Türk Egemen Sınıfları ve ÖSO “Milli Kurtuluşçu” Olmaz, Olamaz!

TC’nin tarihi dünden bugüne tüm tetikçilerin, resmî ya da sivil katillerin işkencecilerin vatansever ilan edilmesi, kahramanlaştırılması adeta gelenek haline gelmiştir. Bugün iktidarın yeni “Kuvay-i Milli” güzellemeleri ile ÖSO’nun kutsanarak meşrulaştırılma çabası da buna yeni bir örnektir.

İktidar(lar) açısından aracın amaca uygun kullanımı ne kadar önemliyse, aracın kitlelere sunumu o amacın gizlenmesi ya da kitlelerin bilincinde söz konusu amacın meşrulaştırılması kadar önemlidir.

Öyle ya Suudi Arabistan ve Katar’ın finansörlüğünü, CIA’nın denetiminde Türkiye’nin örgütleyip eğitilmesini üstlendiği, Suriye’nin  Humus, Hama, İdlib, Halep, Lazkiye ve Şam gibi şehirlerin kırsallarında adıyla çelişen ya da sadece adı ordu olan gerçekte ise ancak çeteler ve tipik savaş ağalığı şeklinde örgütlenebilmiş, bünyesinde ne kadar sabıkalı, katil adli suçlardan hüküm giymiş olanlar varsa toplamış,  Ahrar-u Şam, Nurettin Zenki, Türkistan İslam Partisi vb. cihadistlerin El Kaide bağlantılarını ya da katliamlarını perdeleme görevini üstlenmiş, adını Cisr El Sugur katliamı ile duyurmuş Hüseyin Harmus’un da kurucusu olduğu ÖSO gibi tescilli katil sürülerini savunup “millileştirme” çabası içerisinde olmanın bilinen ama ifade edilemeyen daha başka nedenleri olmalıdır.

Yaşamdan, yaşanan gerçeklerden kopuk her söylem ve önerme egemenlerin çıkarlarına hizmet eder. Kitlelerin manipülatif (dinsel şoven) söylemlerle her gün ideolojik bombardımana tutulması tartışılan sorunun boyutunun sadece kamuoyuna yansıtıldığı kadar olmadığını zaten göstermektedir.

Sıradan tarih okuyucularının bile Kuvay-ı Milliye’den çok, Ermeniler başta olmak üzere tüm azınlık milliyet ve inançları soykırıma uğratan Hamidiye alaylarına benzettiği ÖSO’nun aslında ne kadar “milli” olduğunu anlamak için sahiplerinin ne kadar milli olduklarına bakmak yeterlidir.

Efrin Saldırganlığında Ölüleri Bile Belli Olmayan “Kuvayi Milliyeciler”!

Her şey bir yana cevabı ezberimiz olan soruyu anlaşılır olmak için soralım;

İktidar sahipleri, sözcüsü oldukları sermaye sahipleri ne kadar yerli ve milli, Türk ordusu ne kadar yerli ve milli ise ÖSO da en az onlar kadar yerli ve millidir. Emperyalizm çağında millilik en başta ona karşı olmaktan geçmektedir. Emperyalizme ekonomik ve siyasi bağımlılıkla şekillenen çıkar ilişkileri, onun mali sermayesinden nemalanan sistem gerçekliği ve bunun egemenliğini sürdüren sınıfların “milliliği ve yerliliği” onun ancak ırksal bir aidiyet olarak mide bulandırıcı bir şovenizm argümanı olmanın ötesinde bir anlam taşımaz. Milliliği ve yerliliği, ulusal bağımsızlık olarak siyasallaştıran Türk hakim sınıfları hem kendi emperyalizme bağımlı ve onların sadece birer uşağı olduğu gerçeğini gizliyor, hem de geniş kitleleri ırkçı-şovenist bir “millilikle” zehirliyor. Oysa onların “milliliği”, siyasal ulusal bağımsızlıkçılığı değil, emperyalizmin yarı-sömürgeliğinde sadakattir. Bu anlamda tetikçilerin sahiplerinden bağımsız ayrı bir öze ya da niteliğe sahip oldukları nerede görülmüştür?

ÖSO için yeni Kuvay-i Milliye vs. denmesine ya da benzetilmesine bizim hiçbir itirazımız olmaz, olamaz. Ancak bu benzetmeyi yapan Türk egemen sınıfları, riyakarlıktan muzdariptir. Efrin işgal saldırısı boyunca TSK kayıplarını sınırlayarak da olsa veren, YPG’ye verdirilen kayıpları abartının da ötesinde şişirerek detaylı sayılar vererek psikolojik savaş argümanına dönüştürenler birlikte savaştıklaro ÖSO’cuların kayıplarından ise hiç bahsetmemektedir. Savaşın en önüne sürülen bu kesimlerin hiç kayıp vermemesi düşünülemeyeceğine göre, Türk hakim sınıfların bu barbarların ölülerine dair bir bilgilendirme yapmaması aslında bu kesimlerin basit bir makine gibi dahi görmediğine işaret etmektedir. YPG’ye kaptırdığı her bir kurşun bu barbarlarının kuru bedeninden daha önemlidir onlar için. Aslında egemen sınıflar için savaşta ölen insanların önemi yoktur, zaferine ve büyük çıkarlarına gölge düşürmediği sürece. Çünkü kendi haksız ve saldırgan savaşları için, zorunlu kıldıkları sadece ve sadece ezilen yığınların evlatlarıdır.

