[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Kadınlar yaşamları boyunca erkek egemen düzenin tezahürü ile karşılaşmaktadır. Kadın bedeni ve kimliği baskı altına alınmakta ve kadının kendi bedeni hakkında bile söz sahibi olamayacağı bir duruma gelmesi dayatılmaktadır. Devlet ve onun ideolojisinin tahakkümü altında olan toplumsal yapı her alanda kadını kendi sistematik kalıpları içerisinde öğütmeye çalışmaktadır.
Kadınların dünden bugüne erkek egemen devlete karşı kazandığı haklar yasalarda tanınmaktadır ancak bu sefer de “yasal” gerekçelerle bu haklar gasp edilmektedir. Bu haklardan bir tanesi de kürtaj hakkıdır.
Kürtaj, kadınların yaşamında var olmaya başladığından beri kullanım amacı sürekli farklılaşmış, hâkim sınıfların elinde bir cezalandırma aracına dönüşmüştür. Nazi döneminde doruk noktaya ulaşan öjenik kürtajla “üst insan” yaratma politikaları, tecavüz sonucu oluşan gebeliğin sonlandırılmasının mahkeme kararına bağlanması, kürtajın eş ve ebeveyn iznine tâbi olunması, süre sınırının bulunması gibi birçok saldırıyla baskı altında tutulmaya çalışılmıştır.
Türkiye’de kürtaj yasağı 1983 yılında yürürlüğe giren 2827 No’lu Nüfus Planlaması Yasası’yla kaldırıldı. Yasaya göre kadınlar 10 haftaya kadar olan gebelikleri isteğe bağlı olarak sonlandırabiliyor. Kürtaj yaptıracak kadın evliyse eşinin, 18 yaşının altında ise ebeveyn onayı gerekiyor. Ayrıca boşandıktan sonraki altı ay içindeki gebeliklerde de kürtaj için kadının eski eşinden izin alma zorunluluğu var. Yani kürtaj bir hak olarak tanımlansa da kadınlar bu hakka ulaşabilmek için yine birinden izin istemek zorunda bırakılıyor. Evli olmayan kadınların hamilelik süreçlerinde de GEBLİZ (gebe, bebek, lohusa izleme sistemi) denen sistemle kadın hamilelik bilgisini paylaşmasa, doğurup doğurmama kararı vermese bile sağlık çalışanları ev ziyaretine süreci incelemeye geliyor. Bu uygulama sonucunda da kadının evli olmadan hamile kalma durumu aile içinde daha fazla baskı altına alınmasına sebep oluyor. Sağlık Bakanlığının “mahremiyet butonu” denen uygulamayla bu tarz risklerin önüne geçilebileceğini söylemesine rağmen bu uygulama ne sağlık çalışanları ne de kadınlar tarafından biliniyor. Ayrıca kürtaj süresi tecavüz gibi durumlarda 24 haftayken 20 haftaya düşürülmüştü. Tecavüze uğrayan bir kadın kürtaj olmak istediğinde de önüne devletin yasakları çıkmaktadır. Örneğin Nevin Yıldırım tecavüzcüsünü öldürdüğünde 3,5 aylık hamile olduğu ortaya çıkmıştı. Ancak yasal süreyi geçtiği için kürtaj yapılmasına izin verilmedi. Hatta dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ tecavüz sonucu hamile kalan kadınlara “Siz doğurun biz bakarız” söylemlerini kullanarak tecavüzcüleri cesaretlendirip kadınların varlığını hiçe saymıştı. Daha birçok olayda da tecavüze uğrayan kadınların yasal sürenin geçtiği gerekçesiyle kürtaj hakkı engellenmiştir.
2012 yılında Başbakan Erdoğan’ın “Sezaryen ve kürtaja karşıyım. Bunu söylediğimde bana karşı çıkan basın mensupları, yatıyorsunuz kalkıyorsunuz Uludere diyorsunuz! Ben de diyorum ki, her kürtaj bir Uludere’dir!” açıklamalarının ardından kürtajın yasaklanabileceği ya da yasaklanmasa bile bu hakka erişimin zorlaşabileceği gündeme gelmişti. Devletin bu söylemlerine karşı Türkiye’de 2012 yılında kürtajın yasaklanabileceği ihtimali üzerine ve tecavüzlerde kürtaj süresinin kaldırılması için kadınlar sokakları doldurmuştu. Bu eylemliklerden ürken erkek egemen devlet geri adım atmıştı ancak yasalarda değişiklik yapmayıp birtakım gerekçelerle kürtajı sınırlandıracak adımlar atmıştı.
Yasalarca tanınmış bir hak olmasına rağmen kürtaj günümüzde hâlâ kadınların erişmekte zorluk çektiği veya erişemediği bir haktır. Kürtaj olmak isteyen bir kadın hastaneye başvurduğunda kürtajın bakanlık tarafından yasaklandığını, devletin buna izin vermediğini dolayısıyla da yapamayacakları cevabını alıyor. Kadir Has Üniversitesi’nin 2016’da yayınladığı “Devlet Hastanelerinde Kürtaj Hizmetleri Raporu”na göre, 81 ilin 53’ünde (zorunlu haller dışında) kürtaj hizmeti veren hastane yok. Batı Marmara ve Doğu Karadeniz bölgelerinde isteğe bağlı kürtaj servisi veren devlet hastanesi hiç yok. Türkiye genelinde 431 devlet hastanesinden sadece yüzde 7,8’i isteğe bağlı kürtaj hizmeti veriyor, yüzde 11,8’i ise kürtaj hiç yapmıyor. Kürtajların %70’i de özel sağlık kuruluşlarında yapılıyor. Devletin izni olmadığı gerekçesiyle özel sağlık kuruluşlarına yönlendirilen kadınlar da sosyo-ekonomik koşullarından dolayı çareyi “merdiven altı” yerlerde aramak zorunda kalıyor. Devlet hastanelerinde zaten az sayıda yapılan kürtaj, yeni yasayla doktorların inisiyatifine bırakılmıştı. Doktorlar, vicdani ret kullanarak kürtaj yapmayı reddedebiliyor ancak yapmak isteyen doktorlar da uğrayacağı mobbingden dolayı kürtaj yapmak istemiyor. Bu durum da kürtaj oranlarının devlet hastanelerinde düşmesine, kürtaj hakkının artık bir hak olmaktan çıkmasına yol açıyor; çünkü önceden ücretsiz olan kürtaj tamamen özel hastanelere devrediliyor. Kürtaj olmak isteyen yoksul kadınlar ya düşük yaparak hayatını kaybediyor ya da ucuz merdiven altı yerlerde sağlıksız bir şekilde kürtaj yaptırıyor.
Kürtaj hakkının gaspı “nüfusun azalacağı” kaygısıyla açıklanmaya çalışılsa da bunun altında kadınların kendi bedenleri üzerinde söz sahibi olmalarının engellenmesi amacı yatmaktadır. Erkek egemen devlet kadınları kendi tahakkümü altında tutmaya, çizdiği toplumsal rollere hapsetmeye çalışmaktadır. Devlet dini değer yargılarını pazarlayıp kürtaj yasağına kılıf aramaktadır. Kadınların kazanmış olduğu bu hak cinayetle eş değer sayılmakta ve devletin erkek egemen niteliği toplumda da kadına yönelik bakış açısında açığa çıkmaktadır. Devletin erkek egemen niteliğinin yanında Türkiye’nin yarı feodal yapıda olmasından kaynaklı bu bakış açısının gelişmesi, kadınların emeğinin karşılığını alamamasına, kazanılmış haklarının elinden alınmasına, taciz ve tecavüze maruz kalmasına, katledilmesine yol açmaktadır. Sadece yarı feodal yapıda değil bugün “demokratik” olarak adlandırılan emperyalist kapitalist merkezlerde de kadınlar benzer durumlarla karşı karşıyadır. Örneğin ABD’de geçtiğimiz haftalarda Yüksek Mahkeme’nin kürtaj hakkını kaldırmaya yönelik karar taslağına karşı kadınlar dört bir yandan sokaklarda haklarının elinden alınamayacağını haykırmıştı.
Kadınların kazanmış olduğu hakların tarihi mücadele ile doludur. Türkiye, Polonya, Arjantin, Şili, Afganistan ve sayamadığımız onlarca ülkede kadınlar bu mücadeleyi emekleriyle örgütlemiş, kazanmış ve kimi zaman saldırılarla kaybetmiştir. Çünkü hâkim sınıflar kendi geleceklerinin devamlılığı için bu hakları her zaman baltalamaya, yasaklamaya ve kendi sınırları içerisinde tutmaya çalışır. Kazanılmış haklar ancak mücadele ederek korunabilir. Sadece belirli hakların tanındığı bir yaşam değil kadınların özgür olduğu yarınlar için erkek egemen düzeni yok etme perspektifinde birleşilmeli ve kurtuluşun adımı olan Demokratik Halk Devrimi yolunda örgütlenilmelidir.