Filistin’in 1947’de BM kararıyla ikiye bölünmesi Siyonist işgalin resmileştirilerek kabul edilmesiydi. Gelinen noktada bu işgal Filistin topraklarının yaklaşık %85’inde hakim hale gelmiş durumdadır. Kalan %15’lik Filistin toprağı ise Siyonist İsrail devletinin binlerce “yeni Yahudi yerleşim yerleri inşaası” kararlarıyla da Siyonizmin işgal planı kapsamına alınmış durumda. Ve İsrail bu plandaki kararlılığını her pratiğinde gösteriyor. Filistinliler tarafından 30 Mart 1967’de İsrail’in binlerce dönümlük Filistin toprağına el koyması karşısında direnişe geçen Filistinliler’den altısının katledilmesine atfen her yıl yapılan “Topak Günü” eylemlerinde yapılan yeni katliam İsrail’in bu yöndeki son icraatlardan birisidir.
Filistinlilerin topraklarına geri dönüş isteğini de içeren işgal karşıtı “Toprak Günü” yürüyüşlerinin bu yıl, Filistinliler’ce “Büyük Felaket” olarak adlandırılan İsrail’in kuruluşunun ilan edildiği 15 Mayıs’a kadar devam etmesi hedefleniyordu. Eylemin daha ilk gününde İsrail askerlerince açılan ateş sonucu 16 Filistinli katledildi, 1400’den fazla Filistinli yaralandı. Devam eden süreçte ölü ya da yaralıların artmaması için Siyonist işgalcilerin önünde bir engel yok. Peki bu şaşırtıcı bir durum mu? Elbette hayır… Emperyalistler, gerici bölge devletleri, işbirlikçi Filistin yönetimi ve çeşitli çizgilerden Filistin direniş hareketleri ve çok daha fazlası adeta bir dejavu etkisiyle “ben bu filmi gördüm”den öte bir umut yaratmıyor. Mesela Kuveyt’in -bu başka bir gerici bölge devleti de olabilirdi- talebi üzerine BMGK’nin acil toplanmasına karşın (Kuveyt’in BMGK’ne çağrısı İsrail’in işgal saldırılarını durdurmak için harekete geçilmesi yönündeydi) bu toplantıdan bırakalım çağrıya yanıt olacak bir kararın çıkmasını, ABD’nin itirazı üzerine İsrail’e karşı bir kınama kararının bile çıkmaması ilk defa mı yaşanıyor? BM Genel Sekreteri Antonia Guterres’in Gazze’de yaşananlarla ilgili acil olarak bağımsız bir soruşturma çağrısında bulunmasına katliamcı İsrail tarafından ret yanıtı gelmesi ve İsrail askerlerinin de kahraman ilan edilerek övülmesini ilk defa mı yaşıyoruz?
Yapılan açıklamalar içinde İsrail Savunma Bakanı Liberman’ın bu yöndeki çağrıları “iki yüzlü sesler” olarak nitelendirmesi ve bunu yüksek sesle söylemesinin ise altı çizilmelidir. İfade edilen tek doğru gerçeklik olması boyutuyla da “takdiri hak eden” bir niteleme olduğu söylenmelidir. Elbette bu ifadeler kuruluş aşamasından bugüne İsrail’den desteğini esirgemeyen emperyalist devletler ve onların işbirlikçisi gerici bölge devletlerine karşı yalnızca küçük bir “nezaketsizlik” olarak görülüp geniş bir hoşgörüyle tolere edilecektir!
TC’nin tavrı ise yine bize hiç yabancı olmayan “yağmam ama gürlerim” türünden… Elbette İsrail de bu gürlemeleri cevapsız bırakmadı. İsrail ile “terör” polemiğine giren Erdoğan’a bizzat İsrail Başbakanı Benyamin Netenyahu “Dünyanın en ahlaklı ordusu, yıllardır sivilleri ayrım gözetmeden bombalayan birinden ahlak dersi almayacak” şeklinde oldu.
Arap Birliği’nin Filistin gündemli boş ama acil toplantısını da bu gelişmelere eklersek Filistin halkının işgalci İsrail karşıtı eylemleri durursa tablo netleşmiş, yeni olmayan film bir sonraki çekimlere kadar tamamlanmış olacaktır. Bundan sonrası Filistin halkının bütün kuşatılmışlığına, yalnızlığına karşın artık çoktan bir varlık yokluk meselesine dönüşen Siyonist işgale karşı mücadelesine bağlıdır. Ne Filistin halkının yalnız olmadığına dair atılan kuru sloganlar ne de artık bir avuntu bile olmayan göstermelik toplantılar Filistin halkının yarasını sarabilir. Hele hele bugün artık Filistin siyasetinde söz sahibi olan odakların da kabul ettiği ancak Siyonist İsrail’in bugünkü konjonktürde gündeminden tümden kaldırdığı, emperyalist çözüm olarak sunulan “iki devletli çözüm” mümkün değildir. Bu durum herkesin bildiği ama yüksek sesle söylenmediği için sanki yokmuş gibi davranılan bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Ve bugün herkes biliyor ki Filistin halkının ve direniş mücadelesinin Anka olmak dışında bir seçeneği kalmamıştır.