Özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla birlikte köleleştirilen kadının ezilenin ezileni olarak sistemdeki yeri, çeşitli biçimlerle günümüze kadar devam etmektedir. Yok sayılması, daha dünyaya gözünü açtığı o gün başlamış, doğumu dahi sessizlikle, yas havasında karşılanmıştır. Tarih boyunca yok sayılan, emeği görülmeyen, her türlü şiddete uğrayan, katledilen kadın, yaşadıklarının kader olmadığını anlamaya başladıkça başkaldırmayı öğrenmiş ve Lenin’in dediği gibi savaşabildiğini göstermiş aynı zamanda da savaşmayı öğretmiştir. Kadın, binyıllardır kendine dayatılan köleliği yıkarak özgürlüğünü inşa etmeye başlamış ve kadının mücadele tarihi büyük bedellerle yaratılmıştır. Dünya devrim deneyimleri “yaşamda ve kavgada ben de varım” diyen kadınların direniş destanlarıyla doludur.
Kendisini binlerce yıldır ezen, baskı altına alan, yok etmeye çalışan sisteme karşı başkaldıran, isyan eden, parça parça düşmanını yenerek özgürlüğüne giden yolu ören kadınların kurtuluş mücadelesi de tıpkı gerilla savaşı gibidir… Kendinden güçlü bir düşmana karşı vur-kaç yöntemiyle hareket ederek, fırsat kollayıp güç biriktirerek, zamanında vurup geri çekilerek, düşmanını parça parça zayıflatmayı ve nihayet yok etmeyi amaçlar. Çünkü gerilla savaşı sadece yıkıcı değil aynı zamanda yapıcıdır. Eskiyeni, çürüyeni yıkıp yok ederek yerine yeniyi inşa eder.
Nasıl ki gerilla gücünü halktan alıyorsa kadın özgürlük mücadelesi de gücünü emekçi kadınlardan, onların çektiği acılardan almaktadır. Clara Zetkin’in; “Emekçi kadınlar her nerede zahmet ve acı çekiyorsa, biz komünist kadınlar orada onlara bu zahmetin ve acının nedenlerini gösteren ve onun karanlık sefaletinden ışıklı geleceğe götüren biricik yolu gösteren aydınlatıcı sözle onların yanında olmalıyız…” sözleri bize de işe nereden başlayacağımız konusunda yön göstermektedir.
Ülkemizin yarı-sömürge yarı-feodal yapısı, kadınların ezilmişliğini, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini daha da derinleştirmekte, çok sayıda sorunu bir arada yaşamaları, emekçi kadınların daha fazla acı çekmesine neden olmaktadır. Bir tarafta emeği hiç görülmeyen ev içi kölelik, diğer tarafta fabrikalarda, atölyelerde, tarımda daha fazla sömürüye maruz kalan “ikinci sınıf”, “ucuz emek” arasında sıkışan kadının içinde bulunduğu durum… Sürekli büyüyen ekonomik krizler, güvencesiz hayatlar, yoksulluk, açlık en fazla kadınları vurmaktadır. Din, gelenek görenek baskıları, “namus, töre” adı altında yaşanan kadın katliamları, taciz, tecavüz, şiddetin her türünü en başta emekçi kadınlar yaşamaktadır. İnsanlığın yarısını oluşturan kadınların katılımı olmadan gerçekleşmeyecek olan devrim mücadelemizin gelişeceği yer tam da bu acıların başladığı yerdir.
