Faşist TC devleti 15 Haziran 2020 gecesi Heftanin’e 33 uçakla hava saldırısı ve ardından “Pençe-Kaplan operasyonu” adıyla kara harekatı başlattı. Gerçekleştirilen hava saldırısının TC devletinin gerillaya yönelik en büyük hava harekatlarından biri olduğu açıklandı. Yine Şırnak, Hakkari, Amed, Dersim başta olmak üzere 2019 sonbaharında “Kıran” adıyla başlatılan kapsamlı operasyonlar da devam etmektedir. Her operasyon başlangıcında olduğu gibi TC devletinin “Kıran” ve “Pençe-Kaplan” operasyonları için de temel argümanı “tükenmek üzere olan gerilla güçlerine son darbeyi indirmek ve bitirmek” oldu.
Özellikle 2015 Temmuz ayı ortasında “çözüm sürecini” (barışçıl ve uzlaşma yolu ile çözme ve tasfiye etme de denilebilir) fiilen bitiren TC ordusu, 100 uçakla Irak Kürdistanı’na yapılan hava saldırılarının ardından ülke içinde ve dışında kapsamlı operasyonlar yürütmektedir. Gün geçmiyor ki; “Bitirdik, bitireceğiz”, “son çırpınışlar”, “hareket edemez durumdalar”, “eylem yapamaz pozisyona geldiler” propagandaları TC basınında eksik olmasın.
Şöyle faşist diktatörlük tarihini biraz yoklayanlar göreceklerdir ki ne bu kapsamda operasyonlar TC’nin gerilla mücadelesine karşı ilk operasyonları ne de gerilla mücadelesi tıpkı diğer kapsamlı operasyonlar dahil, TC’nin her fırsatta propagandasını yaptığı gibi “bitmiş ve tükenmiştir.”
Gerilla savaşı, Mao yoldaşın deyimiyle içinde “yenilgi, yengi, yenilgi, yengi” denklemini barındıran, “zafere kilitlenmiş” ezilenlerin politik mücadelesinin kanla yürütülen biçimidir. Tarihten bugüne gerilla mücadelesi, politik özneler tarafından, kendi ideolojik-politik çizgisinin karakterine bürünerek yürütülmeye devam etmektedir.
Burjuva ideologların ve kimi egemen sınıf temsilcilerinin de ifade ettiği gibi gerilla savaşı, kolay yenilgiye uğratılabilecek, sahada tamamen tasfiye edilebilecek bir mücadele biçimi değildir. Tarihsel arka plan bu gerçekliği defalarca ispatlamıştır.
Hafızaların tazelenmesi için biraz geçmişe giderek TC devletinin her fırsatta “bitirdik” dediği gerilla mücadelesine dair bazı operasyonlarını inceleyelim.
‘94 yılında Dersim-Hakkari ve Şırnak başta olmak üzere dönemin “Kibritçiler” olarak bilinen Bolu Dağ Komando Tugayı ile ilk kapsamlı operasyonlarını gerçekleştirmiştir. Hemen sonrasında ‘95 yılında 35 bin asker ve korucu ile 2 trilyon 800 milyara mal olan Irak ve İran Kürdistanı’na “Çelik”, ‘97’de 200 bin asker ve korucu ile “Çekiç” ve “Şafak”, 2002-2003’te Karadeniz’de Sivas, Amasya, Tokat Tugaylarından oluşan birliklerle, Şubat 2008’de ise yine sınır ötesi “Güneş” operasyonlarını gerçekleştirmiştir. Hemen bütün operasyonlarda dönemin en ileri teknik ve teknolojik üstünlüğünü de kullanarak (ki bu her dönem gerillanın teknik donanımından çok üstün olmuştur) giriştiği kapsamlı operasyonların hepsinde “gerillayı bitirme” argümanıyla operasyonlar başlamış ancak büyük kayıplar vererek ve esasta bir sonuç alamayarak operasyonları tamamlamak zorunda kalmıştır. Elbette tüm bu operasyonlarda gerilla güçlerinin de önemli oranda kayıpları olmuştur. En nihayetinde savaş kayıplarla yürütülür. Her savaş için geçerli olan bu gerçeklik, gerilla savaşı için de geçerlidir. Ancak tarihsel dönemlere bakıldığında TC, her operasyon sonrası neredeyse binleri aşan gerilla kayıplarının olduğu bilgisini manipüle ederek kamuoyuna sunarken, kendi kayıplarını ise gerçekliğin çok altında göstererek yenilmezliğini empoze etmeye çalışmıştır. Çarpıcı bir örnek olması açısından “Çelik” operasyonunu anlatan dönemin Tuğgenerali Osman Pamukoğlu’nun “Unutulanların Dışında Bir Şey Yok” ile aynı operasyonu anlatan gerillanın kaleme aldığı belgesel roman olan “Kasırga Taburu” karşılaştırıldığında TC’nin yalanlarını anlamak pek zor olmayacaktır. İlginçtir ki “Çelik” operasyonuna dair bir başka kitap yazan dönemin Korgenerali Hasan Kundakçı’nın bilgileri ile Osman Pamukoğlu’nun bilgileri arasında dahi ciddi çelişkiler mevcuttur. Yani savaşın vazgeçilmez ayağı olan psikolojik savaşta, faşizm yalan ve manipülasyonu niteliğine uygun olarak suyunu çıkararak yapmaktadır.
Savaş sahada yürütüldüğü kadar arka plandaki moral-motivasyon da oldukça önemlidir. Ezilenlerin silahlı bir mücadele biçimi olarak gerilla savaşına en büyük güç veren olgulardan biri savaşı yürüten özneler ve insan kaynağını oluşturan kitlelerin inancı ve kararlılığıdır. Burada yaşanacak olan yılgınlık, inançsızlık, sahadaki çarpışmaları, savaşın seyrini, kitlelerin desteğini önemli ölçüde etkilemektedir. Egemenler bu gerçeklikten yola çıkarak uyguladığı psikolojik savaş argümanlarını medya gücünü de arkasına alarak her fırsatta yaşama geçirmekten geri durmamaktadır. Bunun için her türlü manipülatif, kirli bilgileri kamuoyuna sunmakta, gerillaya da ulaşabilecek biçimlerde yol ve yöntemler izlemektedir. Temel amaç bellidir; gerçekte yenemediği bir savaşı öncelikle gerillanın ve kitlelerin zihninde yenilgiye uğratma çabasıdır.
SAVAŞTA TEKNİK ÖNEMLİDİR; AMA ASLOLAN İNSAN FAKTÖRÜDÜR
TC ordusu, özellikle 24 Temmuz 2015 sonrasında gerilla güçlerine yönelik, çok kapsamlı bir saldırı hamlesi başlatmıştır. Özellikle envanterinde bulunan son model teknolojiyi de kullanarak, giriştiği bu saldırılarda önemli oranda sonuçlar aldığının da kabul edilmesi gerekir. Özellikle belli alanlarda gerilla güçlerinin ciddi kayıpları olmuştur. TC bu süreçteki görece üstünlüğünü, özellikle İHA/SİHA ve bunlarla koordineli savaş uçaklarını devreye koyarak yakalamıştır. Ancak bu başarı tespitinin göreceli olduğunu unutmamak gerekir ki teknolojik üstünlüğü ile gerillaya darbe vurduğunu iddia eden TC’nin aslında bu avantajının gün geçtