2020 yılı işçi sınıfı ve emekçileri harekete yönlendirecek bir dizi çelişkinin boyut kazandığı, cılız, dağınık ve örgütsüz tablonun harekete dönüşmediği kazanımlara yol açmadığı bir yıl olmuştur. 2020 yılını egemenler doğal felaketler, salgın, ekonomik kriz vs. üzerinden “kayıp, ölü” bir yıl olarak tanımlamaktadır. Oysa 2020 yılı dünyada emperyalist-kapitalist sistemin salgınla, savaşlarla, polis saldırılarıyla, iş cinayetleriyle, kadın katliamlarıyla evet ezilenlere “ölümlerle” “zulümlerle” dolu bir yılı daha yaşattı. Dünyayı korona salgını krizi kuşatırken, emperyalist tekeller ve onların uşakları krizi palazlanma fırsatına çevirip, ekonomik krizlerini yükleyecekleri günah keçisini bulmuş ve krizin nedenlerini itinayla gizleme yoluna gitmiştir.
2021 yılına 2020’den devreden egemenler cephesinde değişmeyecektir. Henüz yılın ilk günlerinde “yeni” etiketiyle bildik şekilde başlamakta gecikmemişlerdir. Bir önceki sayıda Türk hakim sınıflarının bütçe tasarısına dair yaptığımız değerlendirmede en önemli saldırılarından birinin emekçilerin sırtına yükleyeceği faturaların boyut kazanacağı tespitiydi. Yeni yıla girerken asgari ücret 2825 TL’ye çıkarıldı. Zam oranı %21 düzeyinde iken dolar bazında geçen yıl 390 dolar olan asgari ücret yapılan zamla bu yıl 377 dolar olmuştur. Enflasyonun TÜİK’e göre yıllık bazda %14 iken ENAG’a (Enflasyon Araştırma Grubu) göre ise bu oran %36 olmuştur. Memur maaşlarına enflasyon farkı ile birlikte gerçekleşen zam artışı ise %14’tür. Yeni yıl aynı zamanda diri ve enerjik bir şekilde başlayan zam furyası ile başlamıştır. Elektrik ve doğalgazdan, köprü geçişlerine, ÖTV vergilerine kadar birçok kalemde zamlar peş peşe gelmiştir. Bu zamlar yeni yılın nasıl devam edeceğinin de göstergesi niteliğindedir.
Salgın dolayısıyla alınan-alınmayan tedbirler işsizler ordusunun büyümesini, küçük üretici ve esnafın iflasının yoğunlaşmasını getirirken, ekonomik krizin yarattığı sonuçlar geçim derdinden daha ağır bir “yaşam” derdinin baş göstermeye başlayacağına işaret etmektedir. Bu durum işçi ve emekçiler için çelişkilerin yaşamsal düzeyde keskinleşmesini getirdiği kadar gündemlerinin daralmasına da yol açacak nesnel koşulların cenderesi altına girmesi anlamına gelmektedir. Böylesi ağır ekonomik buhranlar ve onun yarattığı sonuçlar, işçi ve emekçilerin politika, ideoloji ve değerler silsilesinden daha köklü kopması, yaşam kaygısının yarattığı etkinin bu kesimler için utkuyu günü kurtarmaya odaklı bir kazanım elde etmeyle sınırlamaya itecektir. Emekçiler cephesinde bu durumun büyük bir ekonomizmle, aşamalı mücadele teorileriyle ve politik çizgiyle kuşatma altına alınması anlamına gelmektedir. Sınıf savaşımı ve hareketi kitleler için sınırlanmış hedeflerle cazip hale getirilmeye, sorunların bu temele oturmasına tüm kapıları açmaktadır. Bu işçi sınıfı ve emekçiler için politik yaşamın, ideoloji ve geleceği kuracak değerler silsilesinin dışına doğru atılmasına yol açacak daha güçlü bir yöneliminde zemini anlamına gelmektedir.
Oysa kriz ve krizin emekçilere yönelik çıkan ve çıkmaya devam edecek faturası, onları kuşatacak olan bir yıkıma ve hiç kuşkusuz umutsuzluk girdabına sokacaktır. Tam da bu durum sistemin yarattığı sonuçlara değil onun nedenlerine odaklanan bir yönelimi, Engels yoldaşın ifadeleriyle “toplumu yeniden örgütlemenin aracı olarak siyasal iktidarın fethedilmesi” ve emekçilerin dışına itilmeye çalışılan her şeyin içine doğru çekilmesini getirmelidir. Bu yönelim olmaksızın emekçilerin acil olan ihtiyaçlarına, çıkarlarının gerçekleşmesi için vereceği mücadeleye ve yaratacağı harekete donanımlı ve bütünlüklü girmek olanaklı olmayacaktır. Zira içinden geçtiğimiz koşullar sadece bir iktisadi krizin yarattığı yıkım ve umutsuzluk değildir. Emekçileri kuşatan ve öfkesini bileyleyen şey salt bu çelişki değildir. İçinden geçilen koşullar derin bir politik kriz, egemenler arasında keskin bir çatışma, gelecek değil savaş ve ölüm vaat eden bölgesel çelişkiler, gelişmeleri ve yaşananları anlaşılmaz kılan şovenist histeri ve politikayla-ideolojiyle yüklü yoğunlaşmanın dışına doğru sürülen daha güçlü nesneleştirme hâli işçi sınıfı ve ezilenlerin çelişkilerini mayalayan gelişmelerdir. Dağınıklığı ve örgütsüzlüğü egemenlerin fırsata çevirip pervasız bir aşağılamaya çevirmesi, var olan gerçekliğin “değişmezliğine” yönelik ideolojik kuşatma ve tüm gelişmelerin ve ilişki ağlarının anlaşılmaz kılınmasını içeren körleştirme kampanyaları işçi ve emekçilerin zihnine, ayağına, koluna takılan prangalar olmaktadır.