Sınıf mücadelesinin bir parçası olan kadının özgürlük mücadelesi, sınıfsal olarak bir yandan burjuvaziye karşı sürerken diğer yandan hem sistemdeki hem de kendi içimizdeki ataerkiye karşı da sürmektedir. Kadının özgürlük sorununun çözümü devrime havale edilmeden bugünden Komünist Partisi’nin önderlik ettiği özgün örgütlenmelerle, özgün araçlarla geliştirilmesi, büyütülmesi gereken bir sorundur. Devrimle birlikte demokratik haklar kazanacak olan kadın, buradan aldığı güçle özgürleşme mücadelesini komünizme kadar sürdürecektir. Burada parti önderliğine özel vurgu yapmak gerekir. Demokratik alanda kadın kitleleriyle ilişki kurmak, onları harekete geçirmek tek başına yetmeyecektir. Bu hareketin nereye yöneleceğini belirleyecek olan Komünist Partisi’dir. Partiden kopuk bir faaliyetin gideceği yer, yakın tarihimizde sağ tasfiyeci hizip faaliyetinde de yaşadığımız gibi iktidar perspektifinden uzak, bazı reformlarla yetinerek devrim hedefinden uzaklaşmak olmuştur.
“Parti, özel görevi en geniş kadın kitlelerini uyandırmak, onları partiye bağlamak ve sürekli olarak onun etkisinde tutmak olan çalışma gruplarına, komisyonlara, komitelere, kollara ya da başka nasıl adlandırılırsa adlandırılsın, organlara sahip olmalıdır. Bunun için tabii ki, bu kadın kitleleri arasında tamamıyla sistematik bir çalışma yapmamız gerekiyor. (…) Onlar arasında çalışma yapmak için özel organlar, özel ajitasyon yöntemleri ve örgüt biçimlerine ihtiyaç var. Bu feminizm değildir, bu pratik, devrimci amaca uygunluktur.” (Lenin, Kadın Sorunu Üzerine, Marks vd., sf. 319-320)
Egemen sınıflar ile diğer sınıf ve katmanlar arasındaki çelişkilerin çözümü; ülkemizin sosyo-ekonomik yapısı ve bu yapıya uygun olarak konumlanmış devlet aygıtının niteliği gereği zora dayalı bir mücadele hattını zorunlu kılmaktadır. Başından sonuna kadar silahlı mücadelenin esas olduğu, faşizmin kalelerinin kırdan kente parça parça iktidarlar alınarak kuşatılacağı ve yine nihai darbenin silahlarla vurulacağı ülkemiz devrim mücadelesi, Yeni Demokratik Devrim görevini yüklenen Komünist Partisi önderliğinde uzun soluklu silahlı mücadele içerisinde gelişip güçlenecektir. Tam da burada sınıfsal olduğu kadar ulusal ve cinsel çelişkilerin baskısıyla yaşayan tüm kesimlerin bu mücadele içerisindeki rol ve misyonu, çelişkilerin çözümünde işçi sınıfının önderliğine ihtiyaç duyduğu kadar, onun tamamlayıcı öznesi haline de gelmektedir.
Ülkemizde silahlı mücadele, iktidar mücadelesinin doğal yasası olarak zorunlu bir ihtiyacın ürünüdür. Halk Savaşı, ülkemiz Demokratik Halk Devrim’inden çıkarı olan tüm sınıf ve katmanların egemen sınıflarla arasındaki çelişkileri ortadan kaldırmaya yarayacak yegane yolun ilk aşamasıdır.
Halk Savaşı Stratejisi’nin ilk aşaması olan “Savunma” aşamasında yaşam bulan Gerilla Savaşı’nın gelişip güçlenmesi, tam da bu çelişkilerin çözümünün ilk adımlarını atmak anlamına gelmektedir. Kendi özgün çelişkileri ile beraber ezilen cins ve cinsel yönelimlerin de gerçek kurtuluşuna hizmet eden Gerilla Savaşı, bugün açısından bütün enerjinin, öfkenin, isyanın biriktiği ve ortak düşmana karşı bir silaha dönüştüğü mücadele olarak özgürlüğün yaratılmasında başat rolü oynayacaktır.
