Bir tarafta ABD-AB, öteki tarafta Rusya ve Çin blokları; dünya hakimiyeti uğruna amansız bir mücadeleye tutuşmuş durumdalar. Asya Pasifik bölgesiyle birlikte Doğu Avrupa’nın da yeni rekabet ve gerilim merkezi olarak öne çıkmaya başladığına şahit oluyoruz. ABD-AB blokunun Rusya’yı kuşatma adına Doğu Avrupa’ya yığınak yapması bölgedeki gerilimin her geçen gün yükselmesine yol açmakta. Zira arka bahçesi olarak gördüğü D. Avrupa’da başka bir emperyalist gücün varlığına tahammülü olmayan Rus emperyalistleri de rakiplerine oldukça agresif yanıt vermekten çekinmiyor. Nitekim son günlerde, Rusya’nın Ukrayna sınırına yığınak yaparak, bu ülkeyi işgal edeceğinin sinyallerini vermesi yeni bir krizi ateşledi. ABD-AB bloku Rusya’yı ağır yaptırımlar uygulamakla tehdit etmektedir. Ancak bu tehditlere boyun eğmeyen Rus emperyalizmi, işgalin gerçekleşmemesini, ABD’nin kuşatma politikasını ve D. Avrupa’daki faaliyetlerini sonlandırması şartına bağladı. Bu taleplerin karşılanmaması halinde Rus ordusunun Ukrayna’yı işgal etme olasılığının oldukça güçlü olduğu söylenebilir.
Öncelikle altını kalınca çizmek gerekir ki Ukrayna krizinin altında ABD ve Rusya’nın küresel çapta, özelliklede D. Avrupa’da giriştikleri rekabet yatmaktadır. Yani sorun salt kimin Ukrayna’ya hâkim olacağı meselesi değildir. Bugün Ukrayna’da ABD ve Rusya’nın hegemonya stratejileri çarpışmaktadır.
Bilindiği üzere ABD’nin küresel hegemonyası 2008 krizinin ardından hızlı bir gerileme sürecine girmiştir. O tarihten bu yana ABD her geçen gün kaybederken, rakipleri Rusya ve Çin kuvvetlenmekte ve dünya genelinde etkilerini artırmaya devam ettirmektedirler. Özellikle Çin, ekonomik alanda yaptığı atılımla, Latin Amerika’dan Afrika’ya, Asya’dan, Ortadoğu’ya kadar her bölgede ABD’nin karşısına güçlü bir rakip olarak çıkacak duruma gelmiştir. Rusya da ekonomik alanda görece güçsüzlüğüne rağmen, askeri ve siyasi manevralarla D. Avrupa-Kafkaslar, Orta Asya ve Ortadoğu’da ki etkinliğini artırmıştır. ABD emperyalizmi, Biden’ın başa gelmesiyle birlikte hegemonyasını yeniden tesis edebilmek adına Rusya ve Çin’i çevreleyerek rakiplerini geriletmeyi, en azından denetim altına almayı esas alan bir politika izlemeye başlamıştır. Bu kapsamda Biden yönetimi, Ortadoğu ve Afganistan’dan çektiği güçlerinin önemli bir bölümünü de Rusya’yı kuşatma gayesi ile D. Avrupa’ya yığmaya başlamış ve bu bölgedeki faaliyetlerine hız vermiştir. ABD, bölgede, Baltık denizinden, Karadeniz’e, hatta Yunanistan’a kadar Rusya’ya karşı bir cephe örerek rakibini çevrelemeye, sıkıştırmaya çalışmaktadır. Biden yönetimi, Rusya’ya karşı bu kuşatma stratejisine AB’li emperyalistleri de büyük oranda katmayı başarmıştır. Birçok AB üyesi devlet ABD ile birlikte bölgeye askeri güç konumlandırmıştır.
2014 yılında Kırım’ı Rusya’ya kaptıran, ülkenin doğusunda Rusya desteği ile bağımsızlığını ilan eden (Donets-Luhanks) güçlerle savaşan Ukrayna bölgede ABD’nin baş tetikçisi olmaya en uygun adaydır. Nitekim Biden yönetiminin göreve başlar başlamaz ilk icraatı, Ukrayna’yı kaybettiği toprakları askeri güç kullanarak geri almaya teşvik ederek Rusya’ya karşı kışkırtmak olmuştur. Yine Biden bu süreçte Rusya’yı tahrik etmek pahasına soğumaya bırakılan Ukrayna’nın NATO’ya alınması planını ısıtarak yeniden gündeme getirmiştir.
Rus emperyalistleri önce çarlık, daha sonrasında sosyalizmden geri dönüşle ortaya çıkan sosyal emperyalizm döneminde D. Avrupa’ya hükmetmişlerdir. Rusya Sosyal Emperyalizminin (RSE) dağılmasının ardından birçok ülkenin “bağımsızlığını” ilan etmesiyle Rusya’nın bölgedeki hakimiyeti de sona ermiştir. Ancak Rus emperyalistleri bu kaybı asla kabullenmemiştir. Rus burjuvazisi D. Avrupa, kendi doğal nüfuz alanları, hatta şimdilik kaybedilmiş olsa da doğrudan kendilerinden bir parça olarak görmeye devam etmişlerdir. İkinci olarak D. Avrupa Rusya’nın Batı ve Orta Avrupa’ya açılan kapısıdır. Bu sebeple tarihsel olarak D. Avrupa içlerine yayılma politikası güden Rus devleti açısından bu bölgenin elde tutulması hayati bir öneme sahiptir. Üçüncü olarak, D. Avrupa Rusya tarafından çarlık döneminden bu yana batıdan gelebilecek tehlikelere karşı bir tampon bölge olarak görülmüştür. Yani bölgenin Rusya’nın iç güvenliği açısından da önemi büyüktür.
