Tüm Büyük Birliklerin Karakterindeki İlkeler Yol Göstericidir

Demokrasi mücadelesinin önemini açıkladıktan sonra anti emperyalist mücadelenin güçlü bir iradesini sunan AEL’in ideolojik ve politik tutumunu yayımladık. Bu açıklamaların ve tutumun proleter devrimler tarihindeki önemini tekrarlamaya ihtiyaç olmasa gerek. Hem demokrasi mücadelesini hem de bunun emperyalizme karşı mücadele ile koparılmaz bağını kavramadan gerçek anlamda ilerlemek mümkün değildir. Elbette bunun teorik ve politik olarak tartışmaya açık birçok tarafı vardır. Ne var ki bu tartışma bir ön kabulle başlar: Demokrasi mücadelesi sonuç olarak emperyalizme karşıdır!

Emperyalizmin kapitalizmin en yüksek aşaması olarak tamamen gericilik olduğunu ileri süren Lenin bize mevcut tüm gericilik hakkında doğru düşünmenin yolunu da göstermiştir. Onun bu görüşü genel bir kabul görür ve emperyalizmin savunulabilir bir özelliği olmadığında genel bir hemfikirlik söz konusudur. Peki bu bir gerçeklik olarak, tartışmasız bir bilinç olarak değerlendirilebilir mi? Bu soruya olumlu yanıt vermek olanaksızdır. Buna öncelikle farklı sınıfların varlığı olanak vermez. Farklı sınıflar var oldukça farklı çıkarlar ve farklı politikalar, dolayısıyla farklı teoriler de olacaktır. Örneğin emperyalizmin gericilik olduğunu kabul etmekle birlikte onda ilerici, geliştirici özelliklerin de var olduğuna dikkat çekildiğini biliyoruz ya da bu kabule rağmen “Orta Çağ’dan kalma gericiliğe karşı” onunla ortaklaşma eğilimlerine sıklıkla tanıklık ediyoruz. Türkiye’de feodal tortuların, bunların emperyalizmle uyumsuzluğu nedeniyle tasfiyesi mücadelesinin tam da bu nedenle genellikle “Batı destekli” sürdürülmek istendiğini biliyoruz. Bu anlayışların gücünü anlamak için Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin tarihine göz atmak yeterli olacaktır. Zayıf burjuvazinin de, küçük burjuva kesimlerin de özellikle Avrupa demokrasisini örnek alma tutumu, devletin zulmüne, baskısına ya da toplumsal gericiliğe karşı Avrupa devletlerinden destek alma eğilimi bu tarihte daima fark edilir derecede güçlü olmuştur.

Çürük bir yapıdan ibaret sistem miadını doldurmuş olarak “Batı desteği”nden mahrum kalsa çökecekken bu sisteme karşı demokrasi mücadelesi vermekten yana güçlerin Avrupa demokrasisinden medet ummaları gerçekten hazin bir durumdur. Hazin olmakla birlikte bu sınıfsal bir gerçekliktir. Medet umma hali zayıflıktan, yetersiz olmaktan, tarihsel olarak “yeniyi” temsil etme özelliğini kaybetmekten ileri gelmektedir. Demokrasi mücadelesinin halkın ikna edilmesi, demokrasi için çağrılara icabet etmesi gerekir ki sözünü ettiğimiz tarihsel gerçeklik bunun önünde engeldir. Halkın gerçek bir demokrasi mücadelesine ikna edilmesi sonuç olarak yeninin güçlü bir şekilde temsil edilmesine bağlıdır. Aksi halde halk mevcudun içinde yol aramaya devam edecektir.

Demokrasi mücadelesinde yeniyi temsil etmek ile emperyalizm karşıtlığının doğrudan bir ilişkisi vardır. Bütün gericiliklerin kaynağı ve destekçisi durumundaki emperyalizmle bağlar koparılmadıkça yeniyi temsil etmek olası değildir.

Bunun sınıfsal bir sorun olduğuna özel olarak dikkat çekiyoruz. İçeriği ve hedefi açıklanan ve inşa edilmek üzere çağrısı yapılan AEL’in de ileri sürdüğü görüş budur:

“AEL’in politik çizgisi, tutarlı bir anti emperyalist yapıya duyulan ihtiyacı vurgular ve proletaryanın bilimsel dünya görüşünün şekillendirdiği bir anti emperyalist çizginin zorunluluğunu vurgular. Bu nedenle de dünya çapında hüküm süren emperyalist sisteme karşı mücadelede etkin ve kararlı bir rol üstlenerek devrimci dönüşümün bir parçası olacaktır.”

