[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Geçtiğimiz günlerde YÖK Başkanı Erol Özvar yaptığı açıklamada üniversiteye giriş sınavlarında barajın kaldırıldığını açıkladı. Açıklamanın ardından üniversitelerin durumu ve geleceği noktasında birçok kaygı tekrar tartışılır oldu. Üniversiteler, pandeminin ardından yaklaşık olarak iki yıldır belli istisnalar dışında internet üzerinden eğitime devam ediyor. Öğrenci gençliğin uzun zamandır üniversitelerin niteliğine dair sorunları artmaktaydı. Özellikle 2021 yılında uzun bir süre gençliğin önemli gündemlerinden biri olan Boğaziçi Direnişi, öğrenci gençliğinin mücadelesinin bir parçası olmuştu. Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan kayyum rektör direnişin ilk fitilini yakmıştı. Devam eden süreçte ise direnişin asıl muhtevasını üniversitelerdeki anti-demokratik uygulamalar, faşist abluka, niteliksiz ve anti-bilimsel eğitim oluşturmaktaydı. Boğaziçi direnişini uzun süren etkisinden sonra ise “yüz yüze eğitime başlıyoruz” açıklamasının ardından öğrencilerin geri dönüşlerinin sonucunda barınma sorununu meydana getirdi. Üniversite gençliğinin geçtiğimiz yıl içerisinde öne çıkan sorunlar ve direnişler noktasında bu iki kitlesel hareketi örnek gösterebiliriz. Gelecek kaygısının bugün daha yakıcı bir biçimde hissedildiği sefalet koşullarında ise halk gençliğinin özelde de üniversite gençliğinin sorunları derinleşmektedir.
UCUZ İŞ GÜCÜ: DİPLOMALI İŞSİZLER
Bizimki gibi yarı feodal, yarı sömürge ülkelerde üniversiteler hâkim sınıfların ihtiyaçlarına göre dizayn edilmektedir. Özellikle bölümler, dönemin hangi kâr politikasına uygunsa ona göre açılmakta, kontenjan sayısı artırılmakta ve iş alanları belli oranda sağlanmaktadır. Emperyalist kapitalist sömürünün parçası olan Türk hâkim sınıfları, uşaklığını yaptığı efendilerinin ihtiyacına göre sömürü çarkının dişlilerini yaratmaktadır. Diplomasını eline alan öğrencilerin ufkunda belirgin olan tek bir şey vardır, o da işsizlik. Bunun sonucunda ise kendi mezun oldukları bölümlerinin dışında farklı mesleklerde ucuz iş gücüne dönüşmüşlerdir. Genç İşsizler Platformu’nun 2022 Şubat raporunda açıkladığı verilerde; geniş tanımlı genç işsizliğinin 3 milyon 552 bine ulaştığı belirtilmektedir. Mezun olduktan sonra elindeki diplomanın hiçbir işe yaramadığını fark eden mezunlar ise asgari ücretin altında çalışmaktadır. Raporun diğer bir dikkat çekici kısmında ise “1 milyon 159 bin üniversite mezununun iş bulma ümidini yitirme gibi sebeplerden ötürü” iş dahi aramadıklarını ve bu sebepten kaynaklı da işsiz sayılmadığı için “işsizlik” tanımının içinde yer almadığıydı.
Bir dönem “kalifiye eleman” ihtiyacı için açılan meslek liseleri ve meslek yüksekokulları bugün staj sömürüsüne dönüşmüştür. Yine bir dönemin en çok kontenjan açılan fakültelerinden olan İktisadi ve İdari Bilimler (İİBF)’de en fazla işsiz mezun eden bölümlerin başında geliyor. Görmekteyiz ki hâkim sınıfların ihtiyacını karşıladıktan sonra kendiliğinden bir duruma bırakılan bölümler, verimsiz hâle getirilerek sadece geleceksizlik üretmektedir.
“HER İLE ÜNİVERSİTE PROJESİ”NİN AÇMAZLARI
Erdoğan üniversitelere dair her söyleminde “her ile üniversite açması” ile övünüyor. 2021 YKS sonuçlarının ardından Yükseköğretim Bilgi Yönetim Sistemi’nin açıkladığı verileri incelediğimizde ise karşımıza birçok üniversitenin kontenjanlarında boşluk olduğunu görmekteyiz. Örneğin; Çankırı Üniversitesi’nde İİBF’de açılan 275 kontenjana yerleşen öğrenci sayısı yalnızca 9. Yine Gümüşhane Üniversitesi’nde İletişim Fakültesi’ne açılan 380 kontenjandan sadece 68’i dolabilmiş. Üniversitelerde dolmayan kontenjanlardan sonra birçok bölüm kapanmak zorunda kaldı. Hâl böyleyken barajı kaldırma amacının bir yanı da üniversitelerin kontenjanlarının doldurulmasına yönelik olduğu aşikâr. Aksi takdirde her ile açılan üniversitenin işlevselliği tartışılır hale gelecekti. Bunun da en kolay yöntemi barajın kaldırılarak durumu gizlemek.
