Türk Hakim Sınıflarının “Bitirdik, Bitiriyoruz” Demagojisi ve Silahlı Mücadelenin Yakıcılığı

Egemen sınıfların zor aygıtına karşı zoru zorunlu olarak kullanmak gerektiğini bu devletin gadrine uğrayan tüm kesimlerin bilince çıkarması gerekir. Egemen sınıfların baskı ve katliamları karşısında yürütülecek bütün mücadele biçimleri içerisinde en etkilisi ve esas alınması gerekli olan silahların eleştirel gücünü pratikte daha yaygın, sürekli ve etkin kullanmak gerektiği meselesi bugün halkımızın zapturapt altına alınmaya çalışıldığı faşist diktatörlüğün topyekûn saldırılarının katmerli biçimde yaşandığı bir süreçte daha da acil ve yakıcı bir görevdir.

Türk devletinin ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelesi yürüten silahlı güçleri  tarihler vererek “terörü bitirdik”, “teröristler artık dağlarda adım atamayacak” gibi devleti güçlü gösterme propagandaları, komünist öncünün yol göstericiliğinde işçi-köylü kurtuluş ordusu gerillalarını, Kürt Ulusal Hareketi’nin gerilla güçlerine ve devrimcilere yönelik halkın sevgi ve güvenini psikolojik olarak azaltmaya yönelik olan, kendilerinin de inanmadığı boş, demogojik, psikolojik savaş yöntemleri/açıklamalarıdır.

Ülkemiz topraklarında komünist öncünün 12 Eylül 1980 askeri faşist cuntası sürecinden günümüze, Kaypakkaya yoldaşın politik önermelerine ve mücadele biçimleri içinde esas alınması gerekli yönelime uygun olarak, kırda gerilla birlikleri oluşturarak, devlete karşı sürdürdüğü Demokratik Halk Devrimi mücadelesini silahlı temelde yürütmeye başladığı süreçte Tunceli valisi Kenan Güven’in, 1984 sonrası Kürt Ulusal Hareketi’nin silahlı mücadeleye başladığı süreçte bölge valisi Hayri Kozakçıoğlu’nun daha sonraları Çiller, Mehmet Ağar, Saadettin Tantan ve bugün de AKP iktidarına DP üzerinden montaj edilen Mehmet Ağar’ın has adamı İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun tarihler vererek “terörü bitirdik” gibi devleti güçlü göstermeye yönelik psikolojik savaş propagandaları çeşitli milliyetlerden halkımızın silahlı mücadeleye olan sempatisini kırmaya ve umudunu karartmaya yöneliktir.

Sınıf savaşında kayıplar verilmesi, mücadele yürütenlerin fiziken faşist devlet güçlerinin azgın saldırıları karşısında savaşarak toprağa düşmesi mücadelenin kaçınılmaz doğasıdır. Devrim kavgası kan ve can verilmeden kazanılacak bir kavga değildir.

TC’NİN SİSTEMLİ OLARAK YURTSEVER DEVRİMCİLERE VE KOMÜNİSTLERE YÖNELİK

“TERÖRİST” PROPAGANDASI

Önceli Osmanlı’da başlayan katliam ve soykırım geleneğinin devamcısı olan Türk devleti ve onun hakim sınıfları kuruluşundan bu yana ezilen halklar ve milliyetler üzerinde kanlı baskı , zulüm ve katliamlarını sistematik biçimde sürdürmektedir. Devletin faşist zulmüne karşı koyanlar, direnenler hep devlet, hükümet sözcüleri tarafından ve burjuva-gerici boyalı medya tarafından “eşkıya”, “şaki”  “çete”, “Ermeni”, “Rum”, “Yunan“, “moskof”, “bölücü”, “komünist” ve son dönemin moda söylemiyle “terörist” olarak yaftalanmaktadır.

Türk hakim sınıflarının tüm klikleri, ulusalcı faşist parti ve odaklar: “vatanın bölünmezliği”, “tek vatan”, “tek bayrak”, “tek dil” gibi ırkçı gerici-faşist söylemler üzerinden “teröre” karşı birlik çağrılarını her dönem “beka sorunu” olarak görüp, ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelelerine karşı  birleşmektedirler. Kürt Ulusal Hareketi’nin milli baskıya karşı geliştirdiği haklı direniş karşısında da “bölücülüğe karşı milli mutabakat” oluşturmaktadırlar. Yine Türk egemen sınıflarının her renk ve tondan siyasi temsilcileri, sivil toplum örgütleri olarak adlandırılan sarı sendika ve meslek örgütlerinin çoğu da devletin bekası için aynı paralele de demagojik söylemlerle ulusal ve sınıfsal temelde gelişen demokratik ve devrimci mücadeleleri “terör” olarak lanse etmektedirler.

Roboski, Sur ,Cizre, Nusaybin’de Kürt ulusuna yönelik devlet terörünü görmezden gelinemeyeceği gibi; Suruç’ta, Amed’de, Ankara’da insanların devletin kontrolü altında DAİŞ’çilere patlattırılan bombalarla katledilmeleri tarihsel belleklere kazınmış olan devlet terörünün en açık kanıtlarındandır.

Hakim sınıfların halk sınıf ve katmanları üzerindeki baskı aygıtı olan devletin kolluk güçleri yani polisi, jandarması, askeri, kontr-gerillası, JİTEM’i, MİT’i, PÖH’ü, JÖH’ün yanında paramiliter güçlerle halka ve devrimci-komünist dinamiklere yönelik saldırganlığının hat safhada sürdürüldüğü bu süreçte “terörü bitirdik/bitiriyoruz“ söylemlerini hemen her gün temcit pilavı gibi medya ve basın yoluyla propaganda ederek, geniş yığınları bu propagandaya inandırma gayreti sürmektedir.