Bu iddianın gücü sınıfsal yaklaşımındadır. “Tutarlı bir anti emperyalist yapıya duyulan ihtiyaç” yukarıda değindiğimiz ilişkiyle ilgilidir. Emperyalizm hakkındaki bilgimiz ve ona karşı tutumumuz sadece niyetlerimizle açıklanamaz. Emperyalizme karşı duruşumuzun temelinde sınıfsal bir öz vardır ve hareketimizin nihai durumunu bu öz belirleyecektir. Bu nedenle bilgimizin ve tutumumuzun sınıfsal özle ilişkisini değerlendirmeden tutarlı bir hareket yaratmaya girişemeyiz.

BİRLİK ANLAYIŞIMIZ BERRAKTIR

Anti Emperyalist Lig’in bu konuda aldığı konum tartışılmaya, daha çok da anlaşılmaya gerek duymaktadır. Çünkü belirli ilkeleri öne sürüp bunlara uymayanları ya da bunlarla yeterince uyumlu olmayanları “cephe”nin dışında görmek bir sorunsala işaret eder. Sorunsal dediğimizde çözümsüzlük vurgusu yapıyoruz. Geniş bir cephe anlayışında olunduğu halde Anti Emperyalist Lig’in “ilkelerle sınırlanması” bu bakımdan bir sorunsal olduğunu düşündürtür. Demokrasi mücadelesi ile bağlantılı bir “cephe anlayışı” olması nedeniyle de bu “sorunsal”ı tartışmak, açıklamak yararlı olacaktır. Üstelik “birlik” anlayışımızın, Halkın Günlüğü’nden geldiği gibi artık gına getirmiş bir yaklaşımla manipüle edilmesi de bunu bir başka açıdan gerekli kılmaktadır. Önderlik misyonunun “dar” bir ekibe dayanması ile halkın en geniş kesimlerini birleştiren bir devrim mücadelesinin, bir devrim hareketinin yaratılması sorumluluğu birbirine zıt olgular mıdır; Birbirini dışlar görünen bu olguların birbirini güçlendiren, biri diğerini kaçınılmaz kılan bağı nedir sorularını yanıtlamak gerekir…

Konuya geçmeden önce Halkın Günlüğü’ne dair ifademizi kısaca açıklayalım, gereksiz ve gerçekliklerden kopuk değerlendirmelerin mümkünse önünü almaya çalışalım. Çünkü bu arkadaşlar ısrarlı bir şekilde kendi dünyaları içinden görüş dayatmayı bir tartışma sanmaktalar. Yorumlarımızı, değerlendirmelerimizi ve politikalarımızı kendi dünyalarına bir saldırı olmakla sınırlı görmekte ve bu boyutta kalmakta ısrar ederek “eleştiriler” yapmaktalar. Aşırı küçümseyici üslupla da “dostane” bir tartışmadan söz etmekteler. Halkın Günlüğü’nde “Yeni Demokrasi Gazetesinin Kafa Karışıklığı Nereye Kadar” başlıklı bir yazıda “devrimcileri karşınıza alma yerine yanınıza alın” ile tamamlanan bir eleştiri yazısı yayımlandı. Bütünlüklü bir yanıtı hak etmediğine kanaat getirdiğimiz bu yazıdaki alıntıladığımız ve aslında yazıdaki dikkat çekici tek ifade önderlik misyonu ile halkı birleştirme siyasetinin ilişkisini konu etmek bakımından ele alınabilirdir. Gerçekten de kendi esaslı/genel siyasetini oluşturduğunda her devrimci öncü karşısına “hemen herkesi” alır, almak da zorundadır. Devrimci ve dolayısıyla doğru siyasetin tekliğinden doğan bu durum önderlik misyonunun güçlüğüne de işaret eder. Bu zorluk daha başlangıçta söz konusudur ve öncü hareket için göze alınması gereken zorlu mücadelenin de ilk işaretidir. Halkın Günlüğü’nde seçim politikamız nedeniyle dile getirilen bu ifade halkın büyük çoğunluğunun devrimci harekete yönelik daha çok başlangıçta ve sonra da uzun bir süre temkinli yaklaşmasının da bir anlatımıdır. İleri sürülen devrimci iddianın halk tarafından kabul edilmesi, benimsenmesi kesinlikle uzunca bir zamanı alacaktır. Devrimci fikirlerin halkla buluşması onların gerçekleşmesi anlamına gelecektir ki bunun zorlu bir süreç olduğunda hemfikiriz. Hiçbir devrimci “devrim yapmaya hazır kitlelere önderlik” yeteneğinde olduğunu iddia etmez. Devrimci için iddia kitleleri devrime adım adım hazırlamaktır; devrimci fikirleri üretmek, geliştirmek ve halka mal etmektir.