KAPANMAYA DEĞİL SORUMLULARDAN HESAP SORMAYA!
Tüm bunlara faşizmin ağır baskı ve sindirmeyi içeren topyekün saldırı dalgasını eklemek gerekmektedir. Salgına yönelik alınan tedbirlerin dahi ayrıcalıklı olan ile mâhkum olan arasında kalın çizgiler çizdiği bir tablo karşımıza çıkarmaktadır. Bir yanda sağlık, eğitim gibi temel haklara ulaşmanın tüm sınırlılığını yaşayan, salgının yayılmasın da faturanın “yaşam kaygısının” gereklerini karşılama zorunluluğuna kesilen ve sorumsuzlukla suçlanan, patronların çıkarlarına uygun olarak düzenlenen “kapanma” kuralları ile hiçleştirilen ve sadece çay keyfi ile mutlu olması dayatılan kitleler vardır. Diğer yanda ise yurtdışı heyetlerini sarayda maskesiz eğlencelerle ağırlayan, hiçbir siyasi çalışmadan geri durmayan, savaş hazırlıklarına ara vermeyen, kitleleri zorunlu şekilde mitinglerde toplayan, faşist partilerin etkinliklerine ara vermeksizin devam eden ve korona karşısında “ayrıcalığını” emekçilerin gözüne sokan ve kanıksatan bir durum vardır. Bu derinleşen ve boyutlanan sınıfsal çelişkiler, savaşım gerekçesi ve hiç kuşkusuz “toplumu yeniden örgütleme” ihtiyacının, bilincinin kuşanılması zeminidir.
Elbette işçilerin, emekçilerin, ezilen Kürt ulusunun, ezilen inançların, kadınların, LGBTİ+’ların ve gençliğin saldırılar karşısında acil talepleri için mücadelesi ve hareketi -parçalı, dağınık da olsa- bu tabloda kaçınılmazdır. İktidar bilinciyle kuşanmış proleter devrimciler bu savaşımın etkin bir parçası, sürükleyicisi ve militanı olacaktır. Ancak bu hareketin, eğilim ve yönelimin daha güçlü beliren ve derinden bileylenen öfkenin gelecek kaygısı tüm bunları belirleyecek ve biçimlendirecektir. Bunun temsilcisi olmak, bu kaygıyı gözetmek ve buna yaslanarak ilerlemek, politikayı şekillendirmek hayati önemdedir.
Bu bağlamda işçi sınıfı ve ezilenlerin 2021’e hiç de sessiz kalma niyeti yoktur. Parçalı ama oldukça anlamlı işçi direnişleri, öfkeli ve haklı kadın hareketi, tepkili ve daha cüretli gençlik eylemleri, yaralı ama bilinçli Kürt direnişi sokaklara, meydanlara hareket katmaya isteklidir.
Tüm bu tabloda ekonomizmle, reformizmle, acil ihtiyaçlar ve iyileştirmeyi “toplumsal düzenin ve barışın” sigortası gören tasfiyecilikle işçi sınıfı, emekçiler, Kürtler, kadınlar, gençlik kuşatma altına alınmaya çalışılmaktadır. Bununla dinamik kazanıp buradan elde edilecek başarılarla emekçilerin teskin edilme tehlikesi vardır. Tutunma savaşı ile kitlelerin bilincine, ayaklarına, kollarına takılı pranganın parçalanmasını, bu derin kriz içinde “toplumu yeniden örgütlemenin” temel aracının sıkıca kavranmasını, iktidar perspektifli mücadelenin egemen sınıfların anladığı dilden ve krizini kökleştirecek politik çizgide örgütlenmesini yürüten proleter devrimci hat da söz konusudur. Bu hat hayati derece de işçi sınıfı ve emekçiler için önemlidir. Zira onların daha fazlasına odaklanmasını sağlamak, daha fazlası için harekete geçirecek, çelişkileri olgunlaştığında geleceğini temsil eden çizgiyle buluşturmak için hayatidir. Proleter devrimci çizgi, bilinçle kuşanılmalı, durgunluğa aldanmamalı, telaşsızlığı değil sakinleşmeyen hareketi körüklemenin dinamiği olmalıdır.