Savaşta insan unsuru aslolandır. Teknik ve teçhizat üstünlüğü, modern silahlar, insansız hava araçları, tanklar, toplar “rambo” giyimli özel harekat güçlerinin bertaraf edilebilmesi mümkün ve olanaklıdır. Halkın devrimci kuvvetlerinin stratejik üstünlüğü bilince çıkarıldığında, askeri olarak kararlı ve yaratıcı taktikler uygulandığında düşman güçlerin taktik üstünlüğü boşa çıkartılabilir.

Dünyada devrim mücadeleleri tarihinde bunun çok bilinen örneklerinden birisi Vietnam’dır. Vietnam’da Amerikan işgalci güçlerine karşı, Vietnam halkının ve devrimci kuvvetlerinin yaratıcılığı, 250 km’yi aşan yer altı tünelleri, düşman güçleri yanıltmak için, gidilen yönleri şaşırtmak için giyilen ters terlikler, sıkça hazırlanan basit bubi tuzakları, kazılan çukurlar, ormanlarda ağaçlara hazırlanan tahrip edici tuzaklar gibi yaratıcı yöntemlerle Amerikan güçleri yenilgiye uğratılmıştır.

Ülkemiz coğrafyasında dağları mesken edinenlerin can bedeli sürdürdükleri mücadele de Türk ordusunun harekat kabiliyetini zayıflatacak, gerilla alanlarına rahatça girip çıkamayacakları ortamların oluşturulmasıyla beklemedikleri yerde ve anda hazırlıksız yakalamakla “güçlü“ imajları yerle bir edilebilir. 40 yıllık devrimci mücadele deneyimlerinin sentezlenerek, yaratıcı ve yoğunlaşmış pratiklerle halkımız üzerinde estirilen devlet terörünün dozu düşürtülebilir. Hesap sorucu ve yapanın yanına kalmayacağı bilinci, düzenden umudunu kesen geniş yığınların devrimci kuvvetlere güvenini ve desteğini artırır, katılımını hızlandırır. Korun üzerindeki külleri üfleyerek, ateşi harlamak sürecin en önemli ertelenemez görevidir.

Bugün Türk devletinin sistem krizini aşmak için yeni yol ve çareler aradığı bir süreçte, 16 yılı aşkın bir zamandır iktidarda kalmak için her yolu ve entrikayı deneyen AKP iktidarının, tüm baskı yöntemleriyle devlet şiddeti uygulamalarını yaşayan halkın, son 24 Haziran seçimleri sonrası bir kez daha gördükleri üzere, Türk egemenlerinin sisteminin krizini derinleştirecek, mücadele biçimleri içerisinde devrimci olanı, yıkıcı olanı kaçınılmaz olarak uygulamaya yönelmek, devrimci enerjiyi ve potansiyeli doğru hedeflere yönlendirmek bir zorunluluktur.

MÜCADELE BİÇİMLERİ TERCİH Mİ? KAÇINILMAZLIK MI?

Marksist-Leninist-Maoist’ler hiçbir mücadele biçimini icat etmedikleri gibi ilkesel olarak hiçbirini reddetmezler. Esas olanla tali olanı ayırt eder ve esas olana göre konumlanırlar. Tarihsel-sosyal mücadelelerde ortaya çıkan biçimler her ülkenin somut koşulları özgülünde uygun ve yaratıcı biçimde uygulama alanı bulur. Siyasal hedeflerle; devrim ve sosyalizm hedefiyle yürütülen veya bağımsızlığı-özgürlüğü hedefleyen mücadeleler, meşru ve haklıdır. Silahlı mücadele yürütülmesi, mücadelenin özünün haklılığını, meşruluğunu değiştirmez ve silahlı mücadelenin terörizm olduğu anlamına gelmez.

Köklü antagonizma içeren siyasal sorunların çözümü  için şiddet çoğunlukla kaçınılmaz olur.

Zor zor ile alt edilir. Ülkemizde devletin faşist niteliği ve halka karşı aldığı tutum ve tarihi geçmişi hesaba katıldığında esas mücadele biçiminin zor yolu olacağı ve silahların eleştirel gücü olmaksızın başarılar elde edilemeyeceği, işçi, emekçilerin ve çeşitli milliyetlerden halkın kazanımlarının korunamayacağı yaşanan bunca tecrübeden sonra sabittir. Başkan Mao’nun sözleriyle; “Bir halkın ordusu yoksa hiçbir şeyi yoktur.” Yasal mücadele alanlarındaki kazanımları korumanın ve devrime ilerlemenin yegane garantisi Proletarya Partisi önderliğinde halka dayanan halk kuvvetlerinden teşekkül edecek Halk Ordusu’nun inşası için Halk Savaşını büyütmek ve tali işler yerine esasa yoğunlaşmak başarıya gidecek yolun pusulasıdır.

Devletin ve düzenin barışçıl mücadele biçimleri, parlamento, seçimler gibi yol ve yöntemlerle değiştirilebileceğine yönelik ham hayal besleyen, bu yolu halka kurtuluş gibi gösterenler, halkın düzene karşı biriken öfkesini düzenin iyileştirmeciliği yolunda heba edenler, iflah olmaz reformist, liberal, sınıf uzlaşmacısı oportünist ve revizyonistlerdir.

MLM hareket, devlete karşı sürdürdüğü mücadele yanında, her türden anti MLM, revizyonist-reformist akımlara karşıda kararlı bir ideolojik mücadele sürdürmeyi asla ihmal etmemelidir.