[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Siyonist işgalin savunma bakanı Yoav Gallant, “Gazze’deki savaşta zafer kazanamazsak, Orta Doğu’da yaşayamayız” demecini vererek işgalin saflarındaki varoluşsal gerilimi itiraf etti. Siyonist işgal, emperyalizmin ileri karakolu olarak bugüne kadar üç eksen sayesinde var olabildi, bu üç “damar” sayesinde parazit varlığını korudu. Bu üç atardamarın ilki Mersin Limanıdır. İşgalin ilk yıllarında, henüz Tel-Aviv Limanı inşa edilip operasyonlara hazırlanmadan önce TC’nin Mersin Limanı neredeyse de-facto bir İsrail limanı olarak çalışmıştır. Bugün, Siyonist işgalin en büyük ticaret ortaklarından biri olan TC’nin, işgalle kurduğu iktisadi ilişkiler hâlâ bu liman üzerinden yürütülmektedir. Aksa Tufanı atılımını gerçekleştiren ulusal direniş güçlerine kürsülerden destek mesajları yollayan TC, aynı anda Siyonist işgal güçleriyle yıllık 5.1 milyar dolarlık ihracat ve 1 milyar 540 milyon dolarlık ithalat yapmaktadır. Gazze’yi bombalayan İsrail pilotları eğitimlerini Konya’da almakta, Filistin halkının kapılarını tekmeleyen Siyonist postalları da Türkiye’nin komprador sermayesi tarafından tedarik edilmektedir. Siyonist işgal ordusunun içtiği sudan yediği gofrete kadar tükettiği ürünlerin ambalajında Türk komprador sermayesinin imzası gözükmektedir.
TC ve Siyonist işgal bölgemizde emperyalizmin iki ileri karakolu, iki uşağı ve yayılmacı devlet olarak var olmaktadır. Bu iki devletin kurduğu ontolojik “kardeşlik” bağı, egemenlerin kitlelerin duygularını iç siyaset için sömürme hamlelerinin ötesinde oldukça derindir. Kürsülerden timsah gözyaşı döken iktidar, kendi muhafazakâr kitlesini Filistin adına mobilize ederek önümüzdeki yerel seçimde konsolidasyon sağlamaya çalışmaktadır. Bunun ötesinde Siyonist işgalin varlığını sürdürmesi, TC’nin de varlığına bu bakımdan güç vermesi demektir. İki devlet arasındaki ilişkiler salt iktisadi değil, ideolojiktir de. Egemenlerin demagojileri ve kitle mobilizasyonu için döktükleri timsah gözyaşının ardında bölgede birbirlerinin destekleyen bu iki ileri karakol gerçeği yatmaktadır.
7 EKİM HAMLESİ SONRASI
Filistin direniş güçleri 7 Ekim’de başlattıkları Aksa Tufanı hamlesiyle bölgede gitgide normalleşme eğilimi içine girmiş Siyonist işgalin varlığını tekrar hatırlattı. Bilhassa Siyonist işgal ile iktisadi ve siyasi ilişkileri normalleştirmek isteyen, çeşitli anlaşmalarla işgali tanıyan Arap devletlerinin bu hayalleri suya düştü. Kamuoyunda uzun süredir unutulmuş gözüken ve Trump’ın Kudüs’ü, işgalin başkenti olarak tanımasıyla “kaybedilmiş bir dava” olarak görülmeye başlayan Filistin direnişi bu hamleyle tekrar canlandı. Tüm dünyada Filistin halkına kitlesel düzeyde destek gösterileri düzenlendi, kitleler yüzlerini tekrar Gazze Şeridi’ne döndüler. Bu tabii ki çabuk bir askeri zafer getirmedi. Ancak psikolojik etkileri Vietnam halkının Tet Harekâtı (20 Ocak 1968 – 23 Eylül 1968) ile benzer. Filistin direniş güçleri işgalin tarihinden beri ilk kez “saldırıya” geçti ve Siyonist işgalin de “kanayabildiğini” herkese gösterdi.
Direnişin bu kudretli hamlesiyle bir bölündü, iki oldu. Tüm dünya ya işgalin ya da direnişin yanında saflaştı. Mazlum Filistin halkının örgütlü ve sindirici şiddeti tarafsızlığın imkânsız olduğu yüksek bir politik yarılma yarattı. Bu yarılmada bölgedeki gerici Arap devletleri ve TC gibi İsrail’e ikiyüzlüce ilişki kuran devletler seyirci kalmayı tercih ederken Yemen gibi tüm imkânsızlıklara rağmen Filistin ile daha ileri düzeyde ilişki kuran bölgesel güçler de oldu.
