Kriz girdabı çapını ve etkisini büyüterek salgından daha hızlı yayılıyor. Politik-askeri-ekonomik sonuçları ise dünyanın en sorunlu alanlarından başlayarak, en kırılgan sosyal-iktisadi halkalara taşınarak devam ediyor. Taşınarak devam ediyor diyoruz çünkü var olan kriz emperyalist-kapitalist sistemin krizi ve bu krizi yönetmeye çalışan ana eksen de bu güç odaklarıdır.
Emperyalist-kapitalist sistemin tüm merkezleri, blokları ve ittifakları istisna olmaksızın ekonomik anlamda resesyona girmiş durumda. Koronavirüs salgını birikim krizi içinde olan emperyalist sistemde kıvılcımı çakan faktör olmuştur. Bu kıvılcım artık tanımlanmış bir yangın durumuna evrilmiştir. İngiltere’nin %20 küçüldüğü, Japonya-ABD-Rusya-AB ülkelerinin açık şekilde resesyon ilan ettiği, Çin’in son 40 yılda ekonomik büyümeden daralmaya doğru evrildiği oldukça bütünlüklü bir krizden bahsediyoruz. Emperyalistler arası askeri-politik mücadelede zaten derinleşen krizli hale şimdi ekonomi güçlü bir halka olarak eklenmiş ve var olan askeri-politik kriz salgın koşullarını umursamaksızın boyut kazanmıştır. Salgının yarattığı ekonomik krize salgından türeyen kendine has özellikleriyle sosyal, kültürel, politik kriz de eşlik etmektedir. Özellikle gerilemekte olan, çelişki çözme kabiliyeti zayıflamış, ekonomisi bağımlı olan ve politik kriz içinde debelenen sistemlerin bu süreçten daha fazla etkileneceği ve etkilenmekte olduğu açıktır. Bu tabloda süreçten en fazla etkilenen ve etkilenmeye devam edecek olan ülkelerden birisi de TC’dir.
EMPERYALİST SİSTEM, ARAYIŞLARI VE DAHA FAZLA UŞAKLAŞMA ÇABALARI
Bu süreç emperyalistler arası rekabeti, mücadeleyi ve gerginliği çeşitli düzeylerde tırmandırmaya devam ediyor. Bir yandan “salgının korkutucu ve yıkıcı etkisi” ile halk kitleleri kuşatılırken diğer yandan ekonomik alanda ABD-Çin-AB arasındaki savaşım, askeri ve politik alanda ise ABD-Rusya ve yer yer Fransa ve İtalya’nın dahil olduğu çatışmalar ve gerginlikler sürmektedir. Ağustos ayı içinde ABD-Rusya-Fransa-İtalya ekseninde Akdeniz havzasındaki gerginlik daha fazla tırmanmış durumdadır. Türk-Yunan gerginliği, Libya’da Mısır-Türkiye gerginliği ve bu çatışma alanlarında ABD’nin tüm uşaklarını kendine daha fazla mâhkum hale getirerek Rusya’nın alanını daraltma hamlesi dikkat çekici boyutta seyretmiştir. ABD’den koçbaşı rolü üstlenerek Ortadoğu’dan Akdeniz’e kadar ve hatta “gerekirse” Kafkasya’ya uzanarak her ihtilaflı sorunun merkezine yerleşmeye çalışan faşist Türk devleti gerilimin odağına yerleşmeyi başarmıştır. Türk hakim sınıfları, “ulusal hesaplar ve çıkarlar”ının gereği olarak “her bezde tarağı olduğu” iddiasıyla askeri-politik “enstrümanları” en etkili ve pervasız şekilde kullanmaktadır. Rojava ve Suriye’de askeri işgal, Libya’da örtülü askeri işgal, Akdeniz’de “savaşı göze alma” tehditleri, Azeri-Ermeni gerginliğini kaşıma ve Kafkas kartını kullanma hesapları, Kürdistan’ın her parçasında “tarihsel hak talebine” içkin siyasi çizgi ile büyük emperyalist kapışma alanlarında güçlü şekilde yer edinme mücadelesi içindedir. Bu tablo Türk hakim sınıflarının her türlü maceraya açık hale gelmesini, çatışmalı tüm alanlarda paratoner gibi konumlanmasını getirmektedir.
Ancak TC’nin bu konumlanışı başrol oyuncusu emperyalistlerin kapışmasında, onların kendi istedikleri dizayn mücadelesinde bir parçayı oluşturmaktadır. ABD, parçalanması fiilen gerçekleşmiş Libya’nın tüm parçalarında etkinliğini arttırma ve Akdeniz alanını domine etme peşindedir. Bu bağlamda AB emperyalistlerini dengeleyecek, onların kendi yönelimine taş koymasını ortadan kaldıracak her hamleyi yapmaktadır. Aynı şekilde bu alanda Rusya’nın etkisini kırmak ve güçten düşürmek ise esas amaç olmaktadır. Ortadoğu alanında da benzer hamleler söz konusudur. Bir yandan İdlib başta olmak üzere faşist diktatörlüğün işgal ettiği alanlarda Suriye rejiminden ekonomik-politik-yönetsel anlamda kopuşun tüm zemini ve koşulları oluşturulurken diğer yandan Lübnan ve Filistin hattında İsrail eliyle yeni hamleleri örgütlemektedir. Lübnan’da tüm siyasi dengeleri alt üst edecek, devlet sistemi ve oluşmuş dengeyi sorgulayan politik iklimi ve çelişkileri 4 Ağustos’ta limanda yaşanan ve yüzlerce kişinin ölümüne neden olan bir patlamayla alevlendirmektedir. BAE-İsrail arasında Batı-Şeria’nın ilhak edilmemesi şartıyla varılan anlaşmayla Arap ülkeleri arasındaki çelişki körüklenmekte ve böylece İsrail’in saldırgan askeri politikasına güçlü bir enerji taşınmaktadır. ABD, bir yandan Türk devletinin bölgede at koşturması için sahada daha fazla cesaretlendirirken diğer yandan ise İsrail’in konumlanışını pekiştirerek Rusya’nın alanını daraltma peşindedir. Ortadoğu’da ihtilaflı her alan emperyalistlerin açık oyun alanı durumundadır. Bu eksende sorunu olan güçler tokuşturulmakta ve alan açmaya dönüşen bir yönelim karakter kazanmaktadır.
Ancak emperyalistlerin hamleleri burayla sınırlı değildir. Kafkasya ve Doğu Avrupa’da kaşınan ve çelişkilerin tırmandırıldığı alanlar durumundadır. Rusya, ABD’nin Kafkaslarda oyun kurmasını engelleyecek, Türk gücünün çeşitli alanlarda dikkatini dağıtacak ve Hazar enerji yataklarının sevk ve idare edilmesinde daha güçlü oyun kurucu haline gelmesi için Azerbaycan-Ermenistan çelişkisini kaşıyıp iki taraf için de vazgeçilmezliğini pekiştirecek hamleler yapmaktadır. AB-ABD ülkelerini taraf olmaya zorlayan, Türk egemenlerini gafil avlamayı hesaplayan bir politikayla Kafkaslarda vazgeçilmezlik konumunu pekiştirme peşindedir. Tam da bu süreçte NATO’nun Doğu Avrupa hesapları içinde yer alan Belarus’ta halk kitlelerinin memnuniyetsizliği ile sokaklarda oluşan hareket AB-ABD tarafından bir fırsata dönüştürülüp Rusya’yı kuşatma hesabına hızla evrilmiştir. Ukrayna, Baltık ülkeleri ile örülen NATO kuşatmasına, yeni bir renkli devrimlerin karikatürü ile Belarus’un da eklenmesi hesabı açık şekilde yapılmaktadır. Ekonomik ve sosyal çelişkilerin dinamik ve hareket ettirici yapısı bir kez daha patlak verdiği ülkeye göre emperyalist sistemin kamuoyu çalışması ve hesaplarına konu edilmektedir. Belarus’ta yaşanan hareket de bu eksene hızla oturmuştur. Emperyalist güçlerin çatışması ve bir birini kuşatma planlarının uzantısına dönüşmüştür.
