TKP/ML MK-SB komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın faşist Kemalist diktatörlük tarafından katledilişinin 50. yılında açıklama yayımladı.
tkpml3.net internet sitesinde yayımlanan “Kızıl Fırtınanın İçinde Çelikleşen Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya’nın Katledilişinin 50. Yılında Kızıl Güzergahında İlerle!” başlıklı açıklamanın tamamı şu şekilde:
“Komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın ideolojik şekillenişi, dünya çapında kızıl rüzgârın estiği bir dönemin tam ortasında biçim almış, siyasal eğilimi yön bulmuştur. 1960 ve 70’ler, enternasyonal proletaryanın, dünya halklarının ve ezilen ulusların emperyalist sömürüye ve barbarlığa, onun uşağı olan patron-ağalara karşı kurtuluş mücadelesinin devrim ve sosyalizm tercihini işaretleyerek güçlü ve dinamik bir harekete dönüştüğü bir dönemdir. Lenin ve Stalin yoldaşların önderliğinde sırasıyla Büyük Ekim Devrimi’nin gerçekleşmesi, sosyalizmin inşası, faşist Hitler’in yenilgiye uğratılması proletaryanın önderliğinde ezilen tüm sosyal sınıfları ve ulusları devrimci kurtuluş mücadelesine yönlendirmiştir. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın yarattığı devrimci durum nihayet dünyanın üçte birinde proletarya önderliğinde demokratik ve sosyalist devrimleri gerçekleştirmiştir. Dünya ölçeğinde sosyalizm ve devrim rüzgârı hızını kaybetmeden yükselmeye, işçi sınıfı ve ezilen halkların mücadelesi boyut kazanmaya devam etmiştir. Ezilen toplumsal sınıfların ve ulusların mücadelesi emperyalizme ve her türden gericiliğe karşı devrimci silahlı savaşım olarak gelişmiş, büyümüştür. Küba Devrimi, Vietnam direnişi ve daha bir dizi ülkede kurtuluş mücadeleleri sürece damgasını vuran, devrim mücadelelerini olabildiğince enerjik kılan sonuçlar yaratmıştır.
“Sosyalist kamp içinde, Stalin yoldaşın ölümünden sonra 1956’da SBKP 20. Kongresi’nde iktidarı ele geçiren revizyonistlerin önderliğinde devrime ve Marksist-Leninist ilkelere yönelik saldırıları büyük çaplı bir mücadeleyi tetiklemiştir. Bir yanda Başkan Mao önderliğinde Marksizm’in ilkelerine sıkıca sarılarak proletarya diktatörlüğü ile devrimin sürdürülmesi çizgisi diğer yandan sosyalizmi kapitalist restorasyonla yok etmeye çalışan SBKP önderliğindeki modern revizyonizmin çizgisi arasında bir kamplaşma oluşmuştur. Revizyonizm ile Marksist-Leninist çizgi arasındaki savaşım, sosyalizmin inşası ve sürdürülmesi, ‘barış içinde bir arada yaşama’ ile sınıf mücadelesi, barışçıl geçiş ile silahlı savaşım arasında esaslı meseleler üzerinde sürmüştür. Bu yoğunlaşmış tartışmanın ortasında Başkan Mao önderliğinde sosyalizmde sınıf mücadelesi ve devrimin sürdürülmesi, proletarya diktatörlüğünün sağlamlaştırılması, revizyonizmin parti içinde bürokratlaşmış burjuva iktidarının alt edilmesini hedefleyen eşi benzeri görülmemiş büyük bir hamle şekillenmiştir. 1966’da Başkan Mao, parti ve devlet içindeki revizyonist egemenliğe yönelen “Burjuva karargâhları bombala” şiarıyla kitleleri sosyalizm için, proletaryanın diktatörlüğünü sağlamlaştırmak ve devrimi sürdürmek üzere Büyük Proleter Kültür Devrimi (BPKD) ekseninde seferberliğe çağırmıştır. BPKD, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir şekilde, sosyalizm içinde sınıf mücadelesinin sürdüğüne ve henüz ‘kapitalizmin mi yoksa sosyalizmin mi kazanacağının’ belli olmadığına yönelik halkı büyük bir uyanış ile harekete geçiren devrimci bir hamle olmuştur.
