Türk devletinin Rusya’yla anlaşması sonucu Türkiye’ye gelmeye başlayan S-400 füze savunma sistemleri birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. ABD ve NATO’nun S-400’ler sonrası Türkiye’ye karşı yaptığı açıklamalar ve yaptırım tehditleriyle beraber konu bir anda “emperyalizm”, “emperyalizme karşı mücadele” kapsamına giriverdi. İktidarın kiralık kalemşörleri, S-400’ün ABD’ye, NATO’ya ve dolayısıyla emperyalizme karşı bir mücadele olduğu üzerinden algı yaratmaya çalıştılar. Buna paralel olarak da S-400’lerin bir “beka meselesi” olduğu, buna karşı çıkmanın “zillet” olduğu dillendirildi. İktidarın küçük ortağı MHP’nin Başkanı Bahçeli, bir yandan S-400 alımını savunurken bir yandan da şöyle diyordu: “PKK beka sorunudur, PYD/YPG beka sorunudur, FETÖ beka sorunudur, emperyalizm beka sorunudur, siyasi ve ekonomik suikastlar beka sorunudur.” Bu tür meselelerde konuşmadan duramayan, aslında özel bir rolü olan Doğu Perinçek, Bahçeli’den geri kalmıyordu. S-400’lere hoş geldin diyen Perinçek “vatan, yeni dünya, Atatürk, Avrasya, Atlantik, ABD, terör” gibi klişelerin ardından sözcüsü olduğu kesimlerin ve Erdoğan’a bağımlılığının bir gereği olarak şöyle konuşuyordu: “Suriye ile işbirliği önümüzdeki dönemin anahtarıdır. S-400’lerden sonra bu da olacaktır.”
SİLAHLANMA YARIŞI HALKIN ÇIKARINA OLAMAZ
Bu tartışmaların ardı sıra TKP’den Kemal Okuyan bir yazı kaleme alıyor ve şöyle diyordu: “Türkiye’nin S-400 silah sistemini alması dünyanın en güçlü terör örgütü NATO’nun iç çelişkilerini derinleştirdiği, NATO’nun müdahale yeteneğini azalttığı, Türkiye’de ABD emperyalizminin etkisini sarstığı için, halkın çıkarları doğrultusunda değerlendirilebilecek bir gelişmedir.” Okuyan “halk yararına” demiyorum “halk çıkarına” diyorum şeklinde içi boş bir izah geliştirse de S-400 alımını dolaylı olarak olumladığı, bunu da ABD, NATO, AB karşıtlığıyla temellendirdiği anlaşılıyordu.
Benzer açıklama ve söylemler ilerledikçe ‘emperyalizm ABD, AB ve NATO’dan mı ibaret; örneğin Rusya ve Çin emperyalist değil midir’ gibi basit fakat önemli konular tartışmanın odağına oturdu. Önemli çünkü günümüzün en basit ve temel doğrularını alt üst eden ideolojik-politik atmosferinde, “komünistlik” adına dahi bu saçmalıkların üretildiğini biliyoruz. Uzun uzun açıklamalara girmeksizin şunu belirtmeliyiz ki; Rusya ve Çin dört başı mamur emperyalist devletlerdir. İşçi sınıfı ve ezilenlerin şu ya da bu emperyalist gücü ilerici, ehven-i şer değerlendirmesi söz konusu olamaz. Emperyalist gericiliğin ve ona bağlı gerici devletlerin tamamıyla kendi ulusal ve sınıfsal çıkarları için geliştirdiği savaş makinelerinin işçi sınıfı ve halkın çıkarına bir karakteri olamaz. Tersine bu savaş makineleri her yerde en başta halka ve aynı zamanda ezilen, bağımlı uluslara karşı bir tehdittir. Bir ülkenin komünisti, böyle bir tartışmada ne emperyalist gericilikten birinin ne de kendi egemenlerinin yanında saf tutamaz, silahlanma yarışını halkın çıkarına gösteremez.
S-400’LER HANGİ İHTİYAÇTAN ORTAYA ÇIKTI?
