Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliğinde Eğitim Hakkı

İnsanın sosyal pratiğinin ayrılmaz bir parçası olan eğitim bireylerin doğduğu, büyüdüğü toplumun yani yaşamın doğrudan içindedir. Burada esas kavranmak zorunda olunan olgu sınıflı bir toplumda eğitime damgasını vuran şeyin sınıflı toplum gerçekliği olduğudur. Bu sınıflı toplum ki ataerkil yapısıyla birlikte cinsiyet eşitsizliğine dayalı bir sistemdir. Bununla birlikte elbette burjuva feodal toplumlarda da eğitim insanın toplumsal yaşamı daha iyi kavraması ve bu toplumsal yaşamda aktif rol alması için önemli bir yere sahiptir.

İnsan içinde bulunduğu toplumsal olguları doğrudan toplumsal pratikten edindiği deneyimlerle bütünleşmiş bir biçimde gelişen eğitimle anlamaya başlayabilir ve analiz etmeye doğru ilerleyebilir. Bunun için eğitim toplumların gelişiminde toplumsal bilgi ve deneyimlerin bir sonraki topluma aktarılmasında çok önemli bir yere sahiptir. Burada unutulmaması gereken burjuva-feodal toplumlarda eğitimin burjuva sınıfın damgasını taşımasıdır. Sömürüye dayalı bu sistemde toplumun hücrelerine kadar işlemiş olan eğitim anlayışı eşitsizler arsındaki eşitsizliği sürdürmek ve korumak biçimindedir. Burada kast ettiğimiz toplumların ileriye doğru hareketinde birçok gelişme ve ilerleme olsa da bu ilerleme içerisinde kadınların hakları konusunda birçok kazanım elde edilse de en nihayetinde bu kazanımların gerçek bir kazanıma dönüşmediği, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin çok yönlü bir biçimde sürmesidir. Eşitsizliğin yansıma alanlarından birisi de eğitimdir, eğitim hakkının kullanımıdır.

Gelişmiş toplumlarda kadınların eğitim hakkını erkeklerle eşit şekilde kullandığı iddia edilse de emperyalist-kapitalist devletlerde kadınların eğitim hakkını kullanımında eşitsizliğe maruz kaldığı görülmektedir. Ancak yarı sömürge, yarı feodal toplumlarda ise bu hakkın kullanımı çok daha baskıcı bir biçimde sınırlanmakta, baskı altına alınmakta, kadınların eğitim hakkı gasp edilmektedir. Her ne kadar içinde bulunduğumuz çağda ve gelişmiş birçok toplumda herkesin eğitim hakkından eşit faydalandığı iddia edilse gerçek yaşamda bu burjuva söylemlerin gerçekliği olmadığı açıktır. Japonya’da kadınların üniversitelerde ayrımcılığa maruz kalması buna örnektir. Almanya’da, İngiltere’de kadınların eğitim hayatında karşılaştıkları zorluklar bu gerçekliği ortaya koymaktadır. Eğitim hakkının kazanılması ve tüm toplumun eğitim hakkından yararlanması mücadelesine bakıldığında bunun doğrudan sınıflar mücadelesi ile ilişkili olduğunu, toplumsal gelişmenin bir ürünü olduğunu, sınıf mücadelesi içinde kazanılan bir hak olduğunu görmek mümkündür. Köleliğe karşı mücadele ile eğitim hakkının kazanımı arasındaki ilişki de bize bunu göstermektedir. Sonuçta her toplumsal gelişme ve özellikle de her toplumsal devrim bireylerin eşitliği bakımından da ilerlemeye yol açmıştır. Edinilen hakların her birey için gerçekleşebilir olması insanlığın gelişen olanaklarıyla ilgili olduğu ölçüde eşitliği de daha mümkün kılmıştır ve eğitim hakkı bu noktada bireylerin eşitlenmesi bağlamında önemli bir özelliğe sahiptir.

Eğitim hakkı 19. yüzyıla kadar yalnız yönetimi elinde tutan soylulara ve varlıklılara tanınırken, halkın eğitilmesi düşüncesi 1789 Fransa Devrimi ile başlamıştır. Bunun dışında eğitim hakkı birçok uluslararası anlaşma ile tanımlanmış çeşitli devletler bu anlaşmalara taraf olarak eğitim hakkını tanımıştır. Eğitim hakkı, Birleşmiş Milletlerce benimsenen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim, Kültür Örgütü’nün (UNESCO) ve Avrupa Konseyi’nin temel ilkelerinde, İnsan Hakları Helsinki Son Senedi’nde, Paris Antlaşması’nda iş birliği konferansın belgelerinde yer almıştır. Bunun yanı sıra eğitim sistemi devletin geleceğini garantiye alması için en önemli ideolojik aygıtlarından biridir. Hâkim sınıflar, eğitim kurumlarıyla egemen olan ideolojilerini toplumlara aktarılmasını sağlayarak toplumsal cinsiyet rollerini, kültürel değerleri de kendi ideolojilerine göre şekillendirirler, halkı burjuva sınıfın ideolojik formasyonu ile “eğitirler.” Mevcut eğitim sistemi pratikten uzak, ezbere dayalı, bilimsel olmayan idealist niteliğiyle ve metafizik yöntemi hâkim kılan yapısıyla bilimsellikten uzaktır. Bununla birlikte bu nitelikteki eğitime ulaşım da eşitsizdir. Bireyin ideolojik, felsefi, sosyolojik vb. gelişimini esas almayan eğitimin topluma gerçek bilimsel bilgi vermesi zaten mümkün olmamakla birlikte toplumsal yaşamı sınıflı toplum gerçekliğine uyumlu hale getirme noktasında işlev görmektedir.