“Büyük Proleter Kültür Devrimi, dünya çapında Sovyet revizyonizmine rağmen kitleleri sarıp sarmalayan kızıl rüzgâra artık yeni bir ivme, yeni bir bakış açısı ve mücadele zemini sunmuştur. İşte komünist önder İbrahim Kaypakkaya; ülkeyi de etkileyen bu kızıl rüzgârın bir parçası olarak şekillenmiş, bilinç oluşturmuş ve sınıf mücadelesi içindeki tempolu koşusunu sürekli ileri ve kurtuluşu tam sağlayacak şekilde örgütleyerek sürdürmeyi başarmıştır.
“Ülkede çeşitli milliyetlerden proletarya ve halk yığınları, 1921’de Mustafa Suphi ve 15 yoldaşının katledilmesi sonrası bir kurtuluş perspektifli proletarya partisinden adeta tecrit edilmiş, yoksun bırakılmıştır. Revizyonist TKP önderliği, kurtuluş programından yoksun, sosyal-şoven, dost-düşman sınıf ve kesimleri ayırt edemeyen, devrimin şartlarının olgun olmadığı teorilerine yaslanan, pasifizme demirlemiş, kitlelerden kopuk, devrimi örgütleme iddiasından yalıtık bir konumlanışla ezilen halkı yalnızlığa mahkûm bırakmıştır.
“1960’larda yükselmeye başlayan sınıf mücadelesi ve gelişen devrim hareketi; proleter önderlikten yoksun, kitlelerin teorik ve pratik olarak hazırlıksız, uzun mücadele deneyimi ve alışkanlığı olmayan, görevleri ve bu görevleri yerine getirecek araçlar üzerinde oldukça geri bir bilince sahip, sendikalardan köylü örgütlenmelerine, öğrenci örgütlenmelerinden siyasal örgütlenmelere kadar örgütlülük düzeyi oldukça geri bir gerçekliğin içindeydi. Denilebilir ki kitlelerin hareketi ve mücadelesi her açıdan el yordamıyla, edindiği yeni deneyimlerle yolunu buluyor, açıyor ve ilerliyordu. Kızıl rüzgârın tüm etkileri harekete itim vermekteydi. Ancak tarihsel deneyimden, tecrübeden yoksun olan yığınların mücadelesi aynı zamanda orta sınıf ve onların reformist dünya görüşünün de fikirsel kuşatması altındaydı. Bu orta sınıf aydınlanmış kesimler, kendi dünya görüşlerine uygun bir sınıf mücadelesi tanımı, toplumsal ve siyasal durum çözümlemesi, teorik yaklaşım oluşturuyordu. Marksist dünya görüşünden etkilenmiş bu düşünsel egemenlik harekete yön vermeye, biçim oluşturmaya ve bilinç taşımaya çalışıyordu. Bu dünya görüşünün temeli egemen sınıfları acımasız sömürü uyguladıklarına, ağır baskı koşulları yarattıklarına ikna etmek ve bunun iyileştirilmesini sağlamak üzerine kuruluydu. Bu yaklaşım tarih okumalarına, toplumsal yapıyı çözümlemelerine, demokrasi-devrim ve sosyalizm mücadelesine dair oluşturdukları araçlara ve mücadele yöntemlerine bir bütün etki ediyordu. Bu aydınlanmış orta sınıf, çok uluslu toplumsal yapıyı reddeden, siyasal rejimin tarihsel niteliğini ve bugününü yanlış ele alan, devrimin dostları ve düşmanlarını doğru tasnif etmekten uzak, doğru devrimci konumlanma ve buna uygun mücadele araçlarına mesafeliydi. Toplamda ise kitlelerin istek ve eğilimlerinden, gerçek kurtuluş yoluna ilerleme çabasının gerisine düşen bir konumlanışın sahibiydiler. Kızıl rüzgârın etkisi altında kalan ancak onun özünde kitlelerin yıkan ve inşa eden devrimci niteliğine önderliği şart koşan niteliğinden ürken, dehşete kapılan ve onu yadsıyan bir siyasal şekilleniş söz konusuydu.
