurulduğunda, üniversitelerin ilgili kurulları tarafından salgının bölgesel ve yerel seyrine göre farklı programların farklı uygulamaları özelinde planlama yapılması” gerektiği vurgulanırken “nasıl” sorusuna ise kayda değer bir açıklama getirilmedi. Okulların “gerekli koşullar altında” açılabileceği ilan edilse de nasıl bir plan-program yapıldığı halka açıklanmadı. Geçtiğimiz günlerde eğitime dair sorulara bir yanıt da Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’dan geldi. Yaptığı açıklamada “Velilere ya aşı ya da PCR testi zorunluluğu getirilebilir.” diyen Koca yine tüm sorumluluğu öğrencilere ve velilere bırakacaklarının işaretini verdi.
Salgın ile birlikte eğitim hakkının gaspı “normalleştirilirken” eğitime ulaşımda da egemenlerin herhangi bir hazırlığının olmadığını söylemek mümkün. Milyonlarca öğrenci bir belirsizliğin içerisinde yeni eğitim-öğretim sürecini karşılıyor. Niteliksiz, piyasacı ve anti-bilimsel eğitim sistemi pandemi ile birlikte zaten çürüyen yapısı daha da derinleşiyor. Egemenler, gençler ve öğrenciler için geleceği daha da koyu bir biçime büründürüyor. Buna karşı yeni dönemde eğitim hakkının kazanılması için mücadele etmek, örgütlenmek, geleceğimizi çalan egemenlere karşı özgürlüğümüzü savunmak esasımız olmalıdır.