Rusya’nın Ukrayna işgali bir ayını doldurmak üzere. İşgalin başlamasından bu zamana geçen süre boyunca ekonomik olarak dünyada ve coğrafyamızda krizin derinleştiğini görmekteyiz. Emperyalist kapitalist sistemin yaşadığı ekonomik krizin bir sonucu olan işgal aynı zamanda krizi perdelemek için kullanıldı. Türkiye’nin yarı sömürge yarı feodal yapısı onun sarkaç misali bir politika izlemesine yol açıyor. Burjuva-feodal medyada Türkiye’nin bu siyaseti ‘‘övgü’’ toplarken AKP, destek aldığı MHP ile beraber iktidarını pekiştirme gayretinde şu an için sorun yaşamıyor. Öyle ki bir ay önce seçim tartışmalarını farklı gündemler yaratma çabası ile geçiştirmeye çalışan AKP-MHP ve bu ittifakın destekçileri şu an böyle bir çabaya pek ihtiyaç duymuyor: savaş ortamındaki güya başarılı “denge” siyaseti erken seçim olasılığını gündemden düşürmüş durumda.
İşgal ile Rusya’ya dönük bir dizi yaptırım söz konusu oldu. Bu yaptırımların çoğu ekonomik. Rusya’nın emperyalist pazar alanından “tecrit” edilmesi politikası savaşın ilk haftalarından bu yana gündemde. Bu yaptırımlar sonrası ise enerji, gıda gibi birçok alanda fiyat artışları görüldü. Yaptırımları özellikle ABD, NATO ve AB ülkeleri kararlaştırıp uyguladı. Rusya’ya yaptırım noktasında NATO üyesi Türkiye ise “çekimser” bir tutum belirledi. Türkiye’nin ABD emperyalizmine bağımlılığı onu “işgal karşıtı” olmaya, dolayısıyla yaptırımları onaylamaya iterken Rusya ile arasındaki ekonomik ve siyasi ilişkiler ise tutumunu “dengeleme”ye zorlamaktadır. AB ve NATO ülkeleri hava sahalarını kapatma, ticari ilişkilerini durdurma, Rusya ile siyasi ilişkilerini askıya alma gibi bir dizi yaptırım uygularken Türkiye sadece Montrö Boğazlar Sözleşmesi kapsamında savaş gemilerine Boğazları kapattı. Bu da coğrafyamızda ve dünyada “övgüyle” değerlendirildi.
MONTRÖ’NÜN ARKASINDAKİ TÜRKİYE
Savaşın başlamasından 4 gün sonra, 28 Şubat’ta Türkiye, Boğazları savaş gemilerine kapattı. Bu vesileyle Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin buradaki limanlara, üslere kayıtlı gemileri dışında hiçbir savaş gemisi geçemeyecekti. Bu, dışarından bakıldığında Rusya’ya karşı Türkiye’nin almış olduğu bir yaptırım kararı gibi görünüyor. Durumun kendisini biraz daha incelediğimizde ise Boğazları kapatmanın Rusya’nın aleyhine olmadığı, hatta onun lehine olan bir karar olduğu görülüyor. Ukrayna işgalinde Rusya’dan başka bir geminin Karadeniz’de olamayacak olması Rusya için bir tehdit değil, bir avantaj içeriyor. Buna rağmen Türkiye’ye yönelik NATO’dan gelen “yaptırımlara uy” telkinlerinden sonraki bu karar Türkiye’nin NATO ve ABD’ye “sözünüzü dinliyoruz” görüntüsü olarak değerlendirildi. Bu işgale askeri olarak karşı çıkamayan NATO için söz konusu kararın bir anlamı olmadığını, hatta önemsiz olduğunu söyleyelim. Rusya’nın daha savaştan önce gemilerini Karadeniz’e yerleştirmiş olması da hem onun hazırlığını gösterir hem de bu göstermelik tutumu hiç de yadırgamayacağını! Türkiye’nin bu karakter yoksunu tutumu da bir yanıyla ilişkilerine zeval gelmeme kaygısının bir parçası.
