[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Temmuz ayı emekçiler başta olmak üzere tüm halk açısından önemli bir ay oldu. Memur maaşlarına yapılan zamlar, emeklilere yapılmayan zamlar ve tüketim ürünlerine ve hizmetlerine yapılan fahiş zamlar, Katma Değer Vergisi (KDV) oranlarının 2’şer puan artırılarak sırasıyla yüzde 10 ve yüzde 20’ye yükseltilmesi bunlardan en önemlileriydi. Bu yıl, hâlihazırda yüzde 61 oranında artırılmış olan Motorlu Taşıtlar Vergisi’nin iki kat olarak alınmasına karar verilmesi ve Meclis’e gelen 1,119 trilyon TL’lik ek bütçe emekçileri ilgilendiren esas konulardandı. Bir yandan da memur ve emekli maaş zamları hesaplanırken bunun için her zamanki gibi TÜİK’in (Türkiye İstatistik Kurum) enflasyon rakamlarını açıklaması zorunluluğa dönüşmüş bir sömürü planıdır. TÜİK, verilerini bu defa iki gün gecikmeli olarak açıkladı. Bütçe dengesi ve emekçilere yapılacak zam oranındaki dengeyi gözetmek için bir hayli uğraştıkları anlaşılıyor. TÜİK, haziran ayı için aylık enflasyonu yüzde 3,92; yıllık enflasyonu yüzde 38,21 ve 6 aylık enflasyonu yüzde 19,77 olarak açıkladı.
TÜİK’in açıkladığı oranlara karşı bağımsız iktisatçı ve araştırmacıların yer aldığı ENAG’ın (Enflasyon Araştırma Grubu) enflasyon rakamlarının TÜİK’in rakamlarının 2,5 katı olduğunu görüyoruz. ENAG’ın enflasyon rakamları sırasıyla: yüzde 8,54, yüzde 108,58 ve yüzde 50,3 olarak açıklandı. Patronlar kurumu olan İstanbul Ticaret Odası bile İstanbul için aylık enflasyon oranını (İstanbul Ücretliler Geçinme İndeksi) yüzde 3,46 ve yıllık olarak yüzde 55,19 olarak açıkladı.
Memur ve emeklilere yapılan sınırlı zamlar, bir yandan hâlihazırda çalışmakta olan toplamda 19 milyona yakın işçi ve memur arasındaki eşitsizlikleri artırırken, diğer yandan sayıları 16 milyonu aşan emekliler açısından büyük bir gelir eşitsizliği yaratıyor. Egemenler bu yolla işçi ve emekçi sınıfları da bilinçli bir biçimde farklı ücret ve zamlarla bölerek onların birlikte mücadelelerinin önünü kesmeye çalışıyor.
TÜİK, egemen sınıfların can simidine dönüşerek emek düşmanı politikalarda, yoksulluğun derinleştirilmesinde artık başrol oynayan bir kuruma dönüşmüş durumdadır. TÜİK hem ipte cambaz hem hırsız hem de sömürü düzeninin önemli çarklarından biri olmaya devam ediyor. Kuşkusuz yüksek enflasyon ve son KDV artışları karşısında bu sözde maaş artışları bir iki ay içinde eriyecektir. Bunun için “ekonomist” olmaya da gerek yok. Son bir yıl içinde asgari ücrete yüzde 80’in üzerinde zam yapılmış olmasına rağmen halkın ekonomik darboğazdan çıkamadığı, giderek kötüleşip açlık sınırının biraz üstündeki komik bir rakama denk gelen bir gelir ile geçinmek durumunda kaldıkları ve birkaç aya kalmaz açlık sınırının da asgari ücrete ciddi fark atacağı çok açık. Ayrıca yeni asgari ücretin alım gücünün hızla düştüğünü anlamak için liranın, dolayısıyla ücretlerin dolar karşısındaki değerine bakmak yeterlidir: asgari ücret açıklandığında 482 dolar eden asgari ücret 1 ay içinde 436 dolara düştü.
Bakan Şimşek bir sanal medya hesabı Twitter’dan paylaştığı gönderisinde önümüzdeki dönem emekçi halkların neyle karşılaşacağını özetle şöyle ifade etti:
“Programımızın üç temel bileşeni var: Mali disiplinin yeniden tesis edilmesi; yani deprem etkisi hariç, bütçe açığının Maastricht kriterleri ile uyumlu bir seviyeye çekilmesi. Enflasyonun orta vadede tek haneye düşürülmesi için kademeli parasal sıkılaştırma ve enflasyon hedefi ile uyumlu gelirler politikası. Makro finansal istikrarı ve diğer tüm kazanımları kalıcı hale getirecek yapısal reformlar.”
