Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlandığı söylenen “Tarımda Milli Birlik Projesi”nin 25 Nisan’da Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklanacağı duyurulmuştu. Ancak gelen tepkiler üzerine sonbahara ertelendiği belirtiliyor. Ülke tarımını şirketlerin ve uluslararası sermayenin tümüyle denetimine almayı hedefleyen bu projenin tarımsal üreticiler ve köylüler açısından kapsamlı bir yıkım içerdiği daha ilk bakışta anlaşılabiliyor. Ülke tarımının -yeni olmamakla birlikte- sermayenin yoğun saldırılarına maruz kaldığı biliniyor. İktidardaki AKP’nin barajlar ve turizm adı altında doğaya ve tarımsal alanlara yönelik saldırısının ardından söz konusu projeyle köylüler ve üreticilere yönelik yeni saldırıların da gündemde olduğu görülüyor. “Köylü milletin efendisidir” yalanından yüz yıl sonra bu sefer “milli birlik” adı altında tarımsal üretim ve köylüler emperyalist sermaye ve onların yerli işbirlikçilerinin saldırılarıyla yüz yüzedir.
Basına yansıyan bilgilere göre proje kapsamında “Yalın Sistem” adı verilen bir uygulamayla Tarım ve Orman Bakanlığı taşra teşkilatı ile Tarım Kredi Kooperatifleri birleştirilerek “Milli Birlik Kooperatifi” kurulacak. Hisselerinin yüzde 50’sinin (Ülker, Eti, Sütaş, Namet, Pınar, Unilever, TK Holding, Kastamonu Entegre, Migros, Borsa vb.) yerli ve yabancı özel şirketlere ait olacağı “Semerat Holding” kurulacak ve Toprak Mahsulleri Ofisi, Atatürk Orman Çiftliği, Türk Şeker, Çaykur gibi tarımda faaliyet gösteren Kamu İktisadi Teşekkülleri de Semerat Holding’in iştiraki yapılacak. Yüzde 50’si özel sektörde olan hisselerin yüzde 35’inin Milli Birlik Kooperatifi’nde ve yüzde 15’inin ise (TMO, Çaykur, Türk Şeker vb.) tarımsal Kamu iktisadi Teşekkülleri’nde olacağı belirtiliyor.
TARIM ŞİRKETLERE VE ULUSLARARASI SERMAYEYE PEŞKEŞ ÇEKİLİYOR
Milli Birlik Kooperatifi, Semerat Holding ve üreticiler olmak üzere üç ana unsurdan oluşacağı belirtilen Yalın Sistem adı verilen uygulamada üreticilerin söz sahibi olmadığı, Milli Birlik Kooperatifi adı altında tarımsal kooperatif ve KİT’lerin holdinglere bağlı kılındığı, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ise bir nevi özelleştirildiği görülüyor. “Yeni Değer Zincirimiz: Yalın Sistem” adlandırmasından da anlaşıldığı gibi temel dürtüsü artı-değer olan uygulama bir piramide benzetiliyor. Piramidin en altında çiftçiler, ormancılar ve balıkçıların; ikinci katmanda Milli Birlik Kooperatifi’nin; üçüncü katmanda ise Yalın Sistem’in “global oyuncusu” olarak lanse edilen Semerat Holding’in ve piramidin en tepesinde ise yaratılacak olan “Dünya Markası”nın yer alacağı belirtiliyor.
Söz konusu projeye gerekçe olarak ise şunlar belirtiliyor: Tarladan sofraya kadar uzanan ürün değer zincirlerinde yüzde 50’ye varan israf ve verimsizlikler; ölçek problemi nedeniyle tarımsal maliyetlerin yüksekliği; plansızlık ve yetersiz veri nedeniyle gıda fiyatlarında suni dalgalanmalar ve fiyat artışları; değer zincirindeki kopukluk ve katma değerin hakkaniyetli dağıtılamaması; hayvancılıkta yem fiyatlarının, hububatta tohum maliyetlerinin spekülasyonla yükseltilmesi; pamukta çırçır aşamasındaki verimsizlik; patates ve soğanda plansızlık kaynaklı sorunlar ve spekülasyonlar; ekosistemin yönetilemeyen, planlanamayan çok parçalı bir yapıda olması ve koordinasyon, veri akışı, planlama, kontrol ve fiyat istikrarının sağlanamaması… Tüm bu gerekçelere baktığımızda tarımın ve üreticilerin yaşadığı tüm sorunların kaynağı olanların, kendi yarattıkları sonuçları yeni talan planlarına bahane yapmaya çalıştıkları açıktır.
