Türkiye’nin Fotoğrafı!

Türkiye’yi anlamak istiyorsak üç olayın fotoğrafına bakmakta fayda var. Birincisi, bürokrasi, yargı, mafya ilişkisini özetleyen yani bir anlamda devleti tarif eden Ayhan Bora Kaplan soruşturması; ikincisi Ülkü Ocakları’nın direkt organize ettiği ve kimi MHP yöneticilerinin de dahil olduğu dahası devletin olanaklarını kullanarak işlenen -dahli olan siyasi figürlerin açıktan korunduğu- Sinan Ateş cinayeti; üçüncüsü de halihazırda siyasette “yumuşama” tartışmalarının sürdüğü şartlarda “Kobanê Davası” üzerinden Kürt siyasetçilere yağdırılan cezalar. Diğer taraftan ise Kürt siyasetçilere hapishane kapıları sonuna kadar açılırken emekli generallerin serbest bırakılması Türkiye fotoğrafını anlamamızı kolaylaştırıyor.

İlk iki olay tepeden tırnağa çürümüş bir devlet gerçekliğine işaret ediyor. Kuşkusuz bu çürümüşlük hali ilgili devletin özünde olan bir olguyu ele veriyor. Üçüncü olay ise ilgili devletin siyasal niteliğini anlamamızı kolaylaştırıyor. Kürt ulusunun inkârı bu devletin en önemli sacayaklarından, onu ayakta tutan en önemli kolonlardan biridir. Siyasal iktidar yönetme erki üzerinden süren çatışma neticesinde fırsatını bulup cezalandırdığı rakipleri için “yumuşama” tartışmalarına istinaden jest yapıp haklarında tahliye kararları verirken motivasyon kaynağı ilgili kişilerin her şeye rağmen kendilerinden olmasıdır. Ama kendilerinden olmayana cezalar yağdırarak hem siyasal iktidarı oluşturan iktidar blokunun bileşenlerini motive edip hem de yumuşama politikasının sınırını çizerek gerici, faşist blok tahkim edilmek isteniyor. İşte Türkiye fotoğrafı! Shakespeare “Danimarka krallığında çürümüş bir şeyler var” diyordu; biz de rahatlıkla Türkiye Cumhuriyeti’nde değişen bir şey yok diyebiliriz.

Gerek Ayhan Bora Kaplan soruşturması gerekse Sinan Ateş cinayeti siyasal iktidarı oluşturan blok içindeki çatışma halini ele vermesi bakımından önemli veriler sunuyor. Daha önce de dikkat çekmiştik 31 Mart seçimlerinden Cumhur İttifakı çatırdayan ilişkilerle çıkmıştı. Aralarındaki çatışma karşılıklı laf atmalarla sürmüştü. İttifakın geleceğini etkileyecek açıklamalar güç savaşını yani çatışmayı gün yüzüne çıkardı. Güç savaşı herkesin gözü önünde iki olay üzerinden sürdürülmektedir. Bu bağlamda Kaplan soruşturması ve Ateş cinayeti soruşturması AKP ile MHP arasında yaşanan huzursuzluğu diğer bir ifade ile aralarındaki çatışmanın izlerini fazlasıyla ele veriyor. Ayhan Bora Kaplan soruşturmasına Cumhur İttifakı’nı oluşturan iki ana bileşenin verdiği tepkiler, tarafların yaşananlara dair yaklaşımları hakkında fikir edinmemizi sağlıyor. İlgili olayda işin ne kadarının kurmaca hangi boyutlarının gerçeği ifade ettiği çok önemli değil. Bu konu yargının zerre umurunda değil. Bizim açımızdan önemli olan müesses nizamın kendi yasalarınca bir suç halinin görmezden gelinmesi, dolaysız bir şekilde suç halini oluşturan ortamın yaratılması dahası varlığının bir ayağının da bu ilişkilere borçlu olmasıdır. Diğer bir ifadeyle suç halinin açığa çıkardığı ilişkilerin devleti tarif etmesi gerçekliği ilgimizi çekmektedir. Mafya ve çetevari örgütlenmeler sürekliliğini devletle kurdukları çıkar ilişkisi ile mümkün kılabilirler. Birbirini besleme/birbirini koruma kollama hali yani simbiyotik bir ilişki söz konusudur.

Bununla birlikte Türk devlet geleneğine uygun olarak hâkim sınıflar arası güç ilişkilerinin herkesin gözü önünde mafya hesaplaşmaları bağlamında yürütülmesi devletin niteliği, demokrasinin sınırları hakkında da hayli veri sunduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Kısacası Türk devletinin fıtratına uygun bir durum söz konusudur.

Yargı ilgili olayda direkt politik tavır takınarak iktidar içi ilişkilerin yeniden tesisinde görev almakta sakınca görmemektedir. Kuşkusuz bu adaletin siyasal niteliğini ifade eder. Çokça iddia edildiği gibi o herkesten/gruptan ya da iktidardan bağımsız değildir. Siyasal iktidarın bir aparatı, en kullanışlı silahlarındandır. İlgili soruşturmaya bakın tepeden tırnağa siyasal bir vakıa karşımıza çıkıyor. Bahçeli’nin ağzına “kalkışma” iddialarını sakız eden de Erdoğan’ın ağzına “bürokratik vesayeti” dolayan da ilgili olay üzerinden tarafların birbirini yoklaması, ayar vermesi yani güç ilişkilerini masaya yatırmasıdır. Erdoğan da Bahçeli de Yerlikaya da oynanan bir oyun olduğundan bahsedip oyunu bozacaklarını iddia ediyorlar. Kuşkusuz ortada bir oyun var ve bu oyunun altında ilgili kişilerin güçleri bağlamında imzalarının olduğu da bir gerçek.