YEMEN’İN HAMLESİ VE ÖNEMİ
Yemen’in büyük bir bölümünde egemen olan Husiler, 1990’lı yıllarda Kuzey Yemen’deki oldukça yoksul ve dağlık bir bölge olan Saada’da kuruldular. Şia mezhebinin Sunni mezhebe en yakın kolu olan Zeydi koluna mensup bu hareket kurulduğunda bir tebliğ ve dayanışma hareketiydi. Husiler, isimlerini kurucuları olan Hüseyin El-Husi’den alıyorlar, ancak hareket kendisini Husi değil, “Ensarullah Hareketi” tanıtıyor ve resmî kullanım da bu. Ensarullah Hareketi, kuruluşundan kısa bir süre sonra “Hizb al-Haqq” ismiyle partileşiyor ve Yemen siyasal hayatında epey ses getiriyorlar. Kısa bir süre sonra meclise de giriyor Hizb al-Haqq. Ancak hareketin lideri ve kurucusu Hüseyin El-Husi, 2004 yılında Yemen hükümetinin düzenlediği bir suikast ile öldürülüyor, bu olaydan sonra hareketin, günümüzdeki iktidar pozisyonlarına dek sürecek mücadelesi başlıyor.
Ensarullah Hareketi, İran eksenindeki diğer hareketlerle yüksek oranda benzeşiyor. İran’ın jeopolitik stratejisinin şekillendirdiği ABD ve Siyonist işgal karşıtlığı Şia teolojisi ve imgeleri ile teorize ediliyor. Bir “İslamcı” hareket olarak Ensarullah’ın anti emperyalizme meyleden yönü tam anlamıyla anti kapitalist olmadığı için güdük. Yine de bölgede Amerikan hegemonyasının çözülmesinde gedikler açmakta Ensarullah gibi yapılar oldukça kritik bir role sahip.
SİYONİST İŞGALİN KESİK DAMARLARI
Siyonist işgal, deniz kıyısından iç kesimlere yayılan bir kolonizasyon süreci ile büyüdü. İlk Siyonist yerleşimciler Filistin’in kıyı şeridinde yoğunlaşmışlardı. Bunun sebebi coğrafi; çünkü Siyonist güç üç tarafının “düşmanla” çevrili olacağını biliyordu. Bu yüzden daha Osmanlı ve İngiliz mandası günlerinde kıyı şeridi yerleşimlerine önem verildi Siyonist işgal projesinde. Bu doğrultuda, etrafları “düşmanla” çevriliyken deniz yolu her zaman kritik bir önemde oldu. Yazının başında bahsettiğimiz üç atardamar; Mersin, Tel-Aviv ve Akabe Körfezi’ndeki Eilat limanları Siyonist işgalin varoluşunun teminatıdır.
Aksa Tufanı hamlesinin ilk günlerinden itibaren Ensarullah Hareketi, Filistin’e Yemen’den fırlattığı roketlerle fiili bir destek verdi. Bu güdümlü füzelerin birçoğu Suudiler ve Mısır devleti tarafından imha edilse de bir kısmı Siyonist hedefleri vurmayı başardı. 15 Kasım’da Ensarullah, Siyonist işgale karşı bir başka hamle yaparak Kızıldeniz ve bir kıyısını kontrol ettikleri Bab-el-Mandeb boğazından geçerek Siyonist işgale giden gemileri için abluka ilan etti.
İsrail Ulusal Güvenlik Araştırma Merkezi tarafından 2021 yılında yayımlanan bir raporda “Husilerin Bab al-Mandab Boğazı, Kızıldeniz veya Aden Körfezi boyunca uzanan nakliye hatlarındaki gemilere saldırma ihtimalinin İsrail ulusal güvenliği için somut bir tehdit oluşturduğu” zaten belirtilmişti. Siyonist işgal, körfezin her an kitlenebileceğinin ve bu durumun kendisi için ciddi tehdit oluşturabileceğinin farkındaydı.