DEVRİMCİ FİKRİN ÖRGÜTLENMESİ

Anti Emperyalist Lig için de tartışılmaya ihtiyaç olduğunu düşündüğümüz konu budur.

Lig tutarlı anti emperyalist bir çizgide olmanın zorunlu şartı olarak proletarya enternasyonalizminden söz ediyor. Ancak bu bakış açısında olunduğunda tutarlı anti emperyalist bir hareket geliştirebileceği ileri sürüldüğüne göre Lig proleter bakış açısında olmayanı kendi dışında görmektedir mi diyeceğiz? İlkeler belirlenirken dikkat edeceğimiz şey “halkın en geniş kesimlerini devrimci saflarda buluşturmak” olduğuna göre tutarlı anti emperyalist çizgiyi kurmak daha başlangıçta halkın geniş kesimleriyle aramızda ciddi bir mesafenin oluşması anlamına gelmez mi?

Bu sorun tüm devrimci fikirler, hatta doğru fikirler için geçerlidir. Doğru bir fikrin kitlelerle buluşma zamanı sadece kitlelerin o fikre hazır oldukları zaman değildir, bunun için eski fikrin zamanını doldurması gibi somut/maddi şartların olgunlaşması da gerekir. Sosyalizmin kendini bir sınıf olarak konumlandırmakla tarih sahnesine özneleşen işçi sınıfında ayrı olarak “hazır” hale gelemezdi. Ütopik sosyalizmden bilimsel sosyalizme geçiş süreci eski fikrin zamanını doldurmasıyla, yani işçi sınıfı karşısında burjuvazinin eskimiş bir dünyaya ait olmasıyla ilgilidir. Marks’ın “Ekonomi Politiğin Eleştirisi, Kapital” kitabı burjuvazinin eskimiş dünyasını analiz eder ve bu dünyanın içindeki yeni fikri gözler önüne serer. O bu eylemini şu çok ünlü sözleriyle açıklar: “Benim yeni yaptığım şey şuydu: 1- sınıfların varlığının ancak üretimin gelişimindeki belirli tarihsel evrelere bağlı olduğunu, 2- sınıf savaşımının zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne vardığını, 3- bu diktatörlüğün kendisinin tüm sınıfların ortadan kaldırılması ve sınıfsız bir topluma geçişi oluşturduğunu kanıtlamak.” (Marks’tan J. Weydemeyer’e 5 Mart 1852 tarihli mektup)

Bu sözlerdeki çok mütevazı tutumunun nedeni Marks’ın, ileri sürdüğü fikrin nesnelliğe dayandığını bilmesi olmalıdır. Üretimin belirli tarihsel evrelere bağlı olduğu nesnel bir bilgidir, proletarya diktatörlüğünün zorunluluğu da öyle ve bu diktatörlüğün sınıfsız topluma geçişi oluşturduğu da. Marks kendisinin “gerçekliği ve gerçekleşecek olanı” kanıtlamaktan ibaret bir yeni şey yaptığını ifade eder. Dolayısıyla sınıfların, sınıf mücadelesinin ve sınıfsız toplumun kitlelerin üretime dayanan hareketinin ürünü olduğunu açıklamakla Marks kendi bilincinden bağımsız kitlelerde gerçekleşen ve gerçekleşecek olanı ortaya sermiştir. Buna karşın onun bu bilimsel fikri her doğru fikir gibi kitlelerde hemen veya kısa bir sürede karşılık bulmamıştır. Marks’ın beklentisinden bağımsız olarak kitlelerdeki bu durum onların henüz eski dünyanın içinde olmalarından ötürüdür. Marks elbette kitlelerden bir alkış, fikrine doğrudan bir hücum beklememiştir. Onun beklentisi devrimci öncülerde, işçi sınıfının önderlerinde, bilimle ilişkili olanlarda bu fikrin tartışılmasıydı. Bunun dahi bir süre aldığını biliyoruz.