“Gençlik hareketi ve onun sınıf mücadelesinde yarattığı etkiyle oluşan bir bütün halk hareketi, kurtuluş için bu kesimlerin onlara giydirmeye çalıştığı dar gömleği kısa sürede parçalamayı başarıyordu. Devrime, devrimin yoluna, devrimci teoriye, kurtuluşun ana parolasına dair hareketin yoğunluğuna paralel olarak büyük tartışmalar ve fikirler de boy vermeye hızla başlamıştır. Dünyadaki gelişmeler, revizyonizmle komünist kamp arasındaki mücadeleler, gerçekleşen ve sürdürülen devrimci mücadelelerin deneyimleri, Marksist-Leninist eserlerin yaygınlaşması, sınırlanmış, çölleştirilmiş, mutlaklaştırılmış yanlışlara karşı devrimci kitlelerin üzerine doğan şafak olmuştur. Reformist, pasifist teorilerin artık kesin ve güçlü bir başkaldırıyla reddedildiği, bunun sahiplerinin mahkûm edilmeye ve devrimci temelde kesin kopuşların boy vermeye başladığı bir durum oluşmuştur. Dünyadaki kızıl rüzgârın devrimci özü, hareketin ruhunu ve bilincini sarmalamaya başlamıştır. Artık hareketin yelkenleri bu kızıl rüzgârın düşünceleriyle, halkı kurtuluş programına kavuşturacak hamleleriyle dolmaya başlamıştır.
“Gençlik hareketi, sınırlarını parçalamış devrimin programına ve devrimin örgütünün yaratılmasına yönelik hamleleri atmaya başlamıştır. Mahir Çayan ve yoldaşları, Deniz Gezmiş ile Hüseyin İnan ve yoldaşları bu eksende devrimci programa sahip örgütlenmelerini inşa ederek, silahlı mücadeleye dayanan ilk adımları cüretli şekilde atmışlardır. “Sınıfların siyasi çizgisini belirleyen koşullar yerine devrimci kararlılığı ortaya koyan” bu hamleler, devrimci sürece itim kazandırırken, proletaryanın önderliğinde kurtuluş perspektifine dayanmayan ama ona büyük bir deneyim oluşturan adımlar olarak tarihteki yerini almıştır. İbrahim Kaypakkaya yoldaş ise temelde farklı bir yol izlemiştir. O dünyadaki kızıl rüzgârın gerçek niteliğiyle birleşmeye yönelen ve kızıl güzergahı teorik-pratik ve programsal düzeyde inşa etmenin ihtiyacını açığa çıkaran bir hat üzerinde yoğunlaşmıştır. Sınıf mücadelesi, ondan çıkarılan dersler ve sonuçlar Kaypakkaya yoldaş için devrimin partisi ihtiyacını daha fazla açığa çıkarmıştır. Bu ihtiyaç, teoride ve örgütlenme arayışında ileriye doğru adım atma, toplumsal ve siyasal gerçekliği açığa çıkarma yönelimi oluşturmuştur. İbrahim yoldaş, proletaryanın sınıfsal çıkarlarını temel alan, onun bilimsel dünya görüşüne dayanan tarih ve toplumsal gerçekliği açığa çıkaran ileri teorik temeli kurmayı öncelemiştir. Devrimci teori olmadan devrimci pratiğin olmayacağı, kitlelerle sürekli ve gerçek bağlantıları olan ve bu kitlelere öncülük edebilecek olan parti olmaksızın devrimin gerçekleştirilemeyeceği bilinciyle şekillenmiştir.