YÖK Başkanı yeni sistemin rekabeti daha fazla artıracağı ve üniversitelerin kalitesinin yükseleceğini dile getirdi. YÖK Başkanı, rekabetin daha fazla artacağı noktasında doğruyu söylüyor. Sınava giren öğrenci sayısının artacağı elbette beklenmektedir. Dolayısıyla eleme için soruların zorlaşacağı, zor sorular içerisinde zaten eşit koşullarda eğitim göremeyen öğrenciler daha niteliksiz üniversiteleri tercih etmek zorunda kalacaktır.
EGEMENLERİN ÖĞRENCİLER ÜZERİNDEKİ KÂR HIRSI
Patronların kalelerinden olan TÜSİAD’ın 2008’deki Üniversiteler Raporu’nda özel üniversitelerin yetersizliği belirtiliyor. TÜSİAD’ın bu raporunun ardından özel üniversitelerdeki artışı görebiliriz. Dikkat çekilecek bir diğer nokta ise 2008 sonrası açılan özel üniversitelerin köklü özel üniversitelerden “daha ucuz” olmasıdır. Kapsamı yüksek gelirli müşteri-öğrencilerden, orta gelirli müşteri-öğrencilere genişlemiştir.
Özel üniversiteler tamamen öğrenci gençliğin üzerinden kâr elde etme amacıyla kurulmaktadır. Eğitimin piyasalaştırılmasıyla öğrenciler mezuniyetten sonra “iş imkânı” sunma aldatmacası ile kandırılmaktadır. Örneğin; kendi özel hastanelerinde çalışacak sağlıkçıları bu üniversitelerde yetiştirmektedir. Sağlıkçı olmak isteyen ve atanma korkusu yaşayan gençler de özel üniversiteleri “tercih” ederek geleceğini garanti altına alma eğilimi göstermektedir.
Yine aynı raporda şu detay göze çarpmakta: “…meslek yüksekokulları üniversite dışında, bağımsız olarak da yaşayabilir. Her bir yüksekokul kendi kurumsal kimliğini inşa edebilir, hizmetlerini bulundukları bölgenin işgücü piyasasının gereksinimlerine göre uyarlayabilir.” Patronların kendi eğitim müfredatını hazırladığı, kendi piyasasını belirlediği bu özel üniversitelerle daha fazla kâr edecek genç bulmayı istemesi pek de şaşırılacak bir durum değildir. Halihazırda yarı sömürge yarı feodal ülkelerdeki özel üniversitelerin birçoğu emperyalizmin ihtiyaçlarını besleyecek bir biçimde ele alınmaktadır. Patronların “elit” diye belirttiği bazı özel üniversiteler ise doğrudan emperyalist sermayenin güdümünde veya emperyalizm için çalışmaktadır.
SANDIĞIN DEĞİL GELECEĞİN GENÇLERİ OLALIM
Emperyalist kapitalist sistemin krizi toplumsal isyanları da bağrında taşımaktadır. Özellikle yakın zamanda emperyalist kapitalist merkezlerde gençliğin isyanına zaman zaman tanık olmaktayız. İtalya, Yunanistan, Fransa gibi ülkelerde öğrenciler niteliksiz okullara, staj sömürüsüne ve bir dizi soruna karşı isyan dalgasını yaymaktadır. Birçok ülkede üniversitelere dair yeni eğitim reform paketleri yayınlanırken bunların içeriğinde eğitime ayrılan bütçelerin kısıtlanması ile karşılaşmaktayız.
Bizimki gibi ülkelerde ise var olan kriz iyice derinleşirken hâkim sınıfın temsilcileri bugün emperyalist efendilerinin arasında yerini sağlamlaştırma ve daha fazla taviz koparma telaşı içindedir. Enflasyon, yoksulluk ve zamlar cenderesinde geniş halk yığınlarının sisteme dair öfkesi de büyümektedir. Bir yanda grevler ve isyanlar boy gösterirken bir yanda da klik dalaşının altında umut “sandığa” sıkıştırılmak istenmektedir. Bunun içerisinde de hâkim sınıfın temsilcileri halk gençliğini potansiyel oy olarak görmenin dışında, isyanını ve öfkesini dizginlemeye çalışmaktadır.
Hâkim sınıflar, halk gençliğinin biriken öfkesini bastırmak için örgütlü mücadele alanlarına saldırmakta ve en küçük hak talepleri faşizmin sopasıyla karşılaşmaktadır. Yarattıkları krizin faturasını ise yine halk gençliğinin üzerine yüklemekten başka bir amaçları yoktur. Tüm politikaları ürettiğimiz emeğimizi, düşüncemizi sömürmek üzerinedir. Gençlik ise bu gerçeği bulmada bugün çaresiz, umutsuz değildir; o gerçekleri kavrayarak değiştirici gücüne inanmalıdır.