Ekonomik ve siyasi arenada çelişkilerin gittikçe keskinleştiği, keskinleşen çelişkilerin kendi kovuğunda değil bir bütün arenanın ortasında yerini bulduğu bir süreçte faşist diktatörlük, nefes alabileceği bir süreç yaratmak için yoğun tempoyla çalışıyor. Halkın sefalet içinde yaşadığı, ekonomik krizi başta temel gıda ürünleri olmak üzere zamlarla fırsata çeviren egemen sınıfların “dış politika”da takındıkları tavır ise başkalaşmak zorunda kalıyor. Faşist AKP-MHP bloku hamaset siyasetiyle başta kendi kitlesi olmak üzere geniş halk yığınlarını etkileme amaçlı çığırtkan söylemleri tekrarlayadursun, bağlı karakterinden kaynaklı faşist diktatörlüğün hiçbir kliğinin “dış politikada” emperyalist efendilerinden bağımsız nefes dahi alamayacaklarının altını çizmek gerekmektedir.
Bununla beraber yukarıda bahsettiğimiz efendi-uşak pozisyonu, TC’nin ringde daha diş geçirebilecek rakipler bulmasını engellememektedir. Efendilerin emperyalist çıkarlarıyla fiili haksız savaş ve işgallere varan dalaşları, uşakların da kırıntıların peşinde ağızlarından salyalar akarak gitmesini beraberinde getirmektedir. Emperyalistler arası çelişkilerin keskinleştiği süreçte, genişleyen manevra alanını kullanan Erdoğan’ın “eyy Amerika” çıkışıyla S. Arabistan’ı hedefleyerek söylediği “enayi değiliz, hesap sormasını biliriz” iddiası aynı denklemin ürünü değildir. Bir tarafta ciddi politik bir etki yerine sadece mizahı yapılmaya layık görülen bir söylem varken diğer yandan her ne kadar son tahlilde buna cüret edecek gerçekliği olmasa da kısmi anlamda tartışılmaya layık görülen bir etki yaratan söylemden bahsetmekteyiz. Osmanlı’dan devralınan şantaj ve pazarlama politikaları, bugün güncel söylemlerle devam etmektedir.
Ancak emperyalist devletlerde etki alanı oldukça büyüyen ekonomik ve politik krizin, ülkemiz gibi yarı sömürge devletlerdeki etkisi çok daha boyutlu olmaktadır. Bu sürecin seçim arifesinde yaşanması ise seçim öncesi hükümet ve muhalefetin (Türk hâkim sınıflarının farklı kliklerinin) farklı salvolarını da doğurmaktadır. Bundan önce görünenin aksine daha yumuşak bir dış politika ve bu çerçevede kurulan dış ilişkiler; yatırım, yardım, borç gibi olgularla ekonomik krizin etkisini kısa süre de olsa azaltma ve iktidarı sürdürme gayesinden başka bir şey değildir. Erdoğan’ı “hesap soracağız”dan Cemal Kaşıkçı davasını S. Arabistan’a devredecek kadar “ilişkileri normalleştirme” görüşmelerine mahkûm eden de bu gerçeklik olmaktadır. Örnekteki bu iki devletin nasıl ve neden normalleşme yoluna girdiği ise basittir. Burjuva-feodal kalemşörlerin dahi dillendirdiği şekliyle: yaklaşan seçim öncesi Suudi finansının seçimlere girmesi ve Erdoğan’ın kazanmasına yardımcı olması istemi. Ülkeye yatırımlar, paralar bekleyen kliğin bu davetine icabet eden S. Arabistan ise meseleye daha garantici yaklaşarak Erdoğan sonrası sürece de hazırlığını yapmaktadır. Ne de olsa böylesi ucuz pazarı bulmuşken yarın iktidar değişse dahi ilişkilerin yine bu gayeyle süreceği bilindiğinden hazırlıklar da ona göre yapılmaktadır.
Bu noktada Ethem Sancak meselesi de oldukça önemli bir örnek olmaktadır. “ABD desteğiyle iktidara geldik” dediği için AKP’den ihracı istenen Sancak’ın aynı konuşmasının devamında söyledikleri de ilgiye mazhar olmaktadır. “Biz adam kesen birçok ülkeyle kardeşiz (…) İsrail ile de barıştık” diyerek Suriye (Esad) ile “barışmanın” önünde hiçbir engel olmadığının altını çizmesi, yukarıda verdiğimiz doneler ışığında egemenlerin sınıfsal karakterini yansıtan önemli bir itiraf olmuştur. Faşist klikler açısından dış politikada önceki dönemlere ya da kadrolara çıkarılan faturalar, krizin derinleşmesi ve etkisini oldukça hissettirmesiyle daha çabuk müdahalelerin gerçekleştirilmesini beraberinde getirmektedir. Komprador burjuvazi, emperyalist tekellerin taşeronluğunu yapma ve onlara uşaklıkta yeminli olma durumunun “hakkını vermek” için seçim öncesi bu yumuşamayı gerçekleştirmek zorunda kalmıştır. Zira yaşanan kriz, sefalete karşı halkın kabaran ve sokağa yansıyan öfkesini engellemek zor, baskı, faşist ablukayla yeterli olmamaktadır. İktidarını sağlamlaştırmak için emperyalistlerin gözüne yeniden girmek isteyen Erdoğan’ın ekonomik ve siyasi anlamda her türlü tavizi vermeye açık olma hali devam edecektir. Bu tavizlerin faturası yine halka yıkılacak, dış politikadaki “kedilik” geniş halk yığınlarına karşı “aslan” gibi kükreme olarak dönecektir. Ancak bu kükreme, her türlü hakkı gasp edilip sefalete itilen geniş halk yığınlarının kabaran öfkesini durduramayacaktır. Bu öfkenin seçim gündemiyle cılızlaştırılmasına, yoksulluğu yaratan sistemin kendisini yeniden örgütlemesine izin vermeyecek olan ise devrimciler ve komünistler olacaktır. Komünistlerin görevi, hâkim sınıfların sınıfsal karakterinden kaynaklı sosyo-ekonomik yapının tasfiye edilmeden halkın kurtuluşunun olmayacağını, bu kurtuluşun ise Demokratik Halk Devrimi bayrağı altında örgütlenerek mücadele etmekten geçtiğini kitlelere kavratmak, bu uğurda kitleleri savaştırmak etmek ve iktidara yürümek olacaktır.