“İbrahim yoldaş içinde bulunduğu TİP ile daha sonra TİİKP ile bu arayışa dayanarak ideolojik mücadeleler örgütlemiş, revizyonist yaklaşımları açığa çıkarmış ve devrimin programına sahip bir proleter çizgi ve partiyi örgütlemeye yönelmiştir. Doğu Perinçek önderliğindeki TİİKP içinde yürüttüğü ideolojik-politik-örgütsel mücadelede: Kemalizm, Kürt meselesi, devrimin yolu ve çizgisi, kitlelerin devrimdeki rolü, parti anlayışı, örgütlenme çizgisi, tarih ve toplum bilimine yaklaşım gibi esaslı meselelerde yürüttüğü teorik savaşım aynı zamanda proleter çizginin de temellerini oluşturmasına yol açmıştır. Bu bağlamda partimiz TKP/ML’nin ideolojik-politik-örgütsel temelde bilimsel teorik bir bütünlüğe kavuşan çizgisini inşa etmiştir. İbrahim yoldaş bu ideolojik mücadelede Doğu Perinçek ve TİİKP’i yenilgiye uğratmıştır. Bunların, devrimci hareket ve işçi sınıfı içinde bütün zeminini kaybetmesini ve devrimci bir siyasi akım olmaktan çıkmasını sağlamıştır. Çok uzun sürmeden aslında bunların ilkesiz birer siyasi üçkağıtçı, omurgasız ve politik dolandırıcı bir çete niteliğinde olduğu da netleşmiştir. Bugün ise faşist karakterli karşı-devrimci bir harekettir sadece.
“İbrahim yoldaş, bir bütün olarak ideolojik mücadelede keskin bir kılıçtır. Revizyonist ve oportünistlere yani burjuva unsurlara göz yummanın gerçek bir sınıf iş birliği olduğunun kavrayışına sahiptir. Bu kavrayış, onun mücadele sürecini ve aynı zamanda şekillenişini belirleyen bir faktördür. Bu kavrayışın Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin oluşturduğu sınıf mücadelesi bilincinden ileri geldiği açıktır. O, bu yaklaşımla cüret kazanmış, toplumsal ve siyasal gerçeklikle ilişkilenmiş, sınıfsal bir bakış açısıyla sorunlara yaklaşmayı başarmıştır.
“O, TC’nin ellinci kuruluş yılında, devletin gerçek niteliğini, siyasal karakterini ve onu yok edecek devrimci programı inşa etmiştir. TC’nin kuruluş felsefesine, yapısına ve sınıfsal niteliğine dair o güne kadar üretilen tüm oportünist, revizyonist teorileri adeta bir çöpe çevirmiştir. TC’nin kuruluş kodlarını, ona önderlik eden Kemalist ideolojiyi masaya yatırıp, tarihsel gerçeklere dayanarak incelemiş ve faşist karakterli yapısını reddedilemeyecek kanıtlarıyla birlikte ortaya sermiştir. Düşman sınıfın düşman ideolojisi, gerici politik iktidarın temel öğesi olarak bambaşka bir kavrayışın oluşmasına yol açmıştır. Bu niteliği, emperyalizmle olan ilişkisi, gerici feodal kalıntılarla temel bulan gerçekliği, çok uluslu toplumsal yapıyı ve Kürt ulusunu inkara dayanan şekillenişi, ezilen milliyetlere yönelik katliamcı-soykırımcı yapısı, işçi sınıfına düşmanlığı, demokratik hak ve özgürlüklere yönelik kudurgan tahammülsüzlüğü tarihsel ve sürekliliği sağlanmış özellikleriyle belirlemiştir. Bu yaklaşım adeta reformist, revizyonist hatta devrimci hareketlerin adeta bilincini karartan, tabu haline getirdiği birçok temel meseleye yeni bir bakış açısı, tutum ve konumlanış almayı sağlamıştır.