Yine 2018 yılında, Yemen’de güçlerini konsolide etmelerinden itibaren Ensarullah’ın Kızıldeniz kıyısındaki varlığından endişe duyan Siyonist Başbakan Benjamin Netanyahu, Tel Aviv’in bölgedeki nakliye yollarının kapatılmasını önleyecek her türlü uluslararası çabaya destek vereceğini belirtmişti.
İşgalin korktuğu başına geldi ve Ensarullah gemileri vurmaya başladı, hatta 19 Kasım’da Siyonist milyarder Avraham Ongar’ın bir nakliye gemisine el koydular. 12 Aralık’ta da yine Siyonist işgale giden bir petrol tankeri füze ile vuruldu.
Siyonist işgalin Walla gazetesi bu sıralarda BAE ve Dubai’den başlayarak kendilerine ulaşan bir karadan nakliye koridorunun açıldığını duyurdu. Artık Kızıldeniz’i kullanamayan işgal, iş birlikçi Arap devletlerini kullanarak kendisine yeni bir soluk borusu açmaya çalışıyordu.
Ensarullah Hareketi’nin ablukaya aldığı Bab al-Mandab Boğazı’nın önemi onun yıllık değerinin yaklaşık 700 milyar dolar olması ve deniz ticaretinin yaklaşık yüzde 10’unu barındıran bir su yolu olmasından geliyor. Bilhassa Uzak Asya’nın yarı sömürge ve yarı feodal, Avrupa emperyalistleri tarafından ucuz emek cehennemine çevrilmiş ülkelerinde üretilen lüks tüketim ürünleri bu su yolu vasıtasıyla Avrupa’ya ulaşıyor. Bu su yolu ve ilerisindeki Süveyş Kanalı, yolculuğu 14 ila 20 gün kısaltıyor.
Sadece Siyonist işgali değil, tüm emperyalist-kapitalizmi etkileyen bu cesur hamle sonrası Maersk ve Evergreen gibi denizcilik şirketleri bölgedeki faaliyetlerini durdurdu. Gemiler tekrar uzun rotaya dönmek zorunda kalırken ürünlerdeki fiyat artışı piyasaya hemen yansıdı. Su yolunun kesilmesiyle çok katmanlı bir siyasi-iktisadi kriz tehlikesiyle yüz yüze kalan NATO emperyalizmi ABD öncülüğünde Ensarullah Hareketine karşı bir filo hazırladı ve bölgeye gönderdi.
Ancak ABD Fransa ve İngiltere gibi müttefiklerini dahi bu sefere zor bela ikna edebiliyor. Eski hegemonik gücü zayıflamakta olan ABD, küresel emperyalist-kapitalist sistemin “bekçiliği” görevini yerine getirmekte artık zorlanıyor.
ÇARIKLILAR KAZANACAK
Aksa Tufanı hamlesinin ardından Gazze’de meskûn mahal çatışmalarına dönüşen mücadeleden gelen görüntüler tarafların niteliğini gözler önüne seriyor. Bir tarafta milyonlarca dolarlık ekipmana sahip ABD emperyalizminin donattığı Siyonist ordu, diğer tarafta ise üzerlerinde kimi zaman askeri bir teçhizat bile bulunmayan direniş güçlerinin el yapımı patlayıcıları… Mazlum dünya halkları egemenlerin elindeki son teknoloji ve sofistike savaş makinelerine karşı yaratıcılık ve cesaretleri ile karşı koyuyor. Merkava tanklarını ucuz dronlar imha ediyor, Filistinli fedailer, patlayıcıyı kendi elleriyle hedefe yerleştiriyorlar. Bugün Yemen’de de halkı örgütlemeyi ve savaştırmayı başarmış Ensarullah Hareketi tüm politik çizgisinin yanlış ve eksiklerine rağmen kendisinden nicel anlamda çok daha kudretli bir düşmana meydan okuyabiliyor. Amerika’nın bölgeye gönderdiği milyar dolarlık uçak gemilerini ucuz karadan-denize ateşlenen güdümlü füzelerle tehdit ediyorlar. Çarıklı, ellerinde soğuk savaştan kalma silahların bulunduğu savaşçılar Siyonist işgale ait gemilere el koyuyor…
Savaşlar günümüzde gitgide “daha ucuz” silahların daha yaratıcı kullanımlarıyla kazanılıyor. Egemenler savaş makinelerini ne kadar geliştirirlerse geliştirsinler kitleleri örgütlemiş, kitleleri savaştırmış bir hareketin karşısında şansları bulunmuyor.