[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
6 Şubat depremlerinin ardından on binlerce binanın yıkılması, on binlerce kişinin hayatını kaybetmesi ve milyonlarca kişinin yaşadığı yeri terk etmesi ile çok vahim bir tablo ortaya çıktı. Kuşkusuz ki bu vahim tablonun tek sorumlusu, inşaat sektörü ağırlıklı yaratılan bürokrat kapitalizmin yoğun olduğu faşist diktatörlüktür. Emperyalizme yarı bağımlı güdük ve kırılgan ekonomisiyle, varlık zeminini faşizmin kurumsallaşması ve yeniden üretimine bağlayan devletin kendini var ettiği kaymakamlık, belediye, hastane gibi çoğu bina yerle bir oldu. Sömürü ve talan düzenini devlet-millet ikiliğiyle devletin kutsallığı zemininde meşrulaştıran devlet, Suriye Kürdistanı’ndan Irak Kürdistanı’na, Libya’dan Ukrayna’ya birçok bölgede vardı, enkazların yanında yoktu. 48 saati aşan yalnızlıklarıyla gördükleri ilk muhabire “Nerede bu devlet?” diye haykırıyordu halkımız.
Uzun bir aradan sonra devletin meşruluğu hiç bu kadar sorgulanmamıştı. Enkaz kenarında cenazelerinin yanında bekleyen depremzedeler “siyaset üstülük” demagojisini elinin tersiyle itip ölülerinin yanında doğrudan siyaset yapıyordu. Kral çıplak seslerinin ülkenin dört bir yanından haykırıldığı sıralarda devlet, çözümü “asrın felaketi” yalanında buldu fakat işe yaramadı. Depremin ardından yirmi günü aşkın bir süre geçmesine rağmen çadır ve tuvalet sorunu sürüyor, salgın hastalıklarsa kapıda. Bütün bu aczi, en iyi bildiği iş olan inşaatla çözmeye çalışan devlet, kudretini bölgede süren artçı sarsıntılara rağmen bir an önce inşaata başlamak için TOKİ’ye ihale açarak göstermeye çalışıyor. Öte yandan halkın önemli bir kısmı devlet ve devlet kurumlarına güvenmediği için AHBAP gibi sivil toplum örgütlerine güvenmeyi tercih ediyor.
Ulusal yas ilanı belli bir güne kadar yas tutmamızı değil yas ilanının bittiği günden sonra normalleşmemiz gerektiğini salık veriyor. Canhıraş bir şekilde inşaatlara tekrar başlanıyor ve halktan bir sene mühlet isteniyor. Hızlı bir şekilde moloz yığınları enkazda çürüyen bedenlerle birlikte toplanıyor. Normalleşme egemen klik için seçime güç kaybetmeden gitme, muhalif klik içinse seçimi bir an önce yapıp yaslandıkları rüzgarla iktidara yürüyebilme anlamı taşıyor.
Tüm bu olgusal gerçekler karşımıza iki temel gerçeği çıkarıyor: Birincisi, emperyalizme yarı bağımlı, montaj sanayiden ibaret ve yağma-talan sistemine dayalı inşaatçı devletin özünde, bir savaş makinası gibi çalışan, İHA’lar, SİHA’lar üreten ve bu anlamda en muktedir ve en perçinlenmiş iktidara sahip görüngünün altında yatan, haftalardır halka çadır bile götüremeyen güçsüzlüğün çelişkisi vardır. Ülkemizin gerçekliği “devlet baba”dan “nerede bu devlet?”e sürekli geçişlerle doludur. Bu gerçeklik bizi ikinci gerçeğe götürmektedir: ülke aynı zamanda bir konjonktürler yığınıdır da. Bu yığın halkasına belki 99’da değil ama şimdi eklenen yeni bir konjonktürel gerçekliğimiz var: Deprem.