Savaşın daha büyük çapta bir emperyalist savaşa dönüşmesinin olanaksızlığını AB, NATO ve ABD’nin açıklamaları ve tavırlarından görmekteyiz. Ukrayna tarafından Zelenski’nin NATO’ya çağrıları her toplantı ve açıklamasında gündeme geliyor. Tüm bu çağrılara karşın ABD ve NATO ise “savaşan Ukrayna halkını destekliyoruz” yanıtı dışında Ukrayna’nın savaş gücüne “yardım” duyurusu bile yok! Savaşın ilk gününden beri ABD’nin tavrı bu yönde ilerledi. Haksız savaş çığırtkanlığında başı çeken, “demokrasi adına” haksız savaşlara güzellemeleri diline pelesenk eden emperyalistler, dünya halklarına savaş korkusunu empoze ediyorlar. Her zaman kendi haksız savaşlarını halk nezdinde meşrulaştırma gayreti içerisindedir. Ukrayna işgalinde ise savaş çığırtkanlığının ötesine geçmeyen emperyalistler daha çok ekonomik krizi, özellikle de tüm dünyada yükselmekte olan enflasyonu dünya halklarının gündeminden uzak tutmaya çalışıyor.
Bu işgal ve savaş ortamında Türkiye’nin Boğazları kapatma “tantanası” kendisini olduğundan daha büyük gösterme illüzyonudur. Öyle ki bir emperyalist savaş durumunda mevcut yapısıyla Türkiye’nin NATO üyeliği ve özel olarak ABD’ye ve genelde emperyalizme bağlılığı Boğazların kapatılması noktasında bağımsız bir rol oynayabileceği emperyalizmin sözünden ırak bir tablo içinde konumlanacağı hatta konumlanabileceği dahi düşünülemez. Zaten bu anlaşmanın maddeleri de bütün olarak Türkiye’ye bağımsız karar verebilme yetkisi vermiyor; onun iradesine bıraktığı her tutumu “ancak” diyerek Milletler Cemiyeti Konseyi’ne, dolayısıyla belli devletlerin iradesine terk ediyor. İlgili madde şöyledir: “Savaş Zamanı, Türkiye kendisini pek yakın bir savaş tehlikesi tehdidi karşısında sayarsa, Türkiye savaş durumu geçiş rejimini uygulamaya başlayacak; ancak Milletler Cemiyeti Konseyi Türkiye’nin aldığı önlemleri 2/3 çoğunlukla haklı bulmazsa Türkiye bu önlemleri geri almak zorunda kalacaktır.” (Montrö Anlaşması, madde 21)
Türkiye’nin Montrö Anlaşmasını bir propaganda aracına çevirmesi, “bağımsız” gibi davranması Türkiye halkına söylenen açık bir yalandır ve bir manipülasyondur. Bugün “bu bir savaştır” denerek Boğazlar kapatılmıştır ve bunun Rusya için bir yaptırım özelliği taşımadığı açıktır. Türkiye görüşmesinde Almanya Şansölyesi Scholz, NATO ve Boğazlar vurgusu yaparak, “Türkiye’nin Montrö Sözleşmesi uyarınca Boğazları tarafların savaş gemilerine kapatarak krizin daha da tırmanmasının önlemesi önemli. Bunu takdir ediyoruz.” dedi. Açıklamadaki “tarafların” Ukrayna ve Rusya olduğu aşikâr. Savaşın bölgesel çapta kalacağı ve bir dünya savaşına dönüşmeyeceği buradan da ve başka tavırlardan da anlaşılıyor. Türkiye, Rusya’ya yaptırımlar gündemde olduğu sürece Montrö kozunu oynamaya devam edecektir; ama biz bu durumun şu gerçeklikten ibaret olduğunu unutmamalıyız: Türkiye emperyalizme bağımlı yarı feodal, yarı sömürge bir ülkedir. Her politika bu bağımlılık ilişkisinin bir tezahürüdür. Ekonomik anlamda göbekten bağımlı olan Türkiye, ekonomik krizin savaş ile derinleştiği ve yoksulluğun arttığı bu koşullarda Montrö’yü sadece bir propaganda aracı olarak kullanabilir. Krizi ve yoksulluğu gölgelemenin en iyi aracı emekçi halkın gündemini başka yöne çekmektedir. Faşist diktatörlük bugün Rusya’yı ve Ukrayna’yı “barıştırmakta” en güçlü ve çalışkan “arabulucu” olduğunu göğsünü kabartarak gösterme çabasındadır. Oysa onun “arabuluculuk” rolüne biçim veren gerçeklerin temelinde Rusya ve Ukrayna ile arasındaki ticari ilişki ve dolayısıyla bağımlılığı vardır. Arabuluculuğa soyunurken ona yol gösteren asıl olarak onun ticari kaygılarıdır!