“Kaypakkaya’nın teorik yaklaşımının üzerinden 50 yıl geçmiştir. TC, 100 yaşındadır. Bu temel yaklaşım ve tutum ise hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Politik gelişmeler, egemen klikler arasındaki güç değişimleri ve buna paralel oluşan egemenlerin ideolojik argümanları; Kemalizm, Kürt ulusal meselesinin niteliği gibi sorunlarda, düşman sınıflar ve onların klikleriyle ilişkilenme meselesinde ciddi karartmalara, bilinç bulanıklıklarına yol açmayı sürdürmektedir. Kuşkusuz faşist klikler için bu ana meseleler ekseninde siyasi süreci şekillendirme, halk kitlelerini konumlandırma mücadelesi sürmektedir. TC var olduğu sürece de bu temel sorunlar, bunun tanımlanması, özü ve yapısı üzerine tartışmalar korunarak, gerici olanın halka ilerici olarak sunulması mücadelesi sürecektir. İbrahim yoldaşın temas ettiği, yöneldiği ve halk kitlelerinin kurtuluş yolu için açığa çıkardığı gerçekler üzerinden 50 yıl geçmesine, toplumsal ilerlemeye uygun olarak ortaya koyduğu teorik yaklaşımların ispatlanmasına rağmen karartılması gerçekliği bugün hâlâ günceldir. “AKP faşizmi” denilerek kitlelere Kemalizm pazarlanmakta, Kürt ulusunun gerçek kurtuluşu sistem içi parlamenter hayallere kurban edilmekte, devrimin sorunları ve tıkanıklıkları sınıf işbirlikçi politik tutumla boğulmaya çalışılmakta, “doğru ve devrimci politika çoğunlukla çelişiyor” gerekçesiyle lanetlenmekte ve her durumda “çoğunlukla” aynı fikirde olmaya dayalı oportünist fikirler dayatılmaktadır. İbrahim yoldaşın 50 yıl önce cüretle ve cesaretle ortaya koyduğu teorik ve pratik meselelere dair karartma, karmaşa ve bilinç bulanıklığının güncelliği ne kadar gerçekse onun ortaya koyduğu devrimci tutum, çizdiği kızıl güzergâh da o kadar günceldir. Onun devrimin sorunlarına, toplumsal ve siyasal gerçekliğe dair belirlemeleri, parlak ve ufuk açıcı yaklaşımları bugün de yol göstericidir ve tüm ihtişamıyla güncelliğini korumaktadır. Buna yönelik her türlü inkâr ve ret aynı zamanda halkın gerçek ve tam kurtuluşuna yönelik inkârı da içermektedir.
“Partimiz, İbrahim yoldaşın temel teorik yaklaşımları, kızıl fırtınanın estiği şartlarda çizdiği kızıl güzergahı, kızıl fırtınanın artık dindiği, devrimci fikirlerin lanetlendiği, geçersiz olarak ilan edildiği, sınıf mücadelesinin geriye çekildiği şartlarda kararlılıkla savunmaktan asla vazgeçmedi. Büyük siyasi krizler ve geri çekilmenin yaşandığı günlerde, kendilerine sosyalist ve komünist diyen oportünizmi savunan, devrimci değer ve ilkelerin artık eskidiğini, sürecin niteliğinin değiştiğini söyleyen küçük-burjuva ve orta-burjuvalar çıkacaktır, çıkmaktadır. Bu sınıfsal niteliğe sahip akımlar halkı büyük bir kuşatma altına da alacaktır. Komünistlerin, gelişmelerin seyrini MLM yöntemle açığa çıkarma ve kavrama sorunları yaşadığı durumda bu kuşatma daha büyük olacaktır. Ancak MLM silahını elinde tutan, onun ilkelerine sadakatle sarılanlar bunun sadece geçici olduğunu, gelişmeleri ve sürecin karakterini açığa çıkararak bu kuşatmayı yaracağını çok iyi bilmektedirler. Bu bilinçle sorunları inceleyecek, tutum belirleyecek, akıntı yanlış yöndeyse ona karşı yüzme cesaretini kuşanacaklardır. Çünkü İbrahim yoldaş bu yolu izlemiştir.
“İbrahim yoldaşın katledilişinin 50. yılında onun çizgisinin tüm gücüyle kendisini korumasının bir yanını bilimselliği oluştururken bir yanını da onun izinde yürüyen ve onun çizgisini kanıyla, canıyla var ederek halka taşıyan ölümsüz yoldaşlarımız oluşturmaktadır. Tam 50 yıldır onun çizdiği güzergahta, yenilgi ve gerilemelere rağmen kararlılıkla yürüme iradesi hiç kuşkusuz aynı zamanda bu çizgiyi savunup, örgütleyen partimizin de iradesidir.