SORUNLARIN KAYNAĞI OLANLAR SORUNLARI ÇÖZEMEZLER
Üreticilerin üretemez hale getirilmesinin ve borç batağına sürüklenmesinin birinci derecede sorumlusu tarımda uygulanan neo-liberal politikalardır. Söz konusu yeni proje ve uygulamalar, tarım ve köylülüğü yerli ve yabancı şirketlerin insafına teslim edecek, piyasa şartlarını dayatarak şirketler dışında üretimi yok edecek, tarımda pahalılığı daha da artıracaktır. Adı “Milli” olsa da tarımsal üretimin bütünüyle şirketlerin denetimine sunulacağı bu projeyle ekonomide yarı sömürge bağımlı yapının daha da derinleşeceği ortadadır. Değer ve kâr odaklı, küçük üreticileri tasfiyeyi amaçlayan, ürün ve gıdada dışa bağımlılığı artıracak böylesi bir projenin halk nezdinde sağlıklı, güvenli ve ucuz gıdaya ulaşımı da hayal haline getireceği ortadadır.
Proje kapsamında ülkenin 12 bölgeye, her bölgenin de 5 birime bölüneceği belirtilirken genişleyen bürokrasiyle yeni rant kapılarının da yaratılacağı görülmektedir. Tarımda şirketlerin hakimiyetini tesis etmeyi amaçlayan bu projede üreticilerin nasıl kalkınacağına dair ise tek bir söz söylenmemektedir. Örneğin mazot, gübre, tohum gibi tarımsal maliyetlerde üreticilerin karşılaştığı yüksek fiyatlara nasıl çözüm üretilecektir; toprağını ekemeyen, ürününü satamayan ya da maliyetinin altında satmak zorunda olan çiftçilere ne tür garantiler verilecektir; halihazırda dahi zengin köylüleri ve büyük toprak sahiplerini kollayan kooperatif ve KİT’ler bir holdinge bağlı çalıştıklarında küçük üreticilerin durumu ne olacaktır gibi soruların cevabı bu projede yoktur. Hakim sınıfların başta küçük üreticiler olmak üzere tarım ve köylülüğü bir anlamda gözden çıkardığı söz konusu proje karşısında bu soruların dürüst bir cevabını aramak kuşkusuz ki saflık olacaktır. Köylüler ve üreticilerin durumunu daha da kötüye götürecek bu gibi uygulamaların tüketiciler yani halk nezdinde de ciddi olumsuz sonuçları olacağı aşikardır. Geçmişte on yıllar boyunca “kendi kendine yetebilen ülke” olarak propaganda edilen tarımsal üretimin tüketiciler boyutuyla da ne hale geldiği yakın zamanda soğan ve patates fiyatları üzerinden açık bir biçimde görüldü. En basit tarım ürününde dahi üretici ve tüketiciyi yok sayarak dışa bağımlılığı artıran politikaların bugün de halka hiçbir yarar sağlamayacağı tam tersine yoksulluğu ve açlığı artıracağı ortadadır.
EGEMENLER KRİZDE İŞÇİ SINIFI VE KÖYLÜLÜK HEDEFTE
Hakim sınıfların ekonomik kriz koşullarında hem işçi sınıfına hem de halkın diğer kesimlerine karşı ekonomik saldırıları daha fazla sömürü ve talan politikasıyla devam edecektir. Bunun gerçekleşebilmesi için ise siyasi baskı daha da koyulaştırılacaktır. Açıklanması ertelenen “Tarımda Milli Birlik Projesi”nin her zaman olduğu gibi belli tepki ve tartışmalar tüketildikten sonra ufak ve biçimsel rötuşlarla fakat özü korunarak hayata geçirilmeye çalışılacağı öngörülebilir. Projenin sonbahara ertelenmesi tarımda genel hasılat dönemi olan yaz ayının da atlatılmak istendiğini göstermektedir. Ancak bilinçli olarak basına sızdırılan ve projede yansıyan amaçların er ya da geç uygulanmaya çalışılacağı, bu anlamda da başta küçük üreticiler olmak üzere tarım ve köylülüğü hedefleyen yeni bir saldırı dalgasının gelişeceği görülmektedir. Bu saldırının daha geniş planda bütün halka olumsuz etkilerinin olacağı düşünülürse ülkemiz sınıflar mücadelesi nezdinde önemli hareketlenmelerin olacağı bir sürecin tarım ve köylülük ekseninde gelişme kaydedeceği belirtilebilir. Komünistlerin bu gelişmeleri öngörerek yoksul köylülüğe ve küçük üreticilere yönelik çalışmalara ağırlık vermesi, gelişebilecek tepkileri örgütlemesi ve Demokratik Halk Devrimi mücadelesine kanalize etmesi bir gerekliliktir. Önümüzde her alanda sınıf mücadelesinin yükseleceği nesnel koşullar ve süreçler bulunmaktadır. Bu nesnel koşulları devrimin hizmetine sunmak tam da devrimci öznenin çabası, iradesi ve yaratıcılığıyla mümkün olacaktır.