Çin’de ortaya çıkan ve hızla yayılan koronavirüse (Covid-19) yakın tarihte ülkemizde de rastlandı ve virüs nedeniyle ülkemizde ilk ölüm 17 Mart tarihinde yaşandı.
Dünyayı derinden etkileyen, birçok ülkenin sınırlarını kapatmasına ve OHAL ilan etmesine neden olan koronavirüs “sınır tanımaz” hızla yayılmaya ve ölümlere neden olmaya devam etmekte. Bakanlık tarafından yapılan açıklamalara göre ülkemizde virüs teşhisi konulan kişi sayısı 1236. Bu açıklamalar ve rakamlar tam anlamıyla gerçeği yansıtmamaktadır. “Test yapılan kişilerin 1236’ında koronavirüse rastlandı” dersek gerçeği ifade etmiş oluruz.
Virüs bu denli yaygınlaşmışken, bu virüsü tespit edebilecek testler Türkiye’de sadece 21 hastanede yapılıyor. 20 milyon nüfusa ulaşan İstanbul’da koronavirüs testi 4 hastanede yapılıyor, bu testler sınırlı olduğu gerekçesiyle sadece yurtdışından gelenlere ya da yurtdışından gelenlere temas edenlere yapılıyor. “Test yoksa teşhis de yok” anlayışını, virüsle mücadele ettiği iddia edilen Bilim Kurulu üyesi Alpay Azap şöyle açıklıyor: “Geçen haftaya kadar Türkiye’de hastalık görülmediği için primerleri yurt dışına satıyorduk.
Ancak geçen haftadan itibaren vaka görüldüğü için artık göndermiyoruz. Türkiye’deki üretimin haftalık 2 bin primer hazırlama kapasitesi var. Ancak test sayılarını artırmaya çalışıyoruz.” Yani Bilim Kurulu Üyesi’nin ağzından şu anda Türkiye’de yurtdışından veya Umre’den gelen binlerce kişiyi, ve şüpheli diğer vakaları tespit etmeye yetecek test stokunun bulunmadığını, mevcut üretim kapasitesiyle sadece bu binlerce kişinin test edilmesinin bile haftalarca süreceğini öğrenmiş oluyoruz. Yani koronavirüse karşı geliştirilen çözüm yöntemi “Test yoksa teşhis de yok”tur. Devletin koronavirüs ile mücadelesindeki “başarısı” bundan ibaret aslında.
Sağlık sistemlerinin niteliğiyle övünen Avrupa ülkeleri, bugün virüs karşısında insan sağlığından çok “artı-değer” üretimi olarak gördüğü sağlık alanının çöküşünü izliyor. Çok sayıda ülke, OHAL, sokağa çıkma yasağı ilan etti, ülke içi ve dışı ulaşım kısıtlandı; Avrupa tamamen “karantina” altına alındı. Türkiye de bazı önlemlerle virüs ile mücadele etmeye çalışıyor. Eğlence yerleri kapatılırken, alışveriş merkezleri çalışmaya devam ediyor, hapishanelere görüş yasağı getirilirken, hapishanelerde tecrit altında kalan binlerce hasta tutsak için bir şey yapılmıyor, tutsakların hastaneye sevkleri engelleniyor. Okullar tatil ediliyor fakat binlerce işçinin çalıştığı fabrikalar sömürüye devam ediyor ve hiçbir önlem alınmıyor. Devlet bu virüs krizini, hak gasplarını tırmandırarak, ezilenler üzerindeki baskıyı arttırarak aşmaya çalışıyor. Halihazırda krizler sarmalı içerisinde debelenen devlet bir de ezilenlerin baş kaldırısıyla uğraşacak durumda değil (!)
Milyonlarca insanı etkileyebilecek, binlerce insanın hayatını kaybetmesine neden olacak bu virüs salgını hızla yayılırken sermaye de “malının” derdine düştü. Burjuvazi için işçilerin sağlığı sadece artı-değer üretiminin sürmesi açısından bir önem taşımaktadır. Ford Otosan Genel Müdürü’nün Ford fabrikalarında çalışan binlerce metal işçisinin sağlığından ziyade kâr oranında yaşanan düşüşten kaygılanması burjuvazinin sömürü düzenini gözler önüne seriyor. “Geçen hafta Avrupa’da artık korona paniği de başladı ve olaylar çok hızlı gelişti. Bu ticaretin durması demek. İspanya benzer sinyaller veriyor, Almanya’da ölümler arttı. İngiltere’de dört vatandaş ölmüş. Bunların hepsi Avrupa’daki var olan ekonomik yavaşlamanın üzerine bir de koronavirüs problemini koydu. Bunların rakamlara, sonuçlara nasıl yansıyacağını öngöremiyoruz” açıklaması zaten krizde olan emperyalist-kapitalist sistemin krizinin derinleşerek ilerleyeceğinin göstergesidir.
SAĞLIK HAKKI METALAŞTIRILAMAZ!
Emperyalist hegemonyası proletarya, politikalarla boğuşuyor. Bu gerçeklik koronavirüs salgınıyla bir kez daha gözler önüne seriliyor. Zaten ülkemizde emekçiler açısından ulaşılması hayli zor olan sağlık hakkı, bugün işlevsiz bir hale bürünerek çökme durumuna gelmiştir. Parası olan bir avuç azınlık, özel hastanelerde tedavi olup sağlık hakkından yararlanırken, sömürü çarkları arasında sıkışan emekçiler devlet hastanelerinde ayları bulan niteliksiz tedavi yöntemleriyle “sağlık hakkı”ndan yararlanmaktadırlar. Virüs salgınıyla birlikte fahiş fiyatlara ulaşan dezenfektan ürünlerini ücretsiz edinemeyen, sağlık hakkından yararlanamayan emekçiler için “ücretsiz sağlık hakkı” bir kez daha dillendirilmektedir.
Almanya Maliye Bakanı’nın “Stratejik öneme sahip şirketler eğer koronavirüs onları zor durumda bırakırsa kamulaştırılabilir ” açıklaması neoliberal politikalarda halihazırda yaşanan krizin sonun başlangıcı olduğunu söyleyebiliriz. Bugün emperyalistlerin sözcüleri bile eğitimden sağlığa ulaşıma kadar tüm alanlarda yaşanan özelleştirmeler alkışlanırken “kamulaştırılmasını” tartışıyor. Fabrikadan farksız hale getirilen, artı-değer üretimi yapıldığı sağlık sektörü bugün çökme noktasındadır.
Ülkemizde de hakim sınıfların “sağlıkta devrim” yalanı bugün tüm çıplaklığıyla ortadadır. Burjuvazi sağlık imkanlarıyla, önlemleriyle bu virüse karşı korunurken emekçilere bir nevi “ölüm” reva görülmektedir. Hakim sınıfların emekçilere “ölüm”den başka bir şey vermesi mümkün değildir. Sağlık alanının halkın taleplerini karşılaması, halka hizmet vermesi, kâr olgusuyla çalışmaması ve metalaştırılmaması ancak ve ancak devrimle mümkün olacaktır.
Bir Yeni Demokrasi Okuru