Umut ve Gelecek Demokratik Halk Devrimindedir!

[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]

Faşist sistemin dümenine bir dönem boyunca kimin oturacağını belirleyecek iki turlu seçim 28 Mayıs’ta sonuçlandı. Türk egemen sınıflarının temsilcileri seçimlere tam anlamıyla bir yarılma ve saflaşma içinde girdi. İrili ufaklı faşist partiler de dahil tüm gerici güçler iki ittifak ve blok arasında adeta saflaşmaya mahkûm bırakıldı. Bunun yanında ilerici-demokrat halk güçleri de (reformist ve tasfiyeci anlayışlar) bu keskin saflaşma ve yarılmanın kuşatması altında siyasal bir konumlanışı tercih etti.

Seçim sonuçları, egemen kliklerin güç değişimi mücadelesinde bir önceki döneme göre değişim sağlayamadı. Ancak egemen AKP-MHP kliği konumunu sürdürmek için saflarına yeni siyasi özneleri katarak güç paylaşımında belli bir kayba uğradı. Bu bağlamda yeni süreçte ortaklarının sayısı arttı. Bu durum yönetme açısından belli bir zorluk oluşmasına neden olacaktır. Millet İttifakı da süreç boyunca ortaklarını artırdı; ancak güç dengelerini değiştirmeyi başaramadı. Kuşkusuz bu Millet İttifakı arasında bir çözülme, hesaplaşma durumuna yol açacaktır. CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu bu çözülmeyi engellemek için “kaybederken kazandık” şeklinde bir yaklaşımla safları sağlam tutma mücadelesine seçimin hemen sonunda başlamış durumda. Var olan ittifakı koruyarak; Deva, Saadet, Gelecek gibi partilerin mecliste temsil olanağı üzerinden mücadeleyi tırmandırma planları yapmaktalar. Bu anlamda Millet İttifakı siyasi ve ekonomik krize yaslanarak Cumhur İttifakı’nın çözülmesini boyutlandıracak bir muhalefet yürütmeyi dağılmadan sürdürme planı içindedir.
Ortaya çıkan tablo ve sonuçlar egemen sınıf klikleri arasında mücadelenin tırmanarak süreceğine işaret etmektedir.

Faşist kliklerin seçim kampanyaları, yalınkat bir şovenizm propagandası ile gerçekleşti. Özellikle cumhurbaşkanlığının ikinci turunda bu şovenizm sadece Kürt düşmanlığına değil çok açık bir şekilde göçmen düşmanlığına da kilitlendi. Bu eksene oturan seçim kampanyaları toplumun tüm bölüklerinin seçimin toz dumanı içinde daha fazla şovenleştirilmesi, buna direnç gösterenlerde normalleştirilmesi, faşist devlet yapısının olabildiğince meşrulaştırılması üzerinden yürüdü.

İkinci turda kitlelerin bu siyasi çizgiye mahkûm edilerek sandığa taşınması, konumlandırılması mücadelesi yürüdü. Ancak seçimlerin ikinci turunda sandığa gitme oranında önemli bir düşüş gerçekleşti. Yaklaşık yüzde 3-4’lük bir kesim seçimin ikinci turunda sandıklara gitmemeyi tercih etti. Birinci neden artık seçimlerin sonuçlarının ilk turda belli olduğuna dair şekilleniş iken ikinci neden ise tırmandırılan şovenizme karşı oluşan tepkidir.