S-400 alımının nasıl ve kime karşı geliştiğine dair birçok değerlendirme ve açıklama ortaya çıktı. ABD ve AB emperyalist devletlerinin Türkiye’nin füze taleplerine yanıt olmadığı bu nedenle de Türkiye’nin Rusya’dan almak zorunda kaldığı dolaylı olarak ABD Başkanı Trump’un ağzından dahi dillendirildi. Fakat meselenin bu kadar basit olmadığı; Suriye’de devam eden savaş ve bu savaşta ABD’nin YPG ile kurduğu ittifaka karşılık Türkiye’nin Rusya’yla işbirliği ve dengeleme taktiğine yöneldiği biliniyor. Türkiye’nin Rusya uçağını düşürmesinin ardından Rusya’nın Türkiye’den birçok taviz koparacağı biliniyordu. Rusya’dan “hava savunma sistemi” satın alma konusu her ne kadar Suriye savaşı ile bağlantılı olsa da bu sürecin ardından gelişme gösterdi. Türk devleti Suriye’deki amaçları ve özelde Kürtlerin statü kazanmasına karşı verdiği savaş kapsamında Rusya’yla işbirliğini geliştirmiş ve ABD’nin Suriye’de attığı adımlara belli bir direnç göstermeyi hedeflemişti. Emperyalistler arası rekabet ve savaşımdan kendi ulus-devlet (“beka”) çıkarları için faydalanmayı amaçlayan Türk devleti bir yandan ipin ucunu Rusya’ya kaptırma riskiyle karşılaşırken diğer yandan ABD ve NATO’nun yaptırım tehditleriyle karşı karşıya kalmıştır.
Rusya’dan “hava savunma sistemi” satın alınmasını doğrudan Kürt ulusuna, Rojava’ya karşı bir adım olarak değerlendiren görüşler olduğu gibi bunun Rojava’yla bir ilgisinin olmadığını (“YPG’nin füzesi mi var?”) belirtenler de var. Şu bir gerçek ki; Suriye savaşında Kürtlerin elde ettiği kazanımlar Türk devletinin temel korkularından biridir ve dış politikasına önemli oranda yön vermektedir. Nitekim Erdoğan “S-400’ün vuramadığı yoktur. Uçak, bina… Kandil’in güneyi orası dahil, değer 1 dediğimiz, hedefe vurduğumuz takdirde çok rahat, ciddi bir şekilde imha ediyoruz. Bunu inşallah çok daha geliştireceğiz.” diyerek bu yöndeki niyetlerini de açık etti. Türkiye füzeleri bu haliyle kullanabilir mi kullanamaz mı gibi tartışmalar süredursun Türkiye’nin söz konusu füzeleri bölgede başta Kürtler olmak üzere rakip ve düşman gördüğü güç ve devletlere karşı caydırıcı bir unsur olarak kullanacağı ortadadır.
Bilindiği gibi 15 Temmuz sonrasında “FETÖ” gerekçesi ile 265 pilot TSK’dan ihraç edilmiş ve Türk devletinin hava savunmasında ciddi boşlukların oluştuğu dillendirilmişti. Bugün halen söz konusu “FETÖ’cü” pilotların bir kısmı göreve çağrılarak bu boşluk giderilmeye çalışılmaktadır. Bu nedenlerle S-400’lerin alımına dair belirtilen gerekçeler içerisinde Türkiye’nin hava savunma kabiliyetini güçlendirme isteği de belirtilmektedir. Sıralanan gerekçelerin her birinin bir şekilde bu süreci etkilediği ve Türk devletinin attığı adımlara yön verdiği görülmektedir.