TİCARİ BAĞIMLILIĞIN SONUCU OLARAK ARABULUCULUK
Türkiye’nin “arabuluculuk” rolü burjuva-feodal medyada da sıklıkla konu edilmektedir. Burada Türkiye her iki tarafa “zeytin dalı” uzatan pozisyonda gösterilmektedir. Türkiye’nin bu pozisyonu şaşırılacak bir durum değil. Rusya ve Ukrayna arasındaki ticari ilişkileri incelediğimizde Erdoğan’ın “Ne Ukrayna’dan ne de Rusya’dan vazgeçeriz” açıklaması tesadüf değildir. Ticari ilişkinin bu denli yüksek bir hacme sahip olması Türkiye’nin “vazgeçmesini” zorlaştırmaktadır. Özellikle Rusya ile bağımlılığı daha can alıcı bir durumda. Bu yüzden Türkiye’nin Rusya’ya yaptırımlardaki tek alametifarikası Boğazların kapatılması oldu. Onun dışında Türkiye’nin ticari ilişkilerini kesmesi olanaksız. AB ve NATO ülkelerinin Rusya ile ticari ilişkilerindeki ihracat payları ve karşılıklılık oranları bakımından daha güçlü. Türkiye için ise durum farklıdır. Rusya’ya karşı yapacağı “sert” uygulama kendi çıkarına darbe niteliğinde olacaktır. Türkiye’nin Rusya’ya ticari bağımlılığını incelediğimizde: Türkiye’nin Rusya ile ithalat hacmi 2021 yılı içerisinde 27,5 milyar dolar. Türkiye’nin ithal ettiği ürünleri incelediğimizde de ticaretin enerji, gıda, tekstil ürünlerinde yoğunlaştığını görüyoruz. Özellikle son iki yılda Rusya’ya bağımlılık yüzde 22,5 artmıştır. İşgalin başlamasının ardından gıda ve enerji fiyatlarında büyük artışlar yaşandı. Aynı şekilde en çok turist beklenen ülkeler de Rusya ve daha az olarak Ukrayna. Durum böyle olunca ekonomik yaptırımlarda Türkiye’nin hareket edeceği, yaptırım uygulayacağı bir nokta yok.
Türkiye savaşa dair her açıklamasında özellikle bu ticari ilişkileri gözeterek “denge” politikası izliyor. Ne var ki Türkiye’nin politikalarını belirleyen sadece “kendi çıkarları” olmadığından bu “denge politikası” kendinde çelişkiler de barındırıyor. Bu da Türkiye’nin bağımlı yapısını derinleştiren bir etki yaratmaktadır. ABD emperyalizmine bağımlılığı ve NATO üyeliği Rusya ile siyasi, ekonomik ilişkilerinde bir noktada bozulmalara neden olacaktır. Rusya’nın bunu gözeterek hareket ettiği bir sır değil; onun bu denge politikasına yaklaşımdaki “olumlu” tavrında Türkiye’nin gerçek rolünü, niteliğini kullanma siyasetinin belirleyici olduğu biraz derinlikli analizlerde sıklıkla rastladığımız bir görüştür ve bizce de bu görüş doğrudur.