Özetle Marks’ın büyük fikrinin ortaya çıkışından ve ilk etkilerinden hareketle ileri sürdüğümüz şey doğru fikrin kitlelerle buluşması olanağının özellikleridir. Bir doğru fikir ileri sürüldüğünde onun kitlelerle hemen buluşacağını ummak olsa olsa doğru fikrin heyecanına kapılmak masumluğudur. Aksi halde hayalperestliktir. Anti Emperyalist Lig’in anti emperyalizmi temsil etmek ve en geniş kitlelere yaymak doğrultusunda attığı ilk adımın yukarıdakine benzer bir süreç yaşaması normal hatta kaçınılmazdır. Sorun bizim için burada ileri sürülen fikirlerin örgütlenmesi, yani kitlelerle buluşmasının olanaklarını açığa çıkarmak, araçlarını yaratmaktır.

BİRLİK VE İLKELER

O halde ilk sorumuza dönebiliriz. İlkeler halkın geniş kesimlerinin dışlanmasını içerir mi?

Sığ bir bakış açısıyla vereceğimiz yanıt “içerir” olacaktır. Fakat biraz daha derinleştirdiğimizde düşüncemizi bunun tersine doğru ilerletiriz.

Anti Emperyalist Lig bize tutarlı anti emperyalizmin proleter bakış açısında olmayı gerektirdiğini söylüyor. Bunun doğruluğunu sınıf savaşımının nesnel durumundan hareketle kanıtlayabiliriz. Emperyalizm kapitalizme içkin bir dönemdir, kendinde kapitalizmin üretim ilişkilerini barındıran emperyalizm ancak kapitalizmin mezar kazıcısı olan proletarya tarafından tam olarak alt edilebilir. Emperyalist dönemin diğer tüm sınıfları, emperyalizmle çelişmekle birlikte onun mezar kazıcısı olacak nitelikte ona düşmanlık edemezler. Düşmanlıkları ondan asla daha güçlü olamayacakları için yenilgiye açıktır. Yenilmek dediğimizde kaybolmak, ortadan kalkmak, yem olmaktan söz etmediğimiz bilinmeli. Burada yenilmek sadece alt edememekten ibarettir. Sınıflar varlıklarını belirli derecelerde korumakla birlikte emperyalizm şartlarında, tekelci burjuvazinin hegemonyası altında kalırlar, onu aşamazlar. Çünkü kapitalizm şartlarında en güçlü, yetkin sınıf artık tekelci burjuvazidir. Her türden diğer burjuva sınıflar sadece onunla uyum yakaladıklarında, ona biat ettiklerinde yaşama olanağı bulurlar ki buna tekelci burjuvazinin de ihtiyacı olduğunu belirtelim. Kapitalizm tarihinin bu en gerici ve tahakkümcü sınıfı inşa ettiği emperyalist sistem içindeki ağlarını bu sınıflar üzerinden sağlam kılabilir.

Bu ağları tamamen parçalayacak yegâne sınıf proletaryadır. Çünkü proletarya sistemin gerçek üreticisidir, emekle kurulan tüm kapitalist dünya gene emeğin balyozu altında parçalanacak kadar acizdir. Başkan Mao’nun “kâğıttan kaplan” tanımı da bu özelliğin anlaşılması bakımından uygundur. Emeğin kurduğu kapitalist dünyanın tüm olanaklarına ve erkine sahip olarak tekelci burjuvazi her şeye gücü yeten bir kaplan gibi görünür; ama o aynı zamanda emeğin tüm bu dünyayı parçalayacak devasa balyozu karşısında aciz bir kaplandır!

Bu gerçek durum bize emperyalizm karşısında sonuna kadar mücadele edecek yeterliliğe ve onun alternatifi olan sistemi kuracak olanağa sahip sınıfın sadece proletarya olduğunu öğreten durumdur. Dolayısıyla proleter bakış açısında olmak anti emperyalist hareketin başarısı için bir zorunluluktur.

