[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
7 Ekim’de, Filistin Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin başlattığı Aksa Tufanı Orta Doğu’daki tüm dengeleri altüst ettiği gibi ezen ya da ezilen hemen tüm cephelerde gözlerin Filistin sorununa dönmesini getirmiştir. Siyonist İsrail Aksa Tufanı sonrası Filistin Ulusal Direnişine, özellikle de Gazze’ye topyekûn bir savaş başlattı. Netanyahu bu topyekûn savaşı “ölüm kalım meselesi” olarak ifade etmektedir. 7 Ekim sonrası ABD, Almanya, Fransa ve İngiliz emperyalizminin politik-ekonomik ve askeri desteğini tüm gücüyle arkasına alan Siyonist İsrail Gazze’yi adeta bir mezarlığa çevirmiş durumdadır. Yoğun bombardımanla binaları, okulları, hastaneleri, camileri-kiliseleri, kampları bilinçli şekilde hedef alarak binlerce Filistinliyi katletti, on binlercesini yaraladı. 2,3 milyon nüfuslu Gazze’de bir milyon insan şimdiden yerinden edildi. Gazze, tam anlamıyla insansızlaştırmayı amaçlayan bir saldırı dalgasına maruz kaldı.
Aksa Tufanı, yerleşik birçok anlayışı yıktığı gibi uzun zamandır kanıksatılmış Filistin hakkındaki statükoyu da parçaladı. Bölgedeki gerici devletler ile İsrail arasında yürüyen ilişkiler dağıldı. Filistin’in yalnızlaşmasını içeren “normalleşme” arayışı da durdu. Halkın deyimiyle, bir kez daha “zor, oyunu bozdu.”
70 yıl boyunca inşa edilmiş Siyonizmin yenilmezlik algısı Aksa Tufanı’yla yıkılmış oldu. Oslo Anlaşmaları ile dayatılan teslimiyetin ötesinde Siyonist yayılmacılığın “normalleştiği” ve artık Filistin davasının “defterinin” dürüldüğünün düşünüldüğü noktada yeni bir savaş başlangıcı oldu.
İsrail Siyonizmi ile Filistin Ulusal Direnişi arasındaki bu yeni savaş durumu haklı ile haksız arasında sürgit devam eden mücadelenin yeni bir aşamasıdır. Tarihsel ve politik haklılık Filistin Ulusal Kurtuluş Mücadelesinindir. Siyonist gericilik ve onun dayanağı olan emperyalistler ise haksız taraftır. Bu mücadelede bilinçli proletarya ve ezilen dünya halkları Filistin Ulusal Direnişinin safındadır. Bu savaşın fitilinin yakıldığı saldırıda İsrail Siyonizminin yerleşim yerlerini de içermesi “haklı olanı” değiştirmemektedir. Filistin savunma savaşı içindedir, haklıdır ve savaşı meşrudur. Filistin’in İsrail’e karşı bu savaşımda elde edeceği zafer enternasyonal proletarya tarafından Lenin yoldaşın ifadesiyle “sevgiyle” karşılanacaktır.
Siyonist İsrail bu savaşı Aksa Tufanı ile kaybolan prestijini düzetmenin ötesinde Filistin topraklarının yer değiştirdiği bir muhtevaya büründürmek istemektedir. Gazze’yi Sina Çölü’ne, Batı Şeria’yı Ürdün’e doğru itelemek böylece Filistin sorununu ABD uşağı Mısır ve Ürdün sınırları içine taşıyarak başka bir denklem kurmak peşindedir.
Kendisini güvenceye alacağı, ABD önderliğinde Arap ülkeleriyle yeni ekonomik, siyasi ilişkiler kurduğu denge arayışı onun gelecek kaygısının büyüklüğünü gösterir. İsrail sürekli olarak gelecek kaygısındadır. Onun Filistin’in varlığına tahammülsüzlüğünün kökeninde bu varlığın kendi geleceksizliğini içerdiği bilgisi vardır. Gazze’ye yönelik askeri yoğunlaşması açmazları çok olan bu hesapların provası niteliğindedir. Joe Biden’ın savaş sonrası ilk önce Netanyahu ile daha sonra ise Ürdün Kralı Abdullah, Filistin Lideri Mahmud Abbas ve Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ile yapmayı planladığı dörtlü zirve kuşkusuz bir master planının ilk diplomatik girişimleri olarak okunabilir. Ancak 17 Ekim’de El Ehli Hastanesi’nin bombalanmasından dolayı bu dörtlü zirve iptal edilmiştir.
İsrail’in Gazze’yi yok etme amacını “Hamas’ı yok etme” olarak ifade etmesi, Savunma Bakanının “kara operasyonu 3-4 ay sürebilir ancak bunun sonunda artık Hamas olmayacak” sözlerinin tercümesi “artık Gazze olmayacak”tır. Gazze’ye yönelik Siyonist barbarlığına kısa bir mola dahi verilmeyeceğini gelişmeler ortaya çıkarmaktadır. Birleşmiş Milletler’de geçici ateşkes oylaması ABD emperyalizmi tarafından veto edilmiştir. Yine Mısır’ın ev sahipliğinde Kahire’de 34 ülkenin devlet başkanı ve dışişleri bakanlıkları düzeyinde gerçekleşen “Gazze’deki Gelişmeler, Filistin Davasının Geleceği ve Barış Süreci” konulu zirvede hiçbir sonuç çıkmamıştır. ABD emperyalizmi bu zirveye Kahire maslahatgüzarı düzeyinde katılım göstererek, zirvenin bir sonuç üretmesini daha baştan engellemiştir.