Her koşulda nihai sonuç ABD emperyalizmine bağımlılığın artacak olmasıdır. Genel olarak bakıldığında hiçbir alanda politikada bir ayrışmadan söz edilemez. Tüm bu süreç eninde sonunda Türkiye’nin bağımlı yapısının pekişmesi üzerinden şekillenecektir. Öyle ki ABD Ticaret Odası Başkan Yardımcısı Maron Brilliant yaptığı açıklamada “Sağlık, enerji, dijital sağlık, bilişim ve iletişim teknolojileri önemli alanlar olabilir. Bu pazarda aktif ABD’li şirketler var. Google, Apple bunlardan bazılarıdır. Bunlardan daha fazlasını bilişim ve teknolojileri sektörlerinde çekebiliriz. Aynı zamanda tarım ve gıda sektörü de Türkiye’nin Rusya ile tarım alanındaki bağlarını düşününce bakılabilecek alanlar olabilir.” dedi. Bu açıklamayla birlikte özellikle Türkiye’nin “denge”sinin nereye doğru sapacağı öngörülebilir.
ABD emperyalizminin pazar alanını genişletme politikasında Türkiye önemli bir sermaye alanı olma özelliğini koruyor. Bu bağlamda Rusya’nın Ukrayna işgalinde Türkiye özgülünde açığa çıkan “denge” siyaseti ABD emperyalizmi için “olumlu” bir tablo. ABD emperyalizmi için Türkiye her bakımından önemli pozisyonda yer almaktadır. Dış politikada uzun zamandır ABD karşıtı söylemlerle “diş” gösteren Erdoğan, Biden ile görüşmek için canhıraş debeleniyordu. Savaşın etkisiyle birlikte “denge” siyasetinin amacı ise bağımlılık ilişkisinin restorasyonunu içermektedir.
UŞAKLIĞA ZEVAL GELMEYECEK EMPERYALİSTLER ARASI “DENGE” SİYASETİ
Bugün emperyalist kapitalizmin yaşadığı ekonomik kriz ve yönetememe hali apaçık görünmektedir. Bundan kaynaklı savaş vurgusu her durumda daha güçlü bir biçimde dünya halklarına bir “tehdit” olarak kullanılmaya devam ediliyor. Kapitalizmin devrevi krizleri daha kısa zaman dilimleri içerisinde yaşanıyor. Emperyalistler açısından bu krizi yönetme çabası işçi sınıfının karşısına baskı ve sömürüyü katmerleştiren bir biçimde çıkıyor. Emperyalistlerin askerî harcamaları özellikle son birkaç yıldır artmıştır. Yönetememe krizinin başvuru yollarından birinin savaş olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız. Rusya’nın Ukrayna işgali ile emperyalistler arası savaş olasılığı güçlenmiş görünse de önümüzdeki yıllarda bölgesel savaşların ötesine geçilmeyeceğini öngörmekteyiz. Bu koşullar içerisinde Türkiye gibi yarı feodal, yarı sömürgelerde ise ekonomik ve siyasi krizler daha sarsıcı bir biçimde hissedilmeye devam edecektir.
Emperyalizm bölüşme güdüsünü taşımaz. Bu durum emperyalistler arasında nihai olarak ayrışmayı getirmektedir. Yaşanan bu ayrışma bugün daha yakıcı hissediliyor. Bizimki gibi ülkelerde ise bu ayrışma faşist iktidarın emperyalizme bağımlılığını ve uşak rolünü pekiştirmektedir. Faşist diktatörlük bugün “önemli bir arabulucu” rolü çizerek emekçi halkı yanıltma politikası izlemektedir. Gerçek ise bu değildir. Türkiye yaşadığı ekonomik ve siyasi krizin bir sonucu olarak zaten tabi olduğu tarafı seçmek zorundadır. Kaybedilecek bir iktidar ve gelişecek isyanlar vardır. Bu isyanları dizginlemek ve sömürü düzenini sürdürmek için emekçi halkı kendi gerçek gündeminden olabildiğince uzaklaştırmaktadır.
