Toprağı Sürüyoruz Tohumu da Ekeceğiz!

Türkiye, emperyalizmin yarı-sömürgesi konumundaki alt yapısından, buna bağlı şekillenen ve süregelen toplumsal siyasal yapısından kaynaklı, ekonomik ve takip eden siyasal çelişkilerin, birbiri ardına nükseden krizlerin kronik bir taşıyıcısıdır. Bu krizleri, emperyalist merkezlerdeki krizlerle daha da katmerlenir ve dayanılmaz olur. 2008 mali krizi ve siyasal çalkantının çemberinden hala çıkamayan emperyalist sermaye, pandeminin de etkilediği bu olağandışı koşullarda, daralmayı tercih etmekten başka bir yol bulamamaktadır. Yoğun sermaye akışıyla beslenen Türkiye gibi ülkeleri bugün dayanamaz hale getiren de budur. Proletarya Partisi 1. Kongresinde “…Türk hakim sınıflarının içinde bulundukları ekonomik ve siyasi durumu, sınıfların karşılıklı ilişkisini tahlil ederek; a)Türk hakim sınıflarının komprador karakteri nedeniyle emperyalist sermayenin krizinden, buna bağlı olarak sermaye hareketlerinden en derin biçimde etkilendiği ve bunun da bir yansıması ekonomik büyümeye dair göstergelerin olumsuz olduğunu ve gerileme sürecinin devam edeceğini; b) iflasların süreceğini ve KOBİ türü işletmelerin iflaslara çok daha yakın ve yatkın olduğunu; c) İthalata ve inşaata dayalı büyümenin imkanını tükettiğini…”  ifade etmiştir.

Bu sürecin koronavirüs pandemisinin eklenmesiyle hızlandığı ve Türk hakim sınıflarının sıfırı tüketme noktasına getirdiğini söyleyebiliriz. Can havliyle başta ABD ve AB ülkelerine kredi dilenmeye çıkmaları, swap anlaşmasına dahil olma çabaları bundandır. Yalnız böylesi kriz süreçlerinde “kabuğuna çekilen” emperyalist sermayeden eli boş dönülmüştür. Emperyalist efendileri, kamuoyunda pandemiyle birlikte gündeme taşınan swap anlaşmasına Türkiye’yi dahil etmişlerdir. En son yine Katar’la bir swap anlaşması yaparak, yani sermaye ithal ederek, borçlanarak eve dönülmüştür. Emperyalist efendileri, kamuoyunda pandemiyle birlikte gündeme taşınan swap anlaşmasına Türkiye’yi dahil etmişlerdir. En son yine Katar’la bir swap anlaşması yaparak, yani sermaye ithal ederek, borçlanarak eve dönülmüştür. Her dönemde olduğu gibi bugünde, borçların ve faizlerin ve yama tutmaz ekonominin ağır yükü, emekçilerin omuzlarına bindirilmektedir. Bunun daha ileri hesapları yapılmaktadır. “Evde Kal Türkiye” tekerlemesinin, sağlık emekçilerinin isyan etmesini önlemek amacıyla tutturulan alkışın iki yüzlülüğü, sahteliği ortada. Küçük-burjuva kesimlerin de ağzına pelesenk olan bu tekerleme, bu burjuva şakşakçılığı, işçi sınıfı ve diğer emekçilerin ölümüne işe sürüldüğünü gizleyemez ve gizleyemedi de.

Öte yandan dışarıda, Irak Kürdistan’ında KDP güçleriyle eskiden beri süregelen petrol-doğalgaz ilişkisi üzerinden Türk hakim sınıfları, Kürt Ulusal Hareketi’ni arkadan hançerletmenin pratik adımlarını atmanın hesabı içerisine girmiştir. Bu doğrultuda KDP, geçtiğimiz Nisan ayında Zine Werte’ye askeri yığınak yapmıştır. TC’nin siyasi durum analizinin ne denli isabetli olduğu böylece ortaya çıkmaktadır. Yukarıda aktardığımız pasajın devamında, Türk hakim sınıflarının siyasi yönelimine dair şu tahlile yer verilmektedir: “Dışarıda ise Irak Kürdistan’ında ve özellikle Rojava’da işgal ve saldırının süreceği, ABD emperyalizminin bölge politikalarına bağlı çizginin çok daha öne çıkacağı; özellikle İran’a yönelik kuşatma, izole etme saldırısında aktifleşeceği…” devamında: “Bu politika ve pratikler gerek T. Kürdistanı’nda ve gerekse genel olarak emekçi halk üzerinde faşist baskı ve saldırıların yoğunlaşmasını getirecektir” öngörüsünde bulunulmaktadır. Dışarıda Irak Kürdistanı üzerinden KDP ortaklığıyla yapılan planlar, Rojava’da derinleştirmeye çalışılan işgal pratiği, T. Kürdistanı’nda gerilla alanlarına yönelik operasyonlar, HDP’lilerin milletvekillerinin düşürülüp tutuklanmaları, gözaltına alınan faaliyetçilere uygulanan işkenceler ve daha bir dizi saldırı, bu yoğunlaşmanın sadece göz önüne çıkan örnekleri olmaktadır. Kamuoyuna yansımayan kısmının ise sürekli ve katı bir biçimde sürdüğünü belki söylemeye bile gerek yoktur.