HALKIN ÇIKARI DEMOKRATİK HALK DEVRİMİDİR
Türkiye emperyalizme; özelde -askeri ve ekonomik olarak- ABD ve AB emperyalizmine bağımlı bir ülke olsa da bu bağımlılık kendi içerisinde farklı politikaları; emperyalistlerin temel çıkarlarını aşmamak kaydıyla zaman zaman emperyalist devletlerle karşı karşıya gelmeyi de içermektedir. Emperyalizme “uşaklık” ve “direnç gösterme” ikileminde esas yön uşaklık olmakla birlikte kendi hakim sınıflarının ulus-devlet çıkarları söz konusu olduğunda emperyalist güçler arasındaki çelişkilerden faydalanmaya yönelen eğilim yarı sömürge ülkelerin bir karakteristiğidir. Hatta dünya çapında emperyalist dengelerde gerçekleşen köklü değişim süreçlerinde emperyalist bloklarla kurulan ilişkide çeşitli kayma ve yer değiştirmeler de mümkündür. Osmanlı’dan T.C.’ye devam eden bağımlılık ilişkilerinde önce İngiltere-Fransa, sonra Almanya ve ardından ABD yönünde yaşanan değişimler bunun örneğidir. Türk devleti nezdinde bugün böyle bir adımın atıldığı iddia edilemezse dahi tüm bu çelişkilerin emperyalist güçler arasında gerçekleşen hakimiyet savaşlarının da doğrudan bir sonucu olduğu belirtilmelidir. Ancak Türk hakim sınıflarının “rahatsızlığı” emperyalizme bağımlılık değildir; kompradorluğunu yaptığı emperyalist güçlerin bölge politikalarında kendisinin ulus-devlet çıkarlarını yeterince gözetmemesidir. Bu nedenle kontrollü bir direnç oluşturulmakta, emperyalist politikalara etki edilmeye çalışılmaktadır.
Emperyalizme bağımlı nitelikteki Türk hakim sınıfları kendi içerisinde sürekli olarak farklı kliklere bölünmüş, devlete ve sermayeye hakim olmanın savaşımını vermiştir. Söz konusu kliklerden oluşan yapı aynı zamanda kompradorluğun doğal bir sonucu olarak gelişmiş; farklı klikler birbirlerine karşı mücadelede farklı emperyalist güçlere dayanma siyaseti izleyebilmiştir. Nitekim Türk hakim sınıfları içerisinde dünden bugüne farklı güç ve çaplarda da olsa Rusya ve Çin’e yakınlaşmayı savunan “Avrasyacı” bir klik var olagelmiştir. AKP ve temsil ettiği kliğin iktidar olmasıyla birlikte Avrasyacı klik zayıflamış olsa da “tarihin cilvesi” ya da başka bir deyişle bugünkü iktidarın yüklendiği Türk ulus-devlet çıkarları, AKP’yi ABD’nin BOP stratejisinin “stratejik ortaklığı”ndan Rusya’yla yakınlaşma politikasına sürüklemiştir. Ülke içinde hakim sınıf kliklerinden birinin demokrasi havariliğine soyunarak halk kitlelerin eşitlik ve özgürlük mücadelesini kendini iktidar yapmak için kaldıraca dönüştürmesinin bir benzerini emperyalist güçlerle kurulan ilişkide de bulmak mümkündür. Ülke içindeki klik savaşımında ve emperyalistlerle kurulan ilişkide temel güdü her zaman Türk hakim sınıflarının çıkarlarıdır. Bu çıkarlar emperyalist efendilerinin çıkarlarıyla özünde ortaktır ve söz konusu komprador ilişkiden beslenmektedir. Çelişki bu çıkarları siyasi olarak hangi kliğin temsil edeceği ve değişen emperyalist dengeler içerisinde koruma becerisi göstereceği üzerinedir. ABD ve NATO karşısında Türk devletinin Rusya’yla ilişkilerini güçlendirmesi ve Rusya’dan S-400 alması üzerinden Türk hakim sınıflarında “anti-emperyalistlik” aramak ne kadar kof bir çaba ise bu gelişmeleri “halkın çıkarına” değerlendirmek de bir o kadar koftur. İşçi sınıfı ve halkın çıkarı, emperyalizme ve onun her renkten yerli işbirlikçilerine karşı demokratik halk devrimi mücadelesindedir.
*Bu yazı Yeni Demokrasi gazetesinin 40. sayısından alınmıştır.