Söz konusu mafya olunca Süleyman Soylu’dan bahsetmemek haksızlık olur. Hatırlanacaktır Ayhan Bora Kaplan’ın gözaltına alınması ile başlayan sürecin hemen ardından yargıda çeteleri koruyup kollayan gruplar olduğu ortaya atılmıştı. Akabinde ise Kaplan ile ilişkili olduğu belirtilen halihazırda Yargıtay üyesi olan Yüksel Kocaman’ın adı gündeme gelmişti. Kocaman ise bu operasyonu Soylu’ya dönük bir hamle olduğunu açıklamıştı. Kaplan’ın Soylu tarafından kollandığı herkesin bildiği bir sır. Bununla birlikte soruşturmanın emniyet amirlerine uzanması güvenlik bürokrasisinde yaşanan gerilimi ifade etmesi bakımından önemlidir. Soruşturmanın emniyet amirlerine uzanması tartışmaları büyütmüş Bahçeli ifşa edilen bilgilerden sonra soruşturmadan darbe peydahlayıp sor duyduğu rahatsızlığı dile getirmiştir. Bu bağlamda Bahçeli’nin hedefinde Yerlikaya ve ekibi olduğu aşikâr. Hatırlanacaktır Yerlikaya göreve getirildikten sonra emniyette Soylu’nun ekibini tasfiyeye giriştiğinde de Bahçeli ses yükseltmişti. Elbette tüm bu yaşananlar kişisel sorunlara dayanmıyor. Diğer bir ifade ile tartıştığımız her isim siyasal bir temsiliyeti ifade ediyor. Bahçeli’nin hırlamaları da Soylu’nun pişkinliği de Erdoğan’ın pervasızlığı da bu bağlamda okunmalıdır. Kaplan soruşturması türedi bir çetenin bürokrasinin desteği, yargının kalkanı ile kısa süre içinde nasıl da Ankara’nın göbeğinde korku saldığına iyi bir örnektir. Kaplan soruşturmasına bakın orada devleti göreceksiniz. Kurumlarıyla oradadır dahası figürleriyle dosyada adeta cirit atmaktadır. Diğer taraftan devlet şimdi Ankara’da Kaplan’a ait iş yerlerinin yani kumarhanelerin, uyuşturucu ticaretinin döndüğü mekanların işleticisi/emanetçisi olmuştur.

Kaplan soruşturması bir taraftan güç ilişkilerini, çatışmasını imlerken diğer taraftan da devleti özetlemektedir. Ateş cinayeti soruşturması da benzer güç ilişkileri bağlamında değerlendirilmelidir. Ortada bir soruşturma var. Fakat iddianameye girenlerden çok, tartışmaya konu olan şeyler iddianamenin dışında kalanlar. Ülkü Ocakları yöneticilerinden emniyete, oradan MHP’li yöneticilere uzanan ilişkiler ağı her ne kadar iddianamede yer almamışsa da kamuoyuna yansıdı. Tüm bu bilgilere/belgelere yargının ilgisiz kalması kuşkusuz cinayetin siyasi ayağını soruşturmanın sınırını belirlemesinden kaynaklanıyor. Bununla birlikte cinayetin siyasi ayağının Ülkü Ocakları ve MHP’li yöneticilere kadar uzandığının ifşa edilmesi Cumhur İttifakı içindeki huzursuzluğu ele vermektedir. Bürokrasi içindeki çatışma her iki olayda da rahatlıkla görülebilir. Her iki soruşturma da bir sopa işlevi görmektedir. Fakat Kaplan soruşturmasının iki tarafı varken Ateş cinayetinin muhatabı direkt MHP’dir. Bu bağlamda Kaplan soruşturmasından darbe çıkarmaya çalışan MHP’ye karşı bürokratik vesayeti işaret eden Erdoğan’ın elinde ayrıca Ateş dosyası durmaktadır. Dahası bu dosya direkt MHP’ye uzanmaktadır. Siyasal iktidarı oluşturan blok güç ilişkilerini kriminal olaylar üzerinden inşa etmektedir. Herkesin gözü önünde palazlanan bir mafya bozuntusu Ankara’nın “saygın” bir ismi olabiliyor. Ankara’nın diğer “saygın” isimleri Gökçek ve Altınok da hatırlanabilir. Kuşkusuz müesses nizamın güç ilişkilerini kriminal olaylardan hareketle kurgulaması tam da onun ruhuna uygun bir tercihtir. Çünkü bu düzen ancak bu ilişkilerin sürekliliği ile nefes alabilir. Çürümüşlük onun özünde vardır. Cumhur İttifakı bu ilişkilerin pervasızca sergilenmesine olanak tanıma ayrıcalığı kazanmıştır. İlgili soruşturmalarda ilişkiler ağı deşifre olmasına rağmen yargının kayıtsız kalması devletin pervasızlığının da ölçütüdür.

Yazıya başlarken dikkat çekmiştik Türkiye’yi anlamak istiyorsak öne çıkardığımız başlıklara bakmak yeterli olacaktır. Yine yargının ve siyasetin içinde olduğu Kobanê Davasında Kürt siyasetçilere yağdırılan cezalar ortadadır. Söz konusu Kürtler olunca devlet tüm kurumlarıyla pervasızlaşıyor. İmha ve inkâr siyaseti her bir gözeneğine işlemiştir. Bu cezalandırmaları da hem inkâr siyasetinin bir parçası hem de güç ilişkilerinin yeniden kurgulanması olarak hayata geçirmektedir. İşte Türkiye’nin fotoğrafı.