Rusya’nın Ukrayna işgali elbette ki Türkiye için kaçınılmaz olan ekonomik etkilere sahiptir. Bunlardan biri de enerji alımı bakımından Rusya’ya olan bağımlılığı. Uzun bir süredir Türkiye’nin Doğu Akdeniz üzerindeki doğalgaz ve petrol kaynaklarından pay sahibi olmak için bir çaba içerisindeydi. Yunanistan ile yaşanan gerginlik sonucu Türkiye Doğu Akdeniz Gaz Forumu’ndan dışarıya itilmişti. AB’nin enerji bakımından Rusya’ya bağımlılığı Doğu Akdeniz üzerindeki enerji kaynaklarını tekrardan gündeme getirdi. Dolayısıyla AB emperyalizminin Rusya bağımlılığını azaltacak olan bu iştah kabartıcı enerji kaynaklarından Türkiye de kırıntı koparma emelini koruyor. İşgalin ardından özellikle Türkiye’nin İsrail ve Yunanistan Başbakanları ile görüşmesinin bir yanını da bu durum oluşturuyor. Görüşmelerde öne çıkan başlıklar ise İsrail ile enerji tartışması, Yunanistan ile iş birliğiydi. Bu görüşmelere ilişkin emperyalist efendilerinden gelen olumlu tepkiler Türkiye’ye şimdilik “iyi uşaklık ödülünü” kazandırdı. Öyle ki Türkiye’nin bundan sonraki “denge” siyaseti tam olarak bu “ılımlı” uşaklığını korumak üzerinden şekillenecektir. Zira bu adımlar içeride yaşadığı politik krizi bir nebze öteleyecektir. Sarsılan AKP-MHP iktidarı ise bir sonraki artçılara kadar kısa bir süre daha dengede kalacak.
Emperyalist dalaşın bu denli hararetlendiği noktada dünya halkları nezdinde isyanlar kabarmaya devam edecektir. Özellikle bizimki gibi ülkelerde ekonomik kriz ile yoksulluğun daha fazla artacağı ve bunun isyanlara zemin hazırlayacağı aşikardır. Bugün emekçi halk içerisinde Türkiye’nin bu bağımlı ilişkisini ortaya koymalı ve bu isyanın örgütleyicisi olunmalıdır. Ekonomik olarak bağımlı olan bizimki gibi ülkelerde, emperyalizmin bu krizli yapısının getirdiği yükün ağırlığı emekçi yoksul halkın omuzlarına yüklenmiştir. Emperyalizmin çıkarları için daha fazla üretim sonucu sömürülmeye devam edecek olan işçi sınıfıdır. Öyle ki savaş rüzgarları içerisinde dahi emperyalistler kendi çıkarlarına odaklanmış durumda. İşgalin getirdiği “fırsatları” değerlendirmek üzere iştahları kabarmaktadır. Komprador burjuvazi ise kırıntıların peşinde, çıkarları için pozisyonunu belirliyor. Bu pozisyon alma durumu işçi sınıfının emeğinin sömürülmesini, daha fazla yoksullaşmasını beraberinde getirecektir.
“Komprador burjuvazi daima emperyalizme uşaklık eder ve devrimin hedeflerinden biridir.”(Mao Zedung, Seçme Eserler, Cilt-5) Bugün komprador burjuvazi ve onun temsilcilerinin konumlanışı emperyalist efendilerinin tutumlarına göre bir yön izliyor. Her politika yönelimleri ise ona içkin şekilleniyor. Rusya-Ukrayna savaşında Türkiye’nin aldığı tutumlar uşaklık ilişkisi ile bağıntılıdır. Bu ilişkiyi açık bir biçimde ortaya koymak, geniş halk kitlelerini bu bağlamda örgütlemek elzemdir.