Emperyalistler kıyasıya bir mücadele ve savaşım içindedir. Koronavirüs salgınının ikinci dalgası tartışması içinde askeri-politik gerginlik tüm alanlarda yansımasını bulmakta ve çelişkiler olabildiğince olgunlaşmaktadır.
DÖNÜLMEZ AKŞAMIN UFKUNA HAPSOLMAK
Bu tablodan Türk hakim sınıfları da azade değildir. Bir yandan askeri gücü ve elindeki politik enstrümanlarla Ortadoğu’dan Kuzey Afrika ve Akdeniz hattında uzanan gerginliğin merkezinde diğer yandan ise Kafkasya’ya göz kırpan bir atılganlık içindedirler. İç politikayı yönetme biçimi ise dış politikadaki bu aktif ve etkin atraksiyonlara güçlü şekilde bağlanmıştır. Bu askeri-politik saldırganlığı içi boş bir hamaset nutukları ve şovenizmle domine etmeye çalışmaktadır. Bu temelde tüm gerici, bağnaz, ırkçı, şovenist, ataerkil, dinci argüman politik hayatın içinde, baş köşesindedir. Yedi düvele meydan okuyan ama Kürt katletmeyi besin kaynağı yapan bir tutum içindedir. Bunu yaparken askeri işgal ve konumlanmayı merkeze koyan bir yaklaşım vardır. Bu saldırılarının temeline Kürt düşmanlığını oturturken Irak yönetimi ve Suriye rejimi ile düşmanlaşma, İran ile burun buruna gelme sürecini de inşa etmektedir. Ortadoğu daha şimdiden TC için tam bir mayınlı tarla durumundadır. ABD emperyalizminin desteği ve Rusya’nın taktik yaklaşımlarıyla mayın tarlasının tam göbeğinde çaresiz bir halde kalakalmıştır. Baş edemediği ama uzlaşamadığı da Kürt meselesi hem içeride hem dışarıda en büyük sorunu ve açmazı olarak önünde durmaktadır. İzlediği Kürt politikası emperyalistlerin daha fazla oyuncağı haline gelmesini ve olabildiğince zayıf düşmesini getiren sonuçlara onu yaklaştırmaktadır. Kazandığını sandığı nokta kaybetmeyi örgütleme halidir. Haftanin’de gerçekleşen Kürt direnişi ve askeri hamleleri ise askeri alanda kazandığı psikolojik üstünlüğü kaybetmeye başladığına işaret etmektedir. Kürt direnişinin mitralyöz sesleri, faşizmin haykırdığı zafer türkülerinin tüm akordunu bozmuş durumdadır. Hamaset ve şovenizm propagandası kan kaybetmeye başlamıştır.
Bu kan kaybına bir etken ise yaşanan ekonomik krizdir. Döviz kurundaki keskin dalgalanma ve değer kaybeden Türk Lirası gerçekliği Ekonomi Bakanı tarafından “maaşlar dolarla ödenmiyor ki” saçmalığıyla karşılanmaya çalışılmaktadır. Mayıs 2020’de gerçek işsizlerin sayısının bir yıl öncekine göre yaklaşık 4 milyon artması, salgının dünya ölçeğinde yarattığı ekonomik krizin hakim sınıflarca fırsata çevrilmek bir yana en güçlü etkilenen ülkelerden birisi olma konumu ve yüz binlerce esnafın kepenk kapatması, eriyen ücretler gerçekliği, tırmanan enflasyon ve sıkışmış mali sermaye emperyalist sermayeye daha fazla yüzünü dönmeyi getiren bir zayıflığa yol açmaktadır. Turizm için Almanya’nın çalınan kapısı, sermaye edinmek için IMF ile yapılan flörtler ve karın doyurmayan şovenizm, egemen klikler arası artan çatışma ve çare bulunamayan politik kriz Türk hakim sınıflarını daha saldırgan hale getirmektedir.