Gerici bölge devletlerinin Filistin üzerine “barış”, “iki devletli çözüm”, “kırmızı çizgi”, “İsrail kınamaları” vs. gibi rutin ve boş sözler dışında İsrail üzerinde yaptırım olacak hiçbir adım atmadıkları, tutum almadıkları görülmektedir. Bu koşullarda İsrail Siyonizminin Gazze’yi yerle bir edinceye, tam anlamıyla güçten düşürünceye ve kara harekâtına uygun koşulları sağlayıncaya kadar acımasızca bombardıman altına alması garanti altına alınmıştır.
Savaşın gidişatının İran, Suriye, Irak ve Lübnan’ı özelde ise Hizbullah’ı içine çekip çekmeyeceği kritik bir meseledir. ABD emperyalizminin savaşın bu kapsamda büyümesine dair hazırlıklar içinde olduğu görülmektedir. Akdeniz’de konuşlandırılan savaş gemilerinin sadece Gazze için olmadığı, Suriye ve Lübnan cephesi için hem hazırlık hem de caydırıcı bir güç olarak konuşlandığı açıktır. Hem Biden hem de Dışişleri Bakanı Blinken savaşın genişlemesi halinde İsrail’e her türlü desteği vereceklerini “diplomatik teamüllere” uygun şekilde ifade etmişlerdir.
Filistin’e yönelik Siyonist İsrail’in katliam, yok etme ve yerleşim yerlerini değiştirmeyi içeren haksız savaşı ve belirlediği hedefler savaşın kapsamının ne düzeyde genişleyeceği tartışmalarını da getirmektedir. Özellikle ABD emperyalizminin açık rakibi olan Rus ve Çin emperyalistleri “kaygı”, “çatışmaların son bulması”, “ateşkes sağlanması” gibi rutin açıklamalar dışında bir konum almamıştır. İran ve Suriye ise bu savaşın kendilerine doğru taşma olasılığına karşı, İsrail’in atacağı adımlara göre konumlanacakları bir tutum almışlardır. Bu açıdan savaşın emperyalistler arası çelişkiyi hangi düzeyde keskinleştireceği, savaşın hangi boyutta genişleyebileceği ve bölgedeki çelişkileri ve ilişkileri nasıl etkileyeceği şu aşamada belirsizlik içermektedir.
Ancak İran, Suriye ve Lübnan’ın dolaylı ya da doğrudan savaşa müdahil olması durumunda emperyalistler arası hegemonya mücadelesi yeni bir boyut kazanacaktır. Filistin direnişinin Doğu Avrupa, Balkanlar, Kafkasya, Uzak Asya, Afrika ve Orta Doğu’da lokal savaşlarla yürüyen politik yoğunlaşmaya derinlik katacak özellikler taşıdığı açıktır. Bugün belirgin hale gelmeyen emperyalistler arasındaki gerginliğin hızla açık hale geleceği görülmelidir.
Filistin Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin Siyonist yayılmacılığın açtığı savaşa karşı göstereceği direncin düzeyi tüm çelişkilerin seyrini belirleyecektir. Savaşın bölge devletleri arasındaki ilişkilerden emperyalistlerin nasıl ve ne düzeyde sürece müdahil olacağına, bölgedeki ezilen ulus ve inançların mücadele azmine, halk kitlelerinin kendi egemen sınıflarına karşı mücadelesine kadar birçok durumu etkileme kapasitesi vardır. ABD’nin uşağı olan devletlerin Filistin’e desteği ya da soruna müdahil olma biçimleri de esasta bu direnişin kırılması, daha makul düzeyde tutulmasını içerecek şekilde olacaktır. Faşist diktatörlüğün Mısır’la birlikte garantör devlet olmaya dair içeriksiz ve boş çabası da bu tutumun bir ürünüdür. Filistin davasıyla başta faşist diktatörlük olmak üzere bölgedeki gerici devletlerin siyasal ve tarihsel bir ilişkisi aslında yoktur. Onlar emperyalizmle kurdukları bağımlılık ve uşaklık ilişkisinin, İsrail’in de kabul edeceği sınırlarla belirlenmiş bir Filistin devletinin kurularak sürdürülmesini amaçlamaktadır. Böylece güvenceye alınmış bir İsrail ekseninde ABD emperyalizminin bölgesel planlamasında siyasal ve ekonomik rollerini güçlendirmek peşindeler.
Filistin direnişinin gücü, başarısı, ABD emperyalizminin ve Siyonizmin tüm bölgesel hesaplarının altını oyan niteliği ezilen ulusların ve halk yığınlarının mücadelesinde bir kaldıraç olacak özelliktedir. En üst düzeyde ve tüm egemenlik araçlarıyla örgütlü ve adeta savaş makinası olan emperyalist ve Siyonist gericiliğe karşı zayıf, kuşatılmış, yokluk ve yoksunluk içinde bir ezilen ulusun zora dayalı örgütlü direnişinin başarısı kurtuluş mücadelelerinin referansı olacaktır. Bu direnişin emperyalist hegemonya mücadelesini derinleştirmesi, açık hale getirmesi ve çatışma düzeyine taşıması ise haklı ve devrimci savaşların bu gerici hegemonyaya karşı örgütlenmesi zorunluluğu görevini ortaya çıkaracaktır. Filistin direnişinin büyüklüğü, kararlılığı, kurtuluş için ısrarı tüm bölgesel gerici güçlerin maskesini indirdiği gibi, ezilenlerin mücadele azmini ve bilincini yükseltecektir.