Ülkemizdeki sınıf mücadelesinin tarihi aynı zamanda kadınların da mücadele tarihidir. Nerede bir isyan, başkaldırı, direniş olmuşsa orada her dönem kadınlar olmuştur. Kadınlar, her ne kadar “erkek işi” olarak görülen savaştan uzak tutulmaya çalışılsa da her türlü bedeli göze alarak, gerektiğinde de ödeyerek gerek sınıfsal mücadele de gerekse ulusal mücadele de yerlerini almış, savaş içinde komutanlaşmış, partilileşmiş, öncü, önder olmuşlardır. Her ne kadar bu konuda sistemli bir tarih yazımı olmasa da ülkemizin savaş tarihi bunun zengin deneyimleriyle doludur.
Proletarya Partisi’nde kadınların gerilla savaşına katılımı, Halk Ordusu’nun ilk kurulduğu yıllardan bu yana kesintisiz bir şekilde devam etmiştir. Katılımın en çok olduğu yıllar 90’lı yıllar ve sonrasıdır. Bu yıllar, aynı zamanda 12 Eylül sonrası toplumsal mücadelenin de yeniden yükseldiği yıllardır ve genel olarak hem ulusal harekette hem de devrimci harekette kadınların katılımında ciddi bir artış söz konusudur. Kadının özgürlük mücadelesinin daha görünür, daha örgütlü olmaya başladığı yıllar da yine bu yıllardır. Bu sürecin içinde öne çıkan kadın komutanlar vardır. Yıldız Çiçek Halk Ordusu’nun ilk kadın komutanı olarak anılır. Yeter Koç’un savaşçı özellikleri, iyi silah kullanması anlatılır köylüler tarafından. Perihan Çolak’ın, Süheyla Dağdeviren’in örgütçü, komutan yönleri, partili kimlikleri öne çıkar.
Savaşta kadına yaklaşım açısından içinde birçok çelişkinin de yaşandığı bu dönem, kendi savaşçısını, komutanını, kadrosunu yaratsa da genel olarak kadın, savaşta yine de özneleşmeyi yeterince başaramamıştır.
Yine 90’lı yıllarda Karadeniz’de gerillaya kadın yoldaşların katılımı daha belirgindir. Burada kadın yoldaşlar geçmiş pratiklere göre daha görünürdür. Nurgül Bölükbaş, Nilüfer Atav, Ayfer Celep, Fehiman Bozgurt, Emel Kılıç, Dilek Polat, Karadeniz’de faaliyet yürütüp sonrasında Dersim’de şehit düşen Mehtap Kara, Nurşen Aslan yoldaşlarımız, süreci omuzlamada gerek partili kimlikleri, gerekse askeri nitelikleriyle ön plana çıkmış, savaşın taşıyıcıları olmuşlardır.
Kadının savaşta yer alması, pratikte erkek egemen ideolojinin saflarımızdaki yansımaları açısından birçok çelişkiyi içinde barındırsa da savaşta hak ettiği yerde olmasa da özgürleşmesinin önünü açması açısından önemli bir yerde durmaktadır. Özellikle 8. Konferans’tan sonra sunulan politik yönelim, kadınların mücadelede daha fazla öne çıkmasının, daha fazla örgütlenmesinin, daha fazla özneleşmesinin de önünü açmıştır. Bir yıkım ve inşa anlamına da gelen gerilla savaşında kadınlar, kendi güçlerini açığa çıkarmış, Proletarya Partisi önderliğinde kendilerine dayatılan duvarları parça parça yıkmış, değişmiş, değiştirmişlerdir. Proletarya partisinin 47 yıllık savaş tarihinde ölümsüzleşen 55 kadın yoldaşımızın yaşam deneyimi bunun kanıtıdır.