“Bunun hiç kolay olmadığı açıktır. Önderimizin tutsak edildiği, işkencelerle fikirlerinden vazgeçirilmeye çalışıldığı, partimizin henüz kurulmuşken ağır darbe aldığı şartlarda İstanbul Şehremini’de kuşatıldığı evde parti, Ahmet Muharrem Çiçek yoldaşla yılgınlığa ve umutsuzluğa kurşun sıkıyordu. İbrahim yoldaşın temel teorileri 1976’da oportünist Koordinasyon Komitesi tarafından inkâr edilip, iğdiş edilmeye çalışılırken, parti dağınıklık içindeyken onun fikirleri Atilla Özkan, Zülfikar Uralçin’in kanıyla sulanıyor ve yeşeriyordu. 12 Eylül Askeri Faşist Cuntası tüm halkı ve devrimcileri bir cenderede boğmaya yoğunlaşmışken Süleyman Cihan yoldaş önderliğinde parti 2. Konferansı Halk Savaşını yükseltme planları ile meydan okuyor, tutsak düşen 2. Genel Sekreterimiz Süleyman Cihan, bu meydan okumayı 1981’de önderinin izini takip ederek düşmanın işkencehanelerinde “ser verip sır vermeyen” çizgisiyle sürdürüyordu. Önderini kaybettiği, partisinin ağır darbeler yediği koşulda Behzat Firik yoldaş, faşist cellatlar tarafından diri diri yakılırken Kaypakkaya’nın kızıl güzergâhının bir meşalesi oluyordu.
“Karanlığın en koyu döneminde çizgiyi düşmana teslim edip partisini ve yoldaşlarını teslim olmaya çağıranlar karşısında 1983’de Ali Uçar silahını çekiyor, Ali Karadağ, Aziz Süer, Murat Diri gerilla savaşına, kızıl kanlarını akıtarak süreklilik katıyordu. Sağ tasfiyecililikle halkın ve partinin kuşatıldığı koşullarda 3. Konferansın 7 delegesi ve 2 parti savaşçısı Dersim’de İbrahim yoldaşın sancağını savaş meydanına mühürlüyordu. 3. Genel Sekreterimiz Kazım Çelik yoldaş, bu büyük kayıptan 6 ay sonra savaş alanında partimizin savaşçı çizgisine üyelerimiz Hıdır Aykır, Cihan Taş, Müslüm Emre ve Ali Kayadoğan’la birlikte silah elde direnişle şan ve şeref katıyorlardı. 1991’de Rus Sosyal Emperyalizmi’nin sosyalizm maskesini attığı ve artık “sosyalizm öldü, devrimler çağı kapandı” yaygarasının başladığı koşullarda İsmail Oral, Hatice Dilek İstanbul Hasanpaşa’da; Refik Yaşar, Yusuf Ekinci, Yaşar Sağdıç, Kumriye Cihan, Naki Göksu, Gürsel Çelebi, Gülseren Ağgül, Yıldız Çiçek, İsmail Bulut, Doğan Karadağ ve onlarca yoldaşımız gerilla alanında ve yine Ali Ekber Atmaca İstanbul’da proletaryanın kızıl bayrağını kanlarıyla daha fazla kızıllaştırıyorlardı. Partimizin içerden ağır bir darbeye maruz kaldığı, Kaypakkaya’nın parti anlayışının reddedildiği, salt askeri bakış açısıyla parti çizgisinin doğranmaya çalışıldığı 1994’de Fethi Özdemir, Özlem Sürgeç, Halil Çakıroğlu, Süheyla Dağdeviren, Munzur Keskin “siyaset silahları kumanda eder” diyerek İbrahim yoldaşın siyasi çizgisini partiyi silah elde titizlikle korumaya alıp mücadeleye ivme katıyorlardı.
“1997’de darbeciliğe, kaçkınlığa, mevsimlik komünistliğe karşı ‘Kızıl Siyasi İktidarlar İçin İleri’ diyerek partiyi ayakları üzerine diken 4. Genel Sekreterimiz Mehmet Demirdağ, yanında savaşçıları Ümit Dinler, Ümit Çağlayan San, Dilek Konuk ve Duran Salman’la birlikte İbrahim yoldaşın kızıl yolunu daha da kızıllaştırıyor ve mücadeleyi yoldaşlarının daha da ileri taşıyacaklarına sonsuz bir güvenle ölümü küçültüyorlardı. Demirdağ’ın savaş talimatı ile onlarca yoldaşımız silah elde Karadeniz’i kızıllaştırarak toprağa düşmekte tereddüt etmedi. Faşizmin halkı teslim almaya, mücadelesini boğmaya çalıştığı, örgütlü ve öncü güçlerine tüm gücüyle saldırdığı topyekûn saldırı döneminde Nergiz Gülmez ve Muharrem Horoz, Ölüm Orucu’nda kızıl sancağı taşıyarak; Murat Deniz, Sinan Günel, Emel Kılıç, Murat Arıcak, Bülent Ertürk yoldaşlar ‘TİKKO’cular böyle direnir’ diyerek bu sancağı devralıyorlardı.
