[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
6 Şubat depremlerinin yarattığı tahribat onarılamamışken ve halkımız ölenlerin yasını tutarken ülke gündemi bir anda Millet İttifakı’nın adayını belirleyeceği toplantıya ve ardından da Meral Akşener’in ittifaktan ayrılması üzerine yoğunlaştı. Deprem gündemi ancak böylesi bir kriz haliyle sönümlenebilirdi. Halkın çıkarlarını düşünmeyip kendi sınıfsal-siyasal varlık ve geleceklerini her şeyin önünde tutanların gerçek yüzü bir kez daha ortaya çıktı. Burjuva-feodal siyaset tarzının bir yozlaşmalar bütünü olduğuna belli aralıklarla yakinen tanıklık ediyoruz. Hesapların ve masa başı oyunların egemen sınıflar nezdinde meşrulaştırıldığını görüyoruz. “Siyasette her şey mümkün” sözü halkımızca kanıksanmış ve mesele siyaset kurumunun bizzat kendisiymiş gibi algılanır hale gelmiştir. Geri, orta, ileri tüm halk kesimleri bu siyaset tarzından bir şekilde nasibini almış durumda. Haber kaynakları ve görsel basın da burjuva-feodal medya hâkimiyetindeyken görece bağımsız aktörleri barındıran sanal medyada da öne çıkan isimler bu tarzı konu ediniyor.
Sözünü ettiğimiz tarz, “siyaset”i genellikle altyapının belirlediği bir üstyapı kurumu olmaktan çıkarmış, başıboş bir “devleti idare etme” pratiği haline getirmiştir. Düzen partilerinin kliklerle saflaşan egemen sınıfların temsilcileri olduğu gerçeği, egemen sınıflar lehine rafa kaldırılmıştır. Örneğin iki temel klikten birisi “beşli çete” söylemiyle diğer kliğin dayandığı sınıfları teşhir ederken, kendisi başka bir burjuva-feodal kampın temsilcisi değilmiş gibi siyaset yapmaya devam etmektedir. İleri kitlede karşılığı olacak şekilde muhalif kliğin sınıfsal pozisyonu bulanıklaştırılmıştır. Halkla egemen sınıfların siyaseti arasında bir satıcı-müşteri ilişkisi benimsenmiş, kitleler gündelik hayatın birçok yerinde bu siyaseti konuşuyor olsa da kendi konumlanışını oy verme pratiği üzerinden oluşturmuştur. “Türkiye halkı politiktir”den anladığımız, egemen sınıf siyasetinin bu konjonktürde değerlendirilmesinden ibarettir. Politiklik en geniş kitlede Millet İttifakı’nın adayının kim olacağı, Akşener’in hangi hesapla masayı terk ettiği ve seçim sürecinin nasıl işleyeceği yönünde hayat bulurken, örneğin ileri kitlede, adayın siyasi duruş ve karakterine göre siyaset tarzının değişebileceği üzerine bir kanı oluşmuş, örneğin Mansur Yavaş’a göre Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı daha meşru görülmüştür. Dolayısıyla önümüzde iki temel engel vardır: Birincisi, siyasi gündem belirleme olanağımız yoktur. Verili gündemi teşhir etmek genel reaksiyon haline gelmiştir; ikincisi ise, verili gündemin kitlelerce ele alınış şekli sorunludur. Burjuva-feodal sınıfsal gerçekliğine paralel siyaset anlayışı, kitlelerde de yüzeysel bir siyasi algı eğilimine yol açmıştır ve en geniş kitlede ve özelde de ileri kitlede, son süreçte yaşanan siyasi gelişmeler genellikle yanlış ele alınmıştır.