Bu ifade etmekle biz sadece şunu ileri sürüyoruz: Anti emperyalist mücadele son kertede proleter karakterde olmak zorundadır. Bu demek değildir ki anti emperyalizm sadece proleter hareketin bir özelliğidir. Kesinlikle hayır. Tekelci burjuvazinin hegemonyası altında diğer tüm sınıflar farkı derecelerde baskı altındadırlar ve dolayısıyla bu sınıfların da anti emperyalizmden çıkarları vardır. Mücadele bu çıkarlara gözünü kapatmaz, hatta kapatamaz. Bunun özellikle nesnel bir olgu olduğuna dikkat çekmemiz gerekir. Proleter hareket, istesin ya da istemesin diğer sınıfların da çıkarlarını gerçekleştirmeye yazgılıdır. Bunun nedeni emperyalizmle mücadele etmek zorunda olmasından başka bir şey değildir. Tekelci burjuvazinin aşağılık saldırılarına, ikiyüzlülüğüne, gerici tahakkümüne, sonsuz bencilliğine güçsüz oldukları ve kendi çıkarlarını gerçekleştirmek olanağına sahip olmadıkları için katlanan sınıfların proletaryanın anti emperyalist olmak zorunda olan mücadelesine farklı derecelerde ilgi göstermeleri, yakınlık duymaları kaçınılmazdır. Emperyalist sistem sürekli biçimde onların elindekilerini almakla varlığını sürdürdüğüne göre bunların emperyalizme karşıtlığı kaçınılmazdır. Bu kaçınılmazlık tutarlı anti emperyalist mücadeleyle “birleşme” olanağını içerir. Proletaryanın önderlik misyonunun “halkın en geniş kesimleriyle” birleşmesi olanağı buradan gelir. Bu nedenle tutarlı anti emperyalist olmak Anti Emperyalist Lig’in temel bir özelliği olması onu darlaştıracaktır diye endişelenmemeliyiz. Darlaşma olasılığı bu ilkeden kaynaklanamaz. Bu olasılık tutarlı anti emperyalist bir hat izlerken atılgan, ısrarlı, olabildiğince geniş bir alan içinde hareket edememekte vücut bulabilir. Eğer çevre sorunlarıyla ilgimiz sınırlı ise, kadın sorununda kaba bir tutuma sahipsek, demokrasi mücadelesini halkın iradesinden ve çıkarlarından ayrı kavrıyorsak hiç şüphesiz anti emperyalist mücadelemiz daralır, halkın geniş kesimleriyle buluşamaz.

Başka bir örnek de gene bir ilke olarak tarif edilen “Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkını savunmak” üzerinden verilebilir.

Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı, bilindiği üzere komünistlerin tüm ülkelerde ezilen ulusların kendi devletlerini kurma hakkını savunmalarını içerir. Bunun “her ulusun devleti olmalıdır” anlayışı olmadığını, bu bakımından komünistlerin “ulus devletçi” olarak tanımlanmasının bir saçmalık değilse eğer bir tür saldırı olduğunu da hatırlatalım. Ulusların Kendi Tayin Etme Hakkı ilkesinin devleti olmayan ulusun devlet kurmasının sadece kendi tercihi olacağı görüşünden ibaret olduğunu, bu konuda başkasının “söz hakkının” olamayacağını ileri sürmekle sınırlı olduğu bilinmelidir. Bu nedenle komünistler herhangi bir ezilen ulusun devlet kurmasını kayıtsız şartsız kesinlikle desteklemezler; ama bu hakkı sahip olmalarını kayıtsız şartsız kesinlikle desteklerler. Her ezilen ulusun devlet kurma hakkını savunmak açıktır ki “demokrasinin sınırları” içindedir ve demokratik bir hareket için zorunludur. Emperyalizm bu demokratik hakkı oluşageldiğinden itibaren esas olarak çiğnemiştir ve bundan asla vazgeçememektedir. Zira ulusal devlet emperyalizmin çıkarlarını önemli ölçüde reddeder. Emperyalizm bağımlı uluslar, bağımlı devletler yaratır; kendi çıkarlarını gerçekleştirmenin olanağını bu tür devletlerde bulur. Sömürgeleştirme veya yarı sömürgeleştirme emperyalizmin kaçınılmaz eğilimidir. İçinden geçtiğimiz süreç bunun bir kez daha güçlü bir şekilde kanıtlandığı/kanıtlanmakta olduğu bir süreçtir. Devasa borçların altında olan devletler reel ekonominin kaldıramayacağı miktarda parayla sistemi bugüne kadar taşıdılar.