“Faşist diktatörlük artık demokrasinin geldiği, Kürt meselesinde çözüm yoluna girildiği yalanıyla reformizmi, tasfiyeciliği besleyen zemini oluştururken ‘Halkın Ordusu Yoksa Hiçbir Şeyi Yoktur’, ‘Siyasi İktidar Namlunun Ucundadır’ diyerek savaşı yükseltmeye ant içen Dilek Polat, Mehtap Kara; beş kızıl karanfilimiz Sefagül Kesgin, Nurşen Aslan, Gülizar Özkan, Fatma Acar, Derya Aras ve nice yoldaşımız tasfiyeciliğin kalesinde İbrahim yoldaşın çizgisine sadakatle sarılarak gedik açıyorlardı.
“2015’de Kürt meselesinin barışçıl çözümünden gerillayı tasfiye çözümüne geçen ve tüm gerilla güçlerini kuşatıp imhaya yönelen düşmana Cengiz İçli, Özgüç Yalçın, Hakan Çakır ‘Gerillalar Ölmez, Yaşasın Halk Savaşı’ şiarıyla karşılık veriyorlardı. Partimiz gerilla mücadelesinin yok edilmeye çalışıldığı bir dönemde ‘Yeni şeyler söylemek lazım’ diyerek parti kaçkını hiziple içerden de kuşatılıyordu 2016’ya geldiğimizde. Düşmanın gerillayı imhasına ve parti tasfiyeciliğine karşı 12’ler Aliboğazı’nda ‘Kızıl İktidarlar İçin Halk Savaşı’ şiarını kanlarıyla yazıyorlardı savaş meydanına. Düşman savaşta inisiyatifi güçlendirdikçe “Gerilla savaşının imkansızlaştığına” dair teoriler, tutumlar ve konumlanış da güçleniyordu. İşte buna karşı Hasret Tanrıverdi ve Gül Kaya son mermilerine kadar direndi. Mercanlar’da 6’lar direnişin çıtasını Kaypakkaya’nın güzergahı olarak kavrayıp daha da ileri taşıdı yoldaşlarının peşi sıra. Faşist diktatörlük gerilla gücümüzü ve komuta kademesini imha edeceğine yemin ediyor ve korku salmaya çalışıyordu. Erol Volkan İldem “uzağa bakmak, savaşta ısrarcı olmak” şiarını Hasan Ataş, Fadime Çakıl ile yazıyordu bilincimize. Ali Kemal Yılmaz, Gökçe Kurban, Cumhur Sinan Oktulmuş ve Ferdi Tosun “Yaşasın Halk Savaşının Zaferi” diyerek gerilla savaşının yenilmezliğine canlarını feda ediyorlardı. İşte Kaypakkaya yoldaşın kızıl çizgisi savaş meydanlarında, sınıf mücadelesinin her alanında bu yolda ve bu kararlılıkla mühürlendi. Partimiz 51 yıldır böylesi birikmiş bir kararlılığın, bilimsel dünya görüşüne dayalı davanın soluksuz şekilde sürmesinin gururunu, sorumluluğunu ve bilincini taşımaktadır.