Faşist diktatörlüğün emekçilerin kazanılmış haklarına yönelik saldırılarını, örgütlü dinamiklere dönük gözaltı, tutuklama, sindirme ve katletme politikalarını tek tek tespit etmek, çetelesini tutmak veya bunun önümüzdeki süreçte daha da yoğunlaşacağını öngörmek bir yere kadar önemlidir. Oysa çelişkinin diğer yanını görmek, incelemek daha hayatidir. Bu diğer yanda sınıfsal, ulusal, cinsel, inançsal, tüm ezilenler cephesi ve bu cephenin mevcut konumlanışı yer almaktadır. Bu cephenin ideolojik-politik-örgütsel çizgisinde ya da bu örgütlü dinamiklerden de bağımsız ortaya çıkan kitlesel öfke patlamalarının üzerinde, uzun süredir küçük-burjuvazinin etkisi görülmektedir. “İçinde bulunduğumuz dönem, burjuva dünya görüşünün her katmanın etkin olduğu bir dönemdir. Sosyalizmde geriye dönüşlerin perdesini yırtarak açıklığa kavuşması ile birlikte proleter dünya görüşü ciddi bir güvensizlik bunalımına girmiş, geniş kitleler tarafından mesafeli karşılanan bir dünya görüşü olmuştur. Bu anlamda mücadele düzeyinin oldukça durgun olduğu bir dönem uluslararası düzeyde ve ülkemizde henüz atlatılamamıştır. Dönemsel politik patlamalar, kendine bir ideolojik gömlek giyecekse küçük-burjuva ideolojilerin gömleğini giymekte ve ona göre şekillenmektedir.” (Bknz: Partizan Özel Sayı-Kasım 2019)

Peki böylesi bir etkinin giderek sarmaladığı ve “hareket her şeydir, nihai amaç hiçbir şey” oportünist çizgisinin adeta kitlenin kuyruğuna sıkı sıkıya yapıştırdığı; ulusal baskının saiklerinden ulusal baskının çözümünü uman idealist, iradeci ve de bir bütün olarak reformist hareket ne yapıyor? Faşizmin maskesi meclislerde, sadece siyasi parti lider ve kadrolarının uzlaşmalarıyla toplumsal-ulusal çelişkilerin “demokratik çözümü”nü arıyor.

“DOĞRUYU BİLEN DOĞRU DAVRANIR” SOKRATES

TDH’nin ve KUH’un bu reformist çizgisi, kendi sınıfsal yapılarına uygundur. Ancak komünistlerin bu cepheyi ideolojik mücadelelerle hedefine alıp uyarması, doğru bir hatta çekmeye çalışması sorumluluğu da kaçılamayacak veya ertelenemeyecek bir sorundur.

Bu nedenle Proletarya Partisi, özellikle son 3 yıldır bu mücadeleleri keskinleştirmekte ve süreklileştirmenin çabası içine girmektedir. Bu süreç boyunca, yani 3 yıl diye yukarıda belirtilen süreçte, ideolojik mücadeleye sıkı sıkıya sarılmanın bir gereği de Proletarya Partisi’nin kendi içinden çıkan sağ tasfiyeciliğe, onun zeminini oluşturan önderlik ve parti yapısına yönelmek, bu yapıdan oluşan ideolojik-politik ve örgütsel zaafları açığa çıkarıp, bu zaafları temizleyip atmak içindir.

Sınıf mücadelesinin dışında kalarak, bu ideolojik mücadelelerin bir karşılığının olması beklenemez. İdeolojik mücadelenin ancak doğru davranarak, doğruları hayata geçirerek bu doğruluğunu kanıtlayabileceğini görmek zorundayız. Bu tarz bir yaklaşımla, 2020 Ocak ayından başlayarak Mayıs ayı sonuna kadar süren bir “kampanya” dönemi geçirilmiştir. Bu yönelim “Rojava’da faşist işgal ve saldırıya çeşitli milliyetlerden emekçi Türkiye halkının sürüklendiği sefalete; Kürt ulusu üzerindeki milli baskıya; cins kırımına; Alevi halkımıza yönelik inançsal baskıya karşı mücadeleyi yükselt” olarak ifade edilmiştir. Tüm örgütlü bileşenin belirlenen mücadele odaklarına iddialı, insiyatifli ve önderlik misyonuyla uyanık ve atak bir biçimde yönelmesini sağlama hedefi ortaya konulmuştur.