Yanlış ele alışlardan birkaçına, Meral Akşener’in masayı terk etmesi üzerinden değinelim: 1.si “Kılıçdaroğlu Kürt ve Alevi olduğu için devlet tarafından istenmiyor ve Akşener bu yüzden masayı terk etti” iddiası yanlıştır. Kılıçdaroğlu’nun Kürt-Alevi kimliği ile devletin bir problemi yoktur, zira Kılıçdaroğlu ezen ulus-ezen mezhep egemenlerinin temsilcisidir; 2.si “Kılıçdaroğlu sermayedarlara savaş açtığı için devlet tarafından istenmemiştir” söylemi yanlıştır. Kılıçdaroğlu komprador büyük burjuvazinin ve büyük toprak ağaları sınıfının egemen olmayan kliğinin temsilcisidir. Devlet aynı sınıfların farklı klikleri arasında el değiştirmektedir; 3.sü “Akşener kazanacak aday istediği için masayı terk etti” ifadesi yanlıştır. Akşener’in temsil ettiği siyasi yapılanma, AKP-MHP blokunun erime ihtimalini hesaba katarak “merkez sağ” diye nitelendirdikleri kesimin en büyük temsilcisi olmak iddiasıyla bir hamle yaptı. Kendini CHP’nin başını çektiği ittifaktan bir şekilde ayırmaya çalışma hamlesiydi bu hamle. Güçlü bir çıkış yaparak CHP’nin tahakkümünü zayıflatmak, aradan sıyrılmak gibi bir derdi olsa da hesapları tutmadı. Burada CHP’nin devleti yönetme istencinin ne kadar güçlü olduğunu ve dolayısıyla iktidara ne kadar hazır olduğunu gözlemleme fırsatımız oldu. Zira son derecede popülist bir çıkış yapan Akşener’e karşı CHP’nin söylemi galip geldi. “Halil İbrahim sofrası” metaforuna yaslanan Kılıçdaroğlu, Akşener’in masadan çekilme restini göğüslemekte bir beis görmedi. Hareketsiz kalan Akşener’in Yavaş ve İmamoğlu’nu Cumhurbaşkanlığı yardımcılığını önermesine “gerekirse evet” diyerek iktidarı ilk turda almayı ne kadar istediğini gösteren de yine CHP idi. Halkımız bu siyaset tarzına güvensizliğini genel olarak dile getiriyor. Millet İttifakı’nda vücut bulan egemen sınıfların muhalif kliğinin siyasi mücadelesi, çok düşük beklentilerle destekleniyor. “Kısmi de olsa rahatlayalım”, “o herifin yüzünü görmek istemiyoruz”, “her yere kendi adamlarını doldurdu”, “en azından sokakta eylem yapabiliriz”, “devrimci-demokrat kurumların az da olsa önü açılır” gibi söylemlere rastlıyoruz sıklıkla. Hiç kimse açlığın, yoksulluğun, sınıfsal ve milli baskının olası bir hükümet değişikliğiyle son bulacağını savunmuyor. Görüyoruz ki siyasi beklenti ve talepler çok minimal düzeylerde ve yüzeysel şekilde dillendiriliyor. Oy verme pratiğinin kendisi sandığımızdan çok daha basit parametrelerle açıklanıyor. Halkımız tam da bu yüzden boykot pratiğini anlamlandıramıyor. Aslında biz boykot ederek seçimlere halktan daha çok paye biçiyoruz. Öte yandan, yukarıda saydığımız gerekçeler çok pratik gereksinimlere işaret ediyor. Siyasi gündemi işgal edemediğimiz ve siyasete yön veremediğimiz oranda, halkımız pratik çözümler üretmeye çalışıyor. “Kömürcü, makarnacı” diyerek küçümsenen ve oy vermeyi en asli görev olarak gören düzen muhalefetinin aksine halkımız, temel ve geçici ihtiyaçlar için oy verecek kadar önemsemiyor seçim düzenini.
Seçim atmosferinin etkisini gösterdiği bir düzlemde toplumsal olarak yanılgılı bir politizasyonun içerisine girmiş bulunuyoruz. Boykot kelimesini dillendirmenin dahi ileri kitleyi irrite ettiğini hissettiğimiz bir noktadayız. “Sandık çözüm değil” söylemi yerine bakış açımızın ve dayandığımız teorik doğruluğun propagandasını yapmanın bile önemli olduğu bir aşamadayız. Düzen siyasetinin bile bu kadar yanlış analiz edildiği bir atmosferde, sınıfsal bakış açısıyla onların gündemini değerlendirmek, bir teşhir pratiğidir. Gündemi biz belirleyemiyorsak verili gündemi doğru analiz ederek siyasi yetkinliğimizi gösterebilir, ileri kitlelerle hegemonik bir ilişki kurabiliriz.