ABD’nin RSE’nin dağılmasının ardından, “bağımsızlığını” ilan eden ülkelerin çok büyük bir bölümünü NATO’ya alarak bölgeye güçlü bir şekilde girmesi, Rusya açısından çok büyük bir kayıp olarak görülmüştür. Bugün de Biden’ın devreye soktuğu kuşatma politikasının Rusya’yı tamamen bölgeden atarak kendi sınırları içine hapsetmeyi amaçladığı düşünülmektedir. ABD’nin D. Avrupa’da tam hakimiyet kurması, Rusya’nın yayılmacı emellerinin büyük oranda suya düşmesi anlamına gelecektir. ABD’nin bölgeye, dolayısı ile Rusya sınırlarına askeri olarak yerleşmesi, hele hele Ukrayna’nın NATO’ya alınması halinde, Rus emperyalistleri derin bir güvenlik riski ile de karşı karşıya gelecektir. Zira bu durumda Rusya’nın Karadeniz’den Baltıklara kadar olan bütün batı sınırı NATO ve ABD güçlerince çevrelenmiş olacaktır.
Rusya’nın ağır yaptırımlar ve hatta savaş tehditlerine rağmen Ukrayna sınırına asker yığarak bu ülkeyi işgale hazırlanması, Rusya’nın ne denli gözünü kararttığının da kanıtıdır. Rusya işgal, şantajı ile ABD’den birtakım tavizler koparabileceğini hesaplanmaktadır. Nitekim krizin tırmanmasının ardından Biden ile görüşen Putin, işgalden vazgeçmelerinin bazı taleplerinin karşılanmasına bağlı olduğunu açıkça söylemiştir. Unutulmamalıdır ki 2008 yılında Gürcistan’ın NATO üyeliği gündeme geldiğinde, Rusya, ABD’nin yaptırım, hatta savaş tehditlerine rağmen bu ülkeyi işgal etmekten geri durmamıştır. Ukrayna’yı da aynı akıbetin beklediği ön görülebilir. Kuşkusuz ki, Ukrayna’nın işgali, ABD ile Rusya arasındaki son köprülerinde atılmasına ve emperyalist rekabetin küresel anlamda şiddetlenmesine yol açacaktır.
Bu kriz sürecinde dikkat çeken bir başka olgu Çin’in Rusya’yı açık bir şekilde desteklemiş olmasıdır. Çin ve Rusya arasındaki ilişkiler 2000’li yılların başından bu yana hızlı bir gelişim göstermektedir. İki taraf da (Çin ve Rusya) birbirlerini ABD’ye, karşı dengeleyici unsur olarak görmektedir. Ancak Biden dönemine kadar, Çin, ABD’yi tamamen karşısına almamak adına daha ihtiyatlı bir politika takip etmiş, ABD-Rusya gerilimlerinde açıkça taraf tutmaktan kaçınmıştı. Örneğin; 2014 yılında Rusya’nın Kırım’ı ilhakını tanımamıştı. Bu krizde ise, Putin-Biden görüşmesinden önce Putin ile görüşen Çin Başkanı Şi Jinping, Rusya’nın taleplerinin haklı olduğunu, karşılanması gerektiğini söyleyerek, açık desteğini sunmuştu. Bu değişimi doğuran ise Çin’in de Rusya gibi, ABD’nin ağır baskısına ve kuşatma tehdidine maruz kalmaya başlamış olmasıdır. Biden yönetimi nasıl Rusya’ya karşı Ukrayna ve D. Avrupa üzerinden baskı kuruyorsa, Çin’e karşı da benzerini Güney Çin Denizi ve Zayvan üzerinde yapmaktadır. Gerilim tırmandıkça emperyalistler arası bloklaşma ve cepheleşme daha keskin bir hal almaktadır.
Sonuç olarak, emperyalist rekabetin varacağı yer emperyalist paylaşım savaşı olmaktadır. Zira emperyalist sermaye kendine talan edecek yeni alanlar yaratmadan, durmaksızın yeni alanlar açmadan varlığını sürdüremez ancak dünya pazarları sınırlı bir büyüklüğe sahiptir. Bu durum emperyalistleri bu pazardan en büyük payı kapmak adına amansız bir ekonomik, siyasi ve askeri bir rekabete sürüklemektedir.
Gücü aşınan ABD, buna karşın küresel hakimiyetini korumakta kararlıdır. Rusya ve Çin emperyalistleri ise dünya pazarlarından daha fazla pay kapmak ve kendi hegemonyalarını inşa etme hususunda gözlerini karartmış durumdalar. Belki bugünden yarına bir savaş çıkmayacaktır, ancak Ukrayna veya Tayvan sorunları gibi emperyalistleri karşı karşıya getiren bir kriz, bu sonuca bir adım daha yaklaşılmasına yol açmaktadır. Nitekim başta ABD olmak üzere tüm emperyalistler silahlanmaya hız vererek, güçlerini yeniden konumlandırarak savaşa hazırlanmaktadır. Eğer dünya halkları, 1. ve 2. Emperyalist Paylaşım savaşlarından çok daha ağır bir yıkım ve acı yaşamak istemiyorsa anti-emperyalist, anti-kapitalist, anti-faşist mücadeleyi büyütmek zorundadır. Haksız savaşlara karşı tek çıkış yolu, ezilenlerin KP’ler önderliğinde vereceği haklı savaşlarla bu sistemi paramparça etmesidir.