Seçim kampanyalarında özellikle Cumhur İttifakı’nın Kürt düşmanlığına dayanan “terör, devletin bekası, millilik” eksenindeki saldırgan çizgisinin, Millet İttifakı’nın bu yönlü kampanyasının devam edeceği görülmektedir. Tayyip Erdoğan’ın balkon konuşmasında “Kandil’dekilerle ‘Haydi’ videosu çekenleri bu millet yutmadı… Kardeşlerim, ne diyordu? Eğer Selo’yu çıkarmak istiyorsanız oyu bana vereceksiniz diyordu. Benim milletim iyi biliyor. Diyarbakır’da 51 Kürt kardeşimizin ölümüne neden olan bu terörist Selo’dur. Adaletin hak ve hukukun egemen olduğu Türkiye’de sen 51 kardeşimizin ölümüne neden olan Selo’yu istediğin gibi dışarıya çıkaramazsın. Bizim iktidarımızda böyle bir şeyin gelişmesi mümkün değildir” diyerek seçim kampanyasının devam edeceğine dair işaretleri vermiştir. Yine şovenizmin en güçlü argümanına dönen, içi boş “yedi düvelle mücadele” argümanının da süreceği şu sözlerinden anlaşılmaktadır: “Sandıklar kapandı, telefon zincirleri akmaya başladı. Körfez’den İngiltere’ye ve Rusya’ya kadar hepsi tebriklerini bildirdiler. Yarın da bu tebriklerin devam edeceğini görüyoruz. Erdoğan’ı yıkmak için kapaklar atmadılar mı, bu kapakları yazmadılar mı işte onlar da kaybettiler. Karşımızda kurulan ittifakları gördünüz, terör örgütlerinden sapkın akımlara kimlerin karşımıza dikildiğini gördünüz. Buna rağmen hamdolsun başaramadılar, inşallah bundan sonra da başaramayacaklar.”
Faşist sistemin ekonomik kriz içinde debelendiği ve bunun artarak devam edeceği, sürece de bu ekonomik krizin yön vereceği açıktır. Bu anlamda kitleler daha fazla yoksullaşacak, sefalet artacak ve egemenler ekonomik krizin tüm faturasını halka çıkaracaktır. Bu tablo seçim sürecinde eldeki tüm olanaklarla, araçlarla frenlenmeye çalışıldı. Döviz kurlarındaki hareketliliği, enflasyonu, bankaların içine girdiği krizi geciktirme, sonraya havale etme durumu oluştu. Bunun yanında seçim süreci hayata geçirilen “seçim ekonomisi” daha ciddi bir enflasyon potansiyeli biriktirdi. Depremin yarattığı felaket ve onun ekonomik sonuçlarının da seçim sürecinde yansımamasının yanında, olanaksız vaatler ile de zaman kazanılmıştır. Şimdi seçim sonrası ekonomiyi dizginleyen politikaların sürdürülmesi olanağı kalmayacaktır. Bu durumun belli bir sonucu, halktan gelişecek yoğun tepkiler olacaktır. Buna karşı şovenizm, “milli gururun kabartılması” siyaseti yönetmek için elde olan tek silah durumundadır. Bunun kapsamlı olarak sürdürülmesi bu şartlarda kaçınılmaz görünmektedir. Bunun karşılığı ise politik kudurganlık, halka daha fazla saldırı, hak ve özgürlüklerin daha da sınırlandırılması, mücadele dinamiklerinin daha fazla baskılanmasıdır.

Seçimlerde en büyük yenilgiyi ise faşist klikler arası mücadelenin basit bir kaldıracı olarak konumlanan reformist ve tasfiyeci akımlar almıştır. Bu kesimlerin “tek adamı, faşist şefi” yenilgiye uğratma hevesi temelde ilkesizliğe dayanan bir konumlanışa yol açmıştır. Faşist kliklerin mücadelesi içinde açık ve keskin bir konum almış ve Millet İttifakı’nın faşist karakterinde anti faşist halk güçlerinin bilincini tarumar etme çabasına yoğunlaşmışlardır. Burada sorun sadece halkı oy vermeye yönlendirmek değildir. Hatta bu oldukça önemsiz bir ayrıntıdır. Asıl mesele faşist güçlerin niteliğini karartan, hatta faşizme karşı kitlelerin mücadele isteğini sınırlayan yaklaşımlardır. Başından sonuna kadar bu ilkesizlikler sürdürülmüş, gericilik iki faşist ittifak tarafından da tırmandırılırken buna karşı bigâne kalan siyasi hat güçlendirilerek sürdürülmüştür. Gericiliğin tırmandırılmasını içeren gelişmelere karşı gösterilen ilerici tavırlar bu kesimler tarafından adeta boğulmaya çalışılmış ve reformist, ilkesiz ve tasfiyeci tavırlar kemikleştirilmiştir.

Halk kitlelerinin faşizme, feodalizme, emperyalizme karşı kendi bağımsız eylemi ve mücadelesine karşı reformist bir saldırı yaşanmıştır. Halk kitleleri reformist ve tasfiyeciliğin açık propagandayla, siyasi tutumla faşist kliklerin mücadelesinde bir kaldıraç olmaya yönlendirilmiştir.

Bu topyekûn gericiliğe karşı MLM’ler oldukça açık bir konum alarak seçimlerde “boykot” tavrı almıştır. Devrimin sorunları, halkın mücadelesinin olanakları arayışı içinde olan bir sürecin politikasını geliştirmişlerdir. Seçimlerde alınan bu tavır kitlelerin öfke ve tepkisiyle uyumlu olmuştur. Ancak örgütsel gücümüz, olanaklarımız kitlelerin bu eğilimini bir güce çevirememiştir. Kitlelerin oy kullanma eğilimi esasta bir politik hayal kırıklığına dönüşmüştür. Komünistler, seçimlerde aldıkları tavrın doğruluğuna ve gücüne yaslanarak halkı mücadeleye seferber edecek bir canlılık ve enerji ile süreci karşılamalıdır. Halkı faşizme karşı savaşa ve mücadeleye seferber edecek yolun kurtuluşu sağlayacağına tam inançla Demokratik Halk Devrimi programına sarılmalıdır. Kitleleri umuda ve kurtuluşa yönlendirecek tek hat budur.