Yürütülen bu kampanyanın, örgütlenme ve mücadelenin çok çeşitli ihtiyaçlarına cevap olması yönündeki ikili ayağından biri olan örgütlenme konusu, komiteleşmede somutlanacak şekilde açıkça belirlenmiştir. Kısacası, bir yandan örgütlenme, bir yandan inşa edilen örgütlülüklerin kitle içine sokulmasını, kitlelerin çelişkilerine uzanmasını sağlamak hedeflenmiştir.

Bu adımların atılması hedeflenirken, önümüzde dikilen en büyük engelin yine kendimiz olacağının bilincindeydik. Başta ideolojik zaaflarımızın, politik yetmezliklerimizin, örgütlülüğü kavrayıştaki kimi geriliklerimizin temel engellerimiz olacağının bilincindeydik. Tam da bu nedenle mücadeleye temkinli yaklaşmaya, bağımlılığa, inançsızlık ve ruhsuzluğa, militanlaşmaya, proleter devrimcilikteki aşınmaya karşı köklü ve güçlü darbeler indirmeyi tartışıyorduk. İdeolojik kapsamda ele alınması gereken bu sorunlarla birlikte, politik yanımızda da eskiden devralınan ve hala üzerimizde kalan tortunun neler olduğunu da açıklıkla ifade ediyorduk. İddiasızlık, kendiliğindencilik, beklemecilik, araştırma- inceleme- üretme yoksunluğu, darlaşma ve sıradanlaşma şeklinde somutlanan bu bunalım öğelerinin; yine örgütsel düzleme dair kavrayışsızlığımızın, bilinçsizliğimizin, kolektifleşememe, kolektif bir önderliği sürekli hakim kılamama gibi temel sorunlarımızın aşılmadan, görevlerimizi hakkını vererek yapamayacağımıza dikkat çekmeye çalışıyorduk.

Ayağımıza pranga olan bu ve daha başka sorunların aşılmasında belli başlı ilerlemeler kaydettiğimizi söylersek yanılmış olmayız. Özellikle “Proleter Devrimciliği Kuşan!” şiarının sürekli gündemimizde olması ve örgütlü yapının yaşamına ve faaliyete bu anlayışla şekil verme çabası belli bir karşılık bulmuş; bahsettiğimiz mücadeleye dair temkinli yaklaşımlardan, inançsızlıktan, militan yapısındaki bozulmadan vs. belli ölçüde kurtulma yönlü çabalar söz konusu olmuştur.

Kampanya faaliyetimizde somutlanan yönelimlerin ideolojik ve politik ayağında kaydedilen aşama, belli olumluluklar taşısa da henüz katedilecek yolun uzun olduğunu göstermiştir. Devrimci pratiğe belli ölçüde yüklenilmesi gerilla mücadelesinin kararlılıkla sürdürülmesi, yürütülen ajitasyon/propaganda faaliyetinin oluşturduğu etki geniş bir kitleye yayılmıştır. Bu faaliyetleri güçlü, yaratıcı bir biçimde yetkinleştirmeye, kolektifleştirmeye devam etmeliyiz. Ancak bunlarla sağlanan ideolojik etki, örgütsel darlığımız nedeniyle parçalanmaktadır. Stalin yoldaşın “Parti Krizi Üzerine” bir makalesinde işaret ettiği sorunun çok benzeriyle karşı karşıyayız: “İdeolojik etkinin genişliği, örgütsel kök salmanın darlığında paramparça olmaktadır.” (Seçme Eserler, Cilt 11, s. 132) Bu durumda örgütlenme, daha da doğru ve açık ifade edersek komiteleşme hedefimize çok daha güçlü sarılmak zorundayız.

Örgütlü yapımızı ve niteliğini, ideolojik etkinin çapına bir nebze olsun yakınlaştırabilersek, örgütlü yapımızın kitle içine daha geniş ve kök salacak tarzda uzanmasını sağlayabilirsek, gerilla mücadelesinin gelişiminde ivmeyi yükseltebilirsek, sınıf mücadelesinde önümüzdeki önemli bir eşik aşılabilecektir. Sıradanlaşmadan, birbirine yakın konuları tartışmaktan ancak böyle kurtulabiliriz. Bu eşiği aşabilmemiz için binbir emekle, kanla, canla var ettiğimiz ideolojik-politik etkinin olgunlaştırdığı meyveleri toplamak gerekir. Etrafımızda biriken zihnen ve bedenen aktif, bağımsızlaşmaya açık, yaşam belirtisi gösteren, mücadeleci işçi veya işsiz yoldaşları  saflarımızda örgütlemeliyiz, halk ordusu saflarına taşımalıyız. Nasıl ki bu süreçte “Evde Kal Türkiye” iki yüzlü burjuva politikasının tuzağına, tek yanlılığına ve kendini koruma yaklaşımının bireyci körlüğüne düşmeyi reddettiysek, bundan sonra da emekçi halk içinde en diri ve dinamik unsurların bilincine ve yüreğine tohum ekmeye, kabuğumuzu çatlatmaya devam edelim. Kitleleri savaşın parıldayan mevzilerine yakınlaştıralım.

*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 25 Haziran 2020 tarihli 64. sayısından alınmıştır.