Bu bağlamda gerici ideolojik argümanlar da politik gündemi domine etmektedir. Ancak kuşkusuz bu politik gündemler hem toplumsal muhalefete dinamik katmakta hem de egemenler arası çelişkileri körüklemektedir. Kadına şiddet ve “aile içi şiddet” meselesinde imzalanan uluslararası sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi AKP-MHP bloğu tarafından tartışılmaya başlandı bu süreçte. Aile bütünlüğüne ve yapısına düşman ilan edilen İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme tartışması kadına şiddetin en fazla gündemde olduğu bir zamanda tartışmaya açıldı. AKP içinde dahi çelişkileri büyüten bu tartışmaya kadın örgütleri başta olmak üzere geniş bir kesim etkin şekilde dahil oldu. 2011 de imzalanan ve 2014 yılından beri yürürlükte olan bu sözleşmenin kadın cinayetlerini durdurmadığı, kadınları yaşatmadığı bir gerçektir. Ancak meselenin kazanılmış haklara yönelik bir saldırı olduğu, kadın mücadelesinde kaydedilen ilerlemeyi kösteklemesi bağlamında karşı durulması gerektiği açıktır. AKP-MHP bloğunun ideolojik-kültürel-sosyal-politik anlamda toplumu en gerici değer yargılarıyla kuşatma ve boğmasında İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme de bir ayağı oluşturmaktadır. Ancak “İstanbul Sözleşmesi yaşatır” sloganı ile sürecin karşılanmasının da kadın sorunundaki gerçekliği, sorunun nedenleri ve çözümüne dair yanlış bir bilinç oluşturduğu açıktır. AKP-MHP bloğunun bu gerici saldırısını kadın düşmanı politikanın bir parçası olarak değerlendirmenin ötesine gitmek ve bu eksende sorunla ilişkilenmek gerekmektedir. Daha da önemlisi bir bütün olarak faşist, gerici, şovenist, inkarcı ve katliamcı zihniyetin bütünlüklü saldırısının bir parçası olarak sorunu tanımlamaktır. Egemenlerin bu gerici ağı ve şekillendirmeye askeri-politik saldırganlık içinde ihtiyaç duyduğunun görülmesi önemlidir. Aksi takdirde bütün içinde parçanın yeri görülmeyeceği gibi, bu sözleşmenin asla gerçekleştirmeyeceği bir rolü ona yükleyerek mücadelenin dinamikleri köreltilecektir.
Bu gelişmeler içinde egemen klikler içindeki çatlaklarda dikkat çekicidir. AKP-MHP içinde yaşanan çatlaklar daha fazla gün yüzüne vurmakta, özellikle AKP’den kopan Babacan, Gül ve Davutoğlu bir eksen oluşturmaya çalışmaktadır. Ancak CHP içinde de Muharrem İnce ile bir çatlak oluşmakta, klikler içindeki mücadele ve ayrışmalar çoğalmakta ve arayış daha güçlü bir zemine kavuşmaktadır. Bu tablo topyekün krizin bir başka belirtisidir. Hem egemen klik içinde hem de muhalefet kliği içinde hem birleşme hem de ayrışma eğilimleri ve arayışları olabildiğince etkin ve güçlüdür.
Bu çok yönlü ekonomik ve politik kriz tablosu ezilenlerin da ciddi bir arayış ve mücadele dinamiği anlamına gelmektedir. Böylesi katmanlı krizler devrimciler için büyük fırsatlar anlamına gelmektedir. Ezenlerle ezilenlerin çelişkisinin büyüdüğü, ezenler arasındaki çelişki ve boğazlaşmanın tırmandığı koşullar devrimci durumun olabildiğince olgunlaştığı devrimci hareket için muazzam olanakların oluştuğu koşullar anlamına gelir. Bu örgütlenmeye ivme katan, mücadeleye itim veren zemindir. Devrimci komünist irade ise bunu parça parça iktidar perspektifi ile egemenlerin tüm iktidar aygıtını Halk Savaşı mücadelesi ile parçalama yönelimine dönüştürmekle yükümlüdür. Bu çelişkilere bu perspektif ve genel siyasi çizgi dışında bir müdahale devrimi örgütlemeyi, iktidar perspektifini kuşanmayı sağlamayacaktır. Yönelim çelişkilere etkin ve net bir politik duruş ve de müdahale ile iktidarın namluların ucunda olduğu yaklaşımını kuşanarak olmalıdır.