“Bu bizim en güçlü silahlarımızdan biridir. İbrahim yoldaşın oluşturduğu komünist hattın ve fikirlerin güçlü bir silaha çevrilmesidir. Biz biliyoruz ki MLM hattımız, ölümsüzlerimizin ‘daha iyiyi yapın’ diyen ideolojik talimatı kitlelerin ihtilalci ama dağınık olan gerçekliğiyle kaynaşmadığı sürece kendini tam anlamıyla gerçekleştiremeyecek, yeniden üretemeyecek ve doğru hedefe yönelemeyecektir. İçinden geçtiğimiz döneme, karmaşık, dağınık, arayışlarla dolu, devrimci savaşıma güvensizliğin büyütülüp, “devrimin bir ziyafet sofrası” gibi sunulduğu bir büyük tasfiyecilik hâkimdir. Halkımızın ise büyük bir arayışı, biriken öfkesi ve var olan durumdan derin ve köklü bir memnuniyetsizliği vardır. Bu arayışa denk gelen, öfkeyi sahiplenerek örgütleyen ve faşizme karşı savaşçı bir bilince büründürmekten uzağız. Var olan durumumuz geridir, yetersizdir ve eksiktir. Ancak halkın kurtuluş mücadelesinin temel ilkelerine tüm zayıflığımıza ve yetersizliğimize rağmen sıkıca bağlı olduğumuz da bir gerçektir. Büyük Proleter Kültür Devrimi bize yetersizlik ve olumsuzluk içinde yaşanan karmaşanın, arayışın devrimci bir zeminde ileriye doğru hamle yapmak için fırsat olduğunu öğretmiştir. Devrimin sorunlarına yoğunlaşmak, karmaşık sürecin esas halkasını yakalamak ancak reformizmi devrimcilik, gericiliği ilericilik, seçimleri kurtuluş, sınıf işbirlikçiliğini devrimci taktik, zayıflığı bilimsel olanı rafa kaldırma olarak anlatan ideolojik duruşa kararlı bir biçimde karşı durmakla olanaklıdır. Sınıf uzlaşmacı, liberal, ekonomist, barışçıl, reformist tehlike bugün halkımızı kuşatmış durumdadır. Bir yanda var olanı kabullenmeyen devrimci bir arayış varken diğer yandan aynı kıyafeti giyinmiş bir anafor gibi esen tasfiyecilik, reformizm vardır. Partimiz tıpkı İbrahim yoldaşın yaptığı gibi devrimci arayışın izini sürerek, devrimci olan ile devrimci olmayanın diyalektiğin yasasına uygun olarak yürüyen mücadelesinde safları netleştirecek, ayrımları belirginleştirecek ve mücadeleyi sistematize ederek devrimci-komünist olanı etkin kılacak tarihsel sorumluluğunun farkındadır. Bu görevini layıkıyla yerine getirmek ise tıpkı KAYPAKKAYA yoldaşın başardığı gibi devrimci teorinin kudretini, MLM’nin çelişkilere çözüm üreten ve ikna eden üstün yeteneğini, halkın iktidarını sağlayacak Halk Savaşının zaferini somut koşullara uyarlamada kararlı olmakla mümkündür. Bu sorumluluk İbrahim yoldaştan başlayarak onun izinde kararlılıkla yürüyen yüzlerce ölümsüz yoldaşımızın bize verdiği bir talimat olarak görülmelidir. Bu talimatı kabul etmek, var gücümüzle bu görevi yerine getirmek ise tüm benliğimizle sınıf mücadelesinin denizine atılmakla olanaklıdır. Önderimizin katledilişinin 50. yılında ona layık olma bilinci bu şekilde kuşanılmalıdır.
KATLEDİLİŞİNİN 50. YILINDA DEVRİME ÖNDER KAYPAKKAYA!
KATLEDİLİŞİNİN 50. YILINDA KÜRT ULUSUNUN KURTULUŞ UMUDU, DEVRİMİN ÖNDERİ KAYPAKKAYA!
KATLEDİLİŞİNİN 50. YILINDA MAOİZME NEFER, FAŞİZME CELLAT KAYPAKKAYA!
KATLEDİLİŞİNİN 50. YILINDA KÜRT ULUSUNA ÖZGÜRLÜĞÜN ŞİARIDIR KAYPAKKAYA!
KOMPRADOR PATRON-AĞA DEVLETİNİ YIKACAĞIZ, DEMOKRATİK HALK İKTİDARINI KURACAĞIZ!
YAŞASIN HALK SAVAŞI!
YAŞASIN PARTİMİZ TKP/ML, ÖNDERLİĞİNDEKİ TİKKO, TMLGB!
YAŞASIN PROLETARYA ENTERNASYONALİZMİ!
YAŞASIN MARKSİZM-LENİNİZM-MAOİZM!”
(HABER MERKEZİ)