Bir konjonktürel gerçeklik olarak deprem, hiç olmadığı kadar yakıcı bir gündemimizdir artık. Evlerimiz sadece başımıza yıkılmadı, yıkılan evlere ulaşılamadı, ulaşılan evlerden cenazeler çıkarılamadı, sağ kalanlar barınamadı, barınanlar temel ihtiyaçlarını gideremedi, temel ihtiyaçlarını giderenler yaşam alanlarını terk etti ve bu durum on milyonu aşkın insanı etkiledi. Sistemin bölgedeki kaybı 70 milyar doları aşmış durumda. Bu kadar sahici bir gerçekliğe bir gerçeklik daha ekleniyor. Türkiye bir deprem bölgesi ve birçok bölge ve şehirde yeni depremler bekleniyor. Şu koşullarda meydana gelebilecek bir Marmara depreminin İstanbul’u ve dolayısıyla siyasi iktidarla birlikte bütün memleketi yıkacağı üzerine konuşuluyor. Zincirin değeri en zayıf halkası kadardır ve TC devletinin değeri de İHA, SİHA üreten tekelleşmiş ve konsolide olmuş bir büyük gücün değil çadır bile götüremeyen devletin değeri kadardır. Cumhurbaşkanında cisimleşen ve bir günde elli yıldır verdiği savaşta oluşan toplam ölümden daha çok insanı öldüren sisteme karşı doğrudan hükümeti hedef alan her söylem şu aşamada devleti teşhir etmektedir. Egemen sınıfların ezilen kliklerinin her defasında yapmaya çalıştığı devlet-hükümet ayrımı yok olmuştur. Bu konjonktür hükümet karşıtlığının, faşist diktatörlüğün sorgulanmasına götürecek çelişkilere ve dinamiğe sahiptir. Bu bağlamda “mesele hükümet değil sistem meselesidir” söylemine gerek bile duymadan, verili her teşhir pratiğinin -egemenler sınıflar elinden çıkmadığı sürece- ileri bir yan taşıdığını söylemek mümkün. Politik ve örgütsel pratik düzeyindeyse demokratik kitle örgütü çalışmalarının zayıf halkayı yakalamak için önemli bir kıymeti olduğu aşikârdır. Halkımız alternatif arıyor. Afet durumlarındaki dayanışma ağlarının bu kadar hızlı örülebilmesi, halkımızın inisiyatifleşmede ve sahip olduğu kaynakları kullanmadaki pratikliği bize önemli ipuçları veriyor. Kitlesel bir şekilde örgütlenmeye belki de her zamankinden daha yakınız. Örgütsel ara katmanlara, ara örgütlenme modellerine ihtiyaç duyduğumuz ve buralarda yetkinleşmemiz gerektiği ortada. Türkiye Devrimci Hareketi’nin ya da demokrat-ilerici kurumların yanından yöresinden geçmiş insanların bölgede ne kadar hızlı bir şekilde inisiyatif aldığını, ülkenin en güçlü örgütü devletten nasıl daha pratik çalıştığını çok net bir şekilde gördük. Disiplinli ve köhnememiş, yerine göre yarı yerine göre tam hiyerarşik, belirli bir otonomisi olan bu yapılanma, bir çeşit gerilla örgütlenmesi gibi çalışmaktadır ya da çalışabilir. Devletin teşhirini sadece sözle değil alandaki konumlanışıyla ve bizzat pratiğiyle yapan irade halkın öfkesini örgütleyebilir. Komünist politikayı küçük burjuva devrimcilikten, devrimciliği reformistlikten ve kendimizi düşmandan ayıracak olan bu inceliklerin kavrandığı ve farkın bizzat afet bölgesinde lehimize açıldığı örgütlenme tarzını düşünmeliyiz. Kendimizi yardımların toplanması, tasnif edilmesi, kolilenmesi ve bölgeye götürülmesi gibi temel ve kıymetli pratiklerin yanında örneğin AHBAP’tan ayırabilecek şekilde örgütlenebilmeli, devrimci pratiği buradan tahayyül etmeye başlamalıyız. Yeni afetleri ıskalamamalı ve iyi hazırlanmalıyız.
Halkın çıkarını her şeyin üstünde tutan, bilgi ve becerisini sevk etmede atik, kolektif çalışmaya önem veren ve bürokrasiden sıyrılmış milyonlar var ve devrimimizin propagandası en temel örgütlenme becerimizde yetkinleşmekle mümkün.