Bakan Şimşek, yeni liberal kemer sıkma politikalarını hız kesmeden uygulamaya yeniden başlayacaklarının mesajını vermiş oldu. Bu halkımız için acı reçete anlamına geliyor. Nitekim geçtiğimiz günlerde yasalaşan torba yasa teklifi ile (gerçek bir servet vergisi gündeme getirilmezken), daha çok orta sınıfı ilgilendiren vergi politikalarının hayata geçirilmesi bekleniyor. Egemenlerin hazırlığı bu yönde.
SINIF REFLEKS TEPKİLER BİLE VEREMİYOR!
Yaşanan bunca zama, artan vergi oranlarına ve derinleşen yoksulluğa, ülkenin içinde debelenmekte olduğu önlenemez ve süreğen krize rağmen kitlelerden gelen ciddi bir tepki yok. Başta işçilerin örgütlendiği sendikalar derin sessizlik ve basiretsizlik içindeler, “aman mevcudu koruyalım” korkusuyla gıklarını bile çıkarmamaktalar. Tüm bu emekçi karşıtı sürecin mimarı patronlara, bu sisteme, emekçi karşıtı ücret ve gelir politikalarına büyük tepkilerin oluşması beklenir. Ancak ülkede, bir yandan demokratik hak ve özgürlüklerin iyice kısıtlanmış olması, işçi haklarının da fiilen ortadan kaldırılmış olması, sendikaların dizaynlı hali, tepki göstermeye muktedir birkaç sendikanın zayıflığı ve niteliksizliği diğer yandan da işçilerin ağır bir ideolojik saldırı altında bırakılması bu sonuçta etkili olmuş görünmektedir. İşçilerde bu süreçte derin bir umutsuzluk hali hâkimdir. Kuşkusuz bundan seçimi bir kurtuluş olarak işaret etme ve kitleleri seçimle sınırlı bir mücadeleye endeksleme anlayışının büyük etkisi vardır.
Emekçiler, örgütlü güç olmak yerine “yalnız birey” kendi öz gücüne inanmak yerine burjuva iktidarlara tabii olan “tebaa”ya dönüştürülmüştür. Bu durum haliyle örgütlü tepkilerin ortaya çıkmasını önlüyor. Bu örgütsüz durum ve işçilerin eyleme, harekete geçemeyişi haklarına dönük saldırıları büyütmekte, egemenleri daha da azgınlaştırmaktadır.
Egemenler, asgari ücrete zam yapıldığı, memurların toplu iş sözleşmesinin yapıldığı dönemlerde, emekçilerin ekonomik hakları için verdikleri mücadeleyi göstermelik toplantılarla savuşturuluyor ve komik derecedeki ücret zamları emekçilere bir “lütuf” ya da “iyilik” gibi sunularak ücret ve maaş zamları aslında aynı seviyede, istediği düzeyde tutabiliyor. Yandaş sendikalar da bu oyunun bir parçası olmaktan rahatsız değiller tabii ki, rolleri neyse onu oynamaktan çekinmiyorlar. Hatta bu sendikaların yöneticileri bu sayede işçilerin gözünde kendi konumlarını da koruyorlar.
Seçim sonuçlarına göre toplumun yüzde 48’ine kendini kabul ettirmiş olan “muhalefet” bu sömürü düzeninin bir başka temsilcisi olan kliktir. Bu yüzden emekçilerin haklarını savunmak için protesto gösterileri yapmak ya da iş bırakmak ve grev gibi eylemliliklere çağırmazlar. Aksine halka “neden sokağa çıkmıyorsunuz” diye pişkince veryansın ediyorlar. Bunu yaparken de hiç yüzleri kızarmıyor bu faşist klik temsilcilerinin. Zira seçim öncesi ve sürecinde bangır bangır bağırarak “sokağa çıkmayın” telkinlerinde bulunanlar da yine bu faşist kliğin temsilcileriydi.
Sınıfın çıkarları için sınıf kimliği ve bilinci kazandırmak, örgütlü hareket etmek ve birleşik tepki koymak pervasız bu emek karşıtı politikaları durduracak yegâne yoldur. Bu görev en başta proleter ideolojinin yol göstericiliğinde birleşen komünistlerin görevidir. İşçi ve emekçilerin, köylülerin, kısacası üretimin olduğu her alanda bu bilinçle biz de konumlanmalıyız.
Hiç kuşkusuz geniş halk kitlelerini özellikle de işçi ve emekçileri daha fazla hak gasbı, zam ve yoksulluk beklemektedir. Emekçi halkı bu yoksulluktan, açlıktan, zam furyasından ve baskılardan kurtaracak yegane yolun örgütlenmekten geçtiği bilinciyle örgütlenmeye çağırmalıyız.