Sistem bir süredir iflas etmiştir. Buna rağmen bağımlı devletler aracılığıyla çürümüş yapının yaşatılması, varlığını sürdürmesi sağlanmaktadır. Günümüzdeki bölgesel savaşların yoğunluğu ve bitmek bilmezliği, süreklileşmiş enflasyon, artan ve bugün ayrıca genişleyen vergilendirmeler tam da bunun birer parçasıdır. Bunların emperyalizmden, tekelci burjuvazinin iflas etmiş sisteminden bağımsız olmadığı açıktır. Buradan hareketle Ulusların Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı’nın anti emperyalist mücadele için bir ilke olduğunu kesinlikle ileri sürmeli ve savunmalıyız. Bu konuda bilincimiz berrak olmalıdır.

Peki bu da anti emperyalist mücadeleyi darlaştırmaz mı? Eğer bu ilkeyi Anti Emperyalist Lig’in parçası olmaya aday her demokratik kitle örgütünün programına bir şart olarak dayatırsanız elbette darlaştırır. Her demokratik kitle örgütü kendi alanıyla ilgili ve kendi niteliği bakımından ilkeler belirler ve program oluşturur. Anti Emperyalist Lig’in bu ilkeyi kendi programında vurgulaması onun geniş perspektifli bir mücadele alanına yönelmiş olmasından ve elbette tutarlı bir demokrasi mücadelesi yürütmek hedefine sahip olmasından ileri gelir. Çünkü onun “anti emperyalist politik çizgisi, emperyalizme karşı tutarlı bir mücadele için mobilize edici bir niteliktedir.” Bu çizginin, özellikle “Dünya genelindeki işçilerin, emekçilerin, yoksul ve topraksız köylülerin, ezilen halkların ve ulusların adil ve meşru taleplerini temsil” eden bir çizgi olduğu için söz konusu ilkeyle doğrudan bir bağı vardır. Adil ve meşru talepler içerisinde olan Kendi Kaderini Tayin Etmek Hakkı’ndan kısmen dahi uzaklaşmış bir anti emperyalist mücadele güven verici olamadığı gibi tutarlı bir nitelik de göstermemiş olur.

Tüm bunlardan hareketle bir kez daha yinelemek gerekir ki “Çağımızda anti emperyalist mücadele aynı zamanda demokratik mücadeleyle sıkı şekilde bağlanmıştır. Dünya ölçeğinde demokrasi ilkeleri ve değerleri burjuvazinin elinde çürümüştür ve demokrasi mücadelesi ve tutarlı demokratizm anti emperyalist karakterle birleşen bir bütünlüğe kavuşmuştur. Bu durum tutarlı anti emperyalist karakteriyle proleter demokrasinin değerlerinin, ilkelerinin ve siyasi çizgisinin ezilen halklarla daha fazla bütünleşmesi anlamına gelmektedir.”

Sonuç olarak “proletarya dışında kalan sınıf ve kesimlerin anti emperyalizm anlayışları ve anti emperyalist mücadeleleri, emperyalizme karşı öfkeleri ve direnişlerinin sınırlı olması ve tutarsızlıklar içermesi” bizim onlarla kurduğumuz ve kuracağımız ilişkiler önünde bir engel olarak görülemez. Bizim bu durumda zorunlu olduğumuz şey söz konusu tutarsızlıkları aşmak konusunda önderlik misyonunu gerçekleştirmektir. Bunun da programda vurgulandığı gibi “proletaryanın dünya görüşünün bu mücadeledeki etkinliğine paralel” mümkün olduğu kesindir.

“Kitlemizi” kendisine düşmanlıkla konsolide ettiğimizi arsız bir şımarıklıkla ileri sürecek kadar gerçeklikten uzaklaşmış Halkın Günlüğü’nde dile gelen “eleştiri”nin de içerik olarak burada konu ettiğimiz “misyon ile kitlelerle buluşmak arasındaki ilişki”den bihaber olduğunu söyleyebiliriz. Bu arkadaşların “devrimcileri karşımıza almak yerine yanınıza alın” önerisine vereceğimiz yanıt şundan ibarettir: Savunduklarımızın ve politikalarımızın devrimcileri ve devrime en yakın kitleleri etkilemesi bizim arzumuzun bir neticesi olmayacaktır; bu sonuç doğru fikrin kaçınılmaz sonucu olacaktır. Bu nedenle ne yalnız kalmaktan çekiniriz ne de birliği bir ödünler silsilesi olarak değerlendiririz. Kiminle, ne zaman ve ne kadar yürüyeceğimizi objektif olarak belirlediğimiz politikalar belirleyecektir. Politikalarımıza güvendiğimizi söylemeye ihtiyaç olmasa gerek.