“Bugün ülkemizdeki devrimci mücadele çok önemli bir noktaya, silahlı mücadele yolunu tutmayan bir akımın bunun adı isterse komünist hareket olsun kitlelerden tecrit olacağı bir noktaya ulaşmış bulunuyor”
(İbrahim Kaypakkaya)
Bugün ülkemizdeki devrimci mücadelenin silahlı mücadele yolunu tutmaksızın, onda ısrar etmeksizin adı isterse komünist olsun kitlelerden tecrit olacağı, devrimci niteliklerinde aşınma olacağı açıktır. Kaypakkaya yoldaşın ülkenin koşulları ve devrimci mücadelenin esas halkası ve yönelimi üzerine yaptığı tespitler bugün için de olabildiğince gerçektir. Kaypakkaya yoldaş yaptığı tespite uygun olarak konumlanmış ve bu uğurda ölümsüzleşmiştir. Kaypakkaya’nın partisi ve yoldaşları, devrimci mücadelenin gereğine ve zorunluluğuna uygun olarak bugünde konumlanmaya devam ediyor. Bedel ödemeye ve tarihin bu kesitinde Halk Savaşı çizgisinde, silahlı mücadelede ısrar ederek tutunma azmi ve çabasıyla konumlanmaktadır. Kitlelerin, devrim ve iktidar fikrinden uzaklaştırılıp ve donanımsız-örgütsüz bıraktırılarak sistem içinde yedeklenmesine karşı silahlı direnişi Halk Savaşı çizgisinde örgütlemeye çalışmaktadır. Erol Volkan İldem (Nubar) ve Fadime Çakıl (Rosa) bu çizgiyi örgütlerken ve önderlik ederken faşist diktatörlüğün 6-9 Eylül tarihlerinde kapsamlı bir operasyonunun sonucu olarak Dersim-Ovacık’ta katledildiler. Halk savaşçılarından Nubar partisinin merkez komitesinde bulunmuş ve savaş alanının tam ortasında savaşa önderlik etme iradesi göstererek belirlenmiş çizginin en üst düzeyde örgütlenmesinde ortaya çıkan irade olmuştur.
Bu duruş içinden geçilen sürecin devrimci dinamiklerini, silah elde topyekün saldırıyı karşılamanın gerekliliğine dair bir perspektifin sonucudur. Faşist diktatörlük devrimci güçlere yönelik bir yandan imha ve yok etme operasyonları sürdürürken diğer yandan yılgınlık ve umutsuzluk yayacak şekilde hiçbir şeyin değişmeyeceği silahlı mücadeleyle sonuç alınamayacağına dair ideolojik saldırı örgütlemektedir.
Egemen sınıfların topyekün saldırı dalgasının en önemli ayağı askeri saldırganlık ve zor aygıtlarıyla en demokratik taleplere yönelik azgın bir şiddet politikasıdır. Bunu iç ve dış politika ekseninde örgütlemektedir. Bu tablo içinde, halk güçleri içindeki muhalif örgütlü yapıların yönelimi ise ya geri çekilme ya legal ve parlamenter alanları esas alma şekline bürünen bir uzlaşmacı çizgi izlemektedir. Bu tablo halk kitlelerinin çelişkileri ve çelişkilerine yön ve biçim verecek siyasi hattan yoksunluğu getirmektedir.
BÜYÜK KRİZLER BÜYÜK GELİŞMELERİ ÖRGÜTLER!
Geniş yığınlar egemen sınıfların yaşadığı politik kriz içinde büyük bir güvensizlik, belirsizlik ve memnuniyetsizlik yaşamaktadır. Bu tabloya son iki yıldır, oldukça güçlü ekonomik kriz halkası da eklenmiştir. Bu politik krizin derinleşmesini getiren bir faktördür. Zira emekçilere kesilen bu krizin faturası enflasyon karşısında eriyen ücretler, gasp edilen sosyal haklar, büyük çaplı işsizlik, daha fazla yoksulluk, yeni vergilerle ek yükler şekline bürünmüştür. 2020 yılının başından itibaren bu tabloya dünyayı sarsan koronavirüs salgını eklenmiştir. Bu salgının özellikle emperyalist-kapitalist sistemin krizini çok derin ve ciddi düzeyde tetiklemesi, bağımlı ekonomik yapıdan kaynaklı yaşanan yapısal soruna adeta çarpan etkisi yaratmıştır. Bu kriz aynı zamanda çok katmanlı krizin oluşmasını da getirmiştir. Sağlık sisteminden, önleyici ve tedavi edici tedbirlerin halka uygulanmasına kadar yaşanan sorunlardan dolayı çelişkiler keskinleşmiş ve boyutlanmıştır. Salgında patronları gözeterek ve emekçilerin sağlığını önemsemeksizin alınan “tedbirler” esaslı bir şekilde bir sonuç vermezken, bu tedbir silsilesi daralan ekonomiler yaşanan krizler sonrası dünyada izlenen “sürü bağışıklığı” yoluna Türkiye de hızla girmiştir. Engellenemeyen salgında halk maske-mesafe-hijyen tedbirine mahkum kılınmıştır. Bu eksende salgının engellenememesinin faturası bizzat Tayyip Erdoğan tarafından “tedbirlere uyulmuyor salgın yayılıyor” diyerek halka fatura edilmiştir. Halka mesafeye ve maskeye dikkat etmesi uyarısı Tayyip Erdoğan’ın bizzat gerçekleştirdiği mitinglerde dillendirilerek adeta halkla dalga geçilmektedir. Kendi politik, ekonomik çıkarları doğrultusunda en ufak tedbir uygulamasına baş vurmayan egemenler, sorumlusu olduğu pandemiyi halka mâl etmektedir.