ÖSO’nun Kuvay-ı Milliye’ye benzetilmesine siyasal anlamda karşı çıkanların itirazı, ne ÖSO’nun gerçeğine ne Rojava topraklarının işgaline ne de başta Kürt ulusu olmak üzere azınlık milliyet ve inançlara yönelik katliamlarda kullanılmasınadır.

Cümle Kemalistler ve düzenin her renkte şoven unsurlarının itirazları Suriye’de bile yerli ve milli olmayan/olamayan ÖSO’nun Türk ordusunun “yerliliğine milliliğine” (yani ırkçı, şoven karakterine) gölge düşürdüğü, düşüreceği yaygarasıdır.

“Halktan ayrı ve halka karşı” olan yapılanmaların isminin şu ya da bununla süslenmesi onun halk karşıtlığını gizlemeye yetmez.

Devamla Lenin yoldaş “orduların nerede durduğu değil, kimin ordusu olduğudur önemli olan” der. Bakın düzenli, günün modern ordularına ya da paramiliter kontra tipi örgütlerin gerçeğine, dün bugün nerede durduklarına, işlevlerine tartışma, tartışmaların nedeni doğalığıyla netleşecektir.

Ötesinde devlet ve iktidar, ÖSO’nun sicilinden bihaber de değildir. Tam tersine onun bu siyasal karakterine cesaret veren, o “korkutucu barbarlıktan” çıkarına faydalanan bir tutum söz konusudur.

Artı bugün önemli olan bir başka şeyde devlet ve söz konusu egemen sınıfların çıkarları uğruna birilerinin ölmeye hazır olması ya da hazır hale getirilmesidir.

Kafa kesip insan eti yiyen, sivil masum insanları sorgusuz katledip yerinden yurdundan eden, insanları(mızı)n yoksulluklarını bile talan eden çapulcuların Kuvvay-ı Milliyeci ilan edilmesinin bizce hiçbir kıymeti harbiyesi olmadığını üstte ifade etmiştik.

Burada ki sorun Antakya, Antep, Kırşehir, Maraş vb. şehirlerde bu katil sürülerini eğitip donatanların bu çetelerin işledikleri tüm insanlık dışı suçlara ortak olmalarıdır. Doğallığıyla egemenlerin, iktidarın ne olduklarını ne yaptıklarını bildikleri tetikçilerini pazarlamanın ötesinde gizlemeye çalıştıkları telaşları vardır. Onların meşrulaştırması aklanması aynı zamanda kendilerinin de meşrulaşması aklanması olacaktır; yapılmaya çalışılan esasen budur.

İşgale “Millilik” Kıyafeti Giydirmeye Çalışan Sosyal Şovenizm ve Komünistleri Bekleyen Amansız Savaşım!

Sözde sol sosyalist, gerçekte şoven, düzene “sol”dan payanda olanların süren işgal girişiminin ve faşist saldırganlığın “milli argümanlarla” yok sayması, üzerinin örtülme çabası ise ayrıca teşhir edilmelidir.

Karşımızda sadece emperyalizmin ve uşaklarının sivil resmi orduları değil birde devrimci teorimizin içeriğini ruhunu yoksunlaştırıp, yoksullaştıran, yozlaştıran, değerden düşürülüp “evcilleştirme” uğraşında olan, onları burjuvazi için kabul edilebilir sınırlara çekme uğraşında olan dönemimizin II. Enternasyonalistleri yeni Kautskytleri de vardır.

Sınıflar arasındaki çelişkilerin uzlaşmaz olduğu gerçeğinin gizlenmesine hizmet eden bu güruh “cumhuriyetin ve devrimin korunması” vb. üzerindeki parlak sözlerle egemen burjuvazilerinin soyguncu çıkarlarının korunmasını maskelemektedirler.

Koşullar bugün onların (her renkten oportünizmin) karşımıza çıkması için oldukça uygundur çünkü sınıfın bilinç ve örgütlülüğünün zayıflığı oportünizmin etkisini arttırır.

Onların geriletilmesi komünistlerin yeniden sınıf ve ezilenler içerisinde güç olmasından, onlarla kesintisiz ideolojik siyasal mücadeleyle mümkündür.

Gerçekler devrimcidir.

Kitleler gerçekleri görüp sahiplendikleri, onlarla donatıldıkları oranda değişir, devrimcileşirler.

Devrimsiz bir değişiklik düşüncesi ve hatta devrimin yadsınmasına yönelik itirazımız, duruşumuz söylemimiz, karşı çıkışımız güçlü, kesin, net, kararlı ve olabildiğince tutarlı ve pürüzsüz olmalıdır.

İlkelerinden yoksunluk, anlık veya kısmî çıkarlar uğruna savruluş, temel ilkelerden, sınıfın sınıfsal çıkarlarından vazgeçiş yada ödün “balığı derin sulara, serçeleri de sık ağaçlara sürmek” le eş anlamlıdır.

Sancılı uzun ve yıkıcı bir dönemden nicel olarak zayıflamış olarak çıksak da, hala o dönemin sancılarını ve yıpranmışlığını aşamamış gerçek anlamda arınamamış olsak da halk içerisinde eleştiri silahını düşmana karşı namluların eleştirisinin dozunu arttırmak görevdir.

Ve sonlarken; Lenin yoldaşın söylemiyle görevimiz;

“Burjuva gerçekliğinin karşısına kendi gerçekliğimizi çıkarmak ve kendi gerçekliğimizin tanınırlığını çıkarmak, kök salmasını başarmak” tır.