Savaşa katılan kadınların daha sıkı tutunması, düşman kinlerinin, partiye, mücadeleye bağlılıklarının daha güçlü olması kesinlikle tesadüf değildir. Yaşanan şey, binyılların ezilmişliğini yaşayan kadınların kazanacaklarına sıkı sıkıya sarılmasıdır. Bir anne olarak savaşa katılan Leyla Karakoç’un “sadece kendi çocuklarımı düşünme bencilliği gösteremem” demesindeki, Dilek Polat’ın çocuğunu dünyaya getirdikten sonra hiç tereddüt etmeden savaşa devam etmesindeki inanç ve bağlılık başka nasıl açıklanabilir. Yine son süreç şehitlerimizden Hasret Tanrıverdi ve Gül Kaya yoldaşların silahlarının son mermisine kadar düşmanla göğüs göğüse çarpışıp düşmanı püskürtmelerindeki kararlılık ve feda ruhu bu bağlılığın en büyük kanıtı olmuştur. Sadece Proletarya Partisi açısından değil diğer devrimci örgütlerde de ulusal harekette de -bazı istisnalar hariç- örgüt çizgisini daha güçlü savunan genelde kadınlardır.
Proletarya Partisi’nde şehit düşen kadın yoldaşların birçoğu parti ileri militanı ve parti üyesidir. Bu da yoldaşların partili kimliğini, parti temsiliyetini göstermektedir. Böyle olduğu halde 47 yıllık gerilla savaşı içinde komutanlaşan kadın yoldaşların sayısının azlığı da başka bir çelişki olarak incelenmelidir. Bunda askeri meselelerin erkeklerin iktidar alanları olarak görülmesinin büyük bir etkisi vardır. Mücadeleye aynı koşullarda ve zamanlarda katılan kadın ve erkek yoldaşlardan erkek ilerlerken kadının geride kalmasının nedenleri iyi incelenmelidir. Yaşam içinde eşit koşullar olmadığı durumda eşit olmayanların eşit katılımını beklemek ve bu olmadığında eşit olmayanı eleştirmek haksızlıktır. Bu yüzden kadının savaş içinde erkeğe yetişebilmesi için ek teşvik ve desteğe ihtiyacı vardır.
8. Konferans sonrası gerilla alanında özellikle “Beşler”le atılan adımlar ve sonrasında Parti Komitesi’ne bağlı olarak kurulan Kadın Komitesi’nin faaliyetiyle kadınlar daha fazla öne çıkmış, komutanlaşmış, partileşmişlerdir. Kadın yoldaşların öne çıkması için Parti Komitesi tarafından özel bir yönelim konulmuş, kadınlar, özellikle askeri pratiklerde daha fazla görev ve sorumluluk almıştır. Hasret ve Gül yoldaşlar alandaki Kadın Komitesi’nin üyeleri olarak bu faaliyetin öncülüğünü üslenen yoldaşlardır. Gerilla savaşının görevlerinden biri de kitle faaliyetidir. Kadınların örgütlenmesine yönelik faaliyetler köylü kadınlar içinde de yürütülmüştür. Hasret Tanrıverdi yoldaş özgün kadın çalışmalarını değerlendirdiği bir yazısında kadın kitleleri içindeki çalışmanın önemine şu sözlerle dikkat çekmiştir. “Kadın kitlelerinin sorunlarına yaptığımız müdahaleler daha başında kadınlara umut olmaktadır. Köylü kadınların ‘duydum ki kadınların sorunlarıyla ilgileniyormuşsunuz bana da yardım eder misiniz?’ söylemleriyle geçtiğimiz faaliyet döneminde çokça karşılaştık.”
Yine bu dönemde özellikle yerel faaliyetten katılan ve daha önce örgüt deneyimleri olmayan Zilan (Esrin Güngör) ve Ekin (Gamzegül Kaya) yoldaşların şu sözleri Proletarya Partisi önderliğinde yürütülen gerilla savaşının değiştirici, yenileyici gücünü göstermesi açısından önemlidir.
“Kadınların savaşta daha çok güçlendiklerini, daha çok birbirlerini tamamladıklarını gördüm. Benim için kadınların özgür olması demek; birlik ve beraberlik içerisinde savaşta öncü olmaları demektir. Silah en çok kadına yakışıyor. Çünkü en çok ezilen odur. Çünkü gerçekten savaşmanın gereğine inanan kadın, o silahın hakkını veriyordur. Kadın bin yıllardır ikinci planda tutuluyor. Eve hapsediliyor. Mal olarak görülüp alınıp satılıyor. Tacize, tecavüze uğruyor. Sürekli zayıf görülüyor. Oysa kadınlar zayıf değiller. Yaşadıkları onca baskıya, zulme, ezilmeye karşı ayakta durabiliyorlarsa bu onların ne kadar güçlü olduklarını gösterir. Kadınlar bu gücü ancak savaşın içinde açığa çıkarabiliyorlar.” (Esrin Güngör)
“Katıldığımda beni etkileyen en önemli şey, savaşta kadının çok önemli olduğuydu. Ama erkeğin arkasında değil. Savaşın en önünde olmasıyla… Kadın savaştıkça tümüyle geri yanlarından sıyrılmış olarak gücünü açığa çıkarıyor. Sovyet devriminde kadınlar sosyalizmin kurulması için her alanda savaştılar ve kazandılar. Bizim de yaratmak istediğimiz bu…” (Gamzegül Kaya)
Sonuç olarak kadınların özgün örgütlenmelerinin önünü açan 8. Konferans sonrasında savaş alanında azımsanmayacak bir deneyim birikmiştir. Kadının mücadeleye katılımında atılan bu adımlar, kadın yoldaşların kendi güçlerini açığa çıkarma anlamında daha fazla yol kat etmesini sağlamıştır.
ÖZGÜRLÜĞÜNÜ İSTEYEN KADININ SAVAŞMAKTAN BAŞKA ÇARESİ YOKTUR!
Proletarya Partisi 1. Kongre yönelimini, savaşçı ve militan bir parti örgütlenmesinin gerçekleştirilmesi olarak belirlemiştir. Bugün çocuk istismarlarına, taciz, tecavüze, yok sayılmaya, emek sömürüsüne, “ölmek istemiyoruz” çığlıkları içinde katliama varan kadın cinayetlerine karşı susmayan kadınların öfkesini devrime örgütlemek, Komünist Partisi’nin en başta da Komünist kadınların görevidir. Emekçi kadın kitlelerinin yaşadığı bu sorunlar bizim örgütlenme zeminimizdir. Yaşamın her alanından yükselen kadınların bu öfkesi düzen içine hapsedilmek istenmektedir. Oysa kadınların gerçek kurtuluşu, gerçek özgürlüğü devrimle sağlanacaktır. Kadınların kendi sorunlarına sahip çıkmasını sağlayacak olan emekçi kitleler içinde onların sorunları etrafında güçlü örgütlenmelerle olacaktır. “Örgütlenirken savaşmak, savaşırken örgütlenmek; örgütlerken savaşmak, savaşırken örgütlemek” kadınların daha fazla bu savaşın özneleri olmasına bağlıdır. Kadın kitlelerin yüzünü daha fazla gerilla savaşına dönmesi, kitle faaliyetinin merkezi görev olan gerilla savaşına göre şekil alması gereklidir.
“Partimiz savaşa göre şekillenme politikasını tüm faaliyetlerinde esasa oturtacaktır. Tüm çalışmalar ve yönelim savaşı besleyecek ve onu güçlendiren şekilde ele alınacaktır. Kuşkusuz Halk Savaşı’nın geliştirilmesi demek, bulunduğumuz her alanda en yaratıcı ve zengin devrimci çizginin ve politikanın uygulanması, geniş kitlelerin bu temelde örgütlenmesi ve seferber edilmesi demektir.” (1. Kongre Kararlarından)
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 3 Ekim 2019 tarihli 45. sayısından alınmıştır.