TC devleti, yaşanan ekonomik ve politik krizi ise yönetmede askeri saldırganlık ve işgal politikasını da uygulayarak hayata geçirmektedir. Bu bağlamda “milli ve yerli” söylemli büyük çaplı, sürekli ve saldırgan bir şovenist politika hayata geçmektedir. Bu eksende özellikle dış politikadaki saldırganlık ve alınan ciddi çatışma risklerini şovenizmle yönetmekte, Libya-Suriye ve Doğu Akdeniz’deki başarısızlığı ve provakatif saldırganlığını iç politikada aynı yönetme biçimiyle güce çevirmeye çalışmaktadır. Son olarak Doğu Akdeniz’de AKP-MHP kliği enerji savaşları mücadelesinde devre dışı kalmasına karşın, “büyük devlet ve oyun kurucu olma” iddiası ile gönderilen Oruç Reis gemisi bakım gerekçesiyle geri çekilmiştir. Özellikle Fransa ve AB’nin Yunanistan’ı arkalayan tutumu ve savrulan tehditler, faşist diktatörlüğün denize dökme gibi efelenmelerini Yunanistan’la masaya oturma davetine çark etmesini devamında ise araştırma gemisini bu gerginlik içinde geri çekmesini getirmiştir. Her başarı hikayesinde, her “büyük devletiz, yakarız, yıkarız, savaşırız, boğarız” söylemi sonrası emperyalistlerin belirlediği sınırlara geri dönmeyle sonuçlanmaktadır. Suriye’de, Rojava’da ve Libya’da olan buydu. Doğu Akdeniz’de de şimdi olan şey aynısı olmaktadır.
Egemen sınıfların bu tablosu, bu siyasi çizgisi ve ekonomide yaşanan dalgalanma halk yığınlarının öfke ve tepkisini bilemekte, çelişkilerini keskinleştirmektedir. Yoğunlaşan bu çelişkilerin çözümü için egemen sınıflar artan askeri yatırım yapmakta güvenlik tedbirlerini yoğunlaştıran bir süreç örgütlemektedir. Baskı ve şiddet her durum ve koşulda, her gelişmede acımasız bir araç olarak hayata geçmektedir. Egemen sınıf klikleri arasında da benzer düzeyde bir sertlik ve çatışma yaşanmaktadır. Bu güçlenen, büyüyen bir devrimci durum anlamına gelmektedir. İşte tam da böylesi koşullarda devrimci mücadelenin silahlı biçimlere dayanması, onun örgütlenmesi ve sürdürülmesi hayati derecede önemlidir. Kitlelerin yaşanan çelişkilerin çözümünde sisteme yönelen ve kitlelerin yıkıcı yönünü dinamik hale getiren ve aynı zamanda inşa eden siyasi çizgi olmazsa olmazdır. Bu iktidar perspektifli bir mücadeleyi ve yönelimi zorunlu kılar. Tam da bu bağlamda Dersim’de Erol Volkan İldem (Nubar) ve Fadime Çakıl’ın (Rosa) Halk Savaşı çizgisinde ısrar eden duruşları, yönelimi önem kazanmaktadır. Bu duruş ancak kitlelerin çelişkilerine müdahale ve çözümde devrimci özneyi yetenekli kılacak, kitlelerin örgütlenmesinde tohumların doğru temelde ekilmesini sağlayacaktır. Ödenen her bedel, silah elde gösterilen her direniş toplumsal devrimimizin dinamiklerini diri tutacaktır. Bu dinamiğin diri tutulması demek devrimin örgütlenmesi, en durgun dönemde iktidar bilincinin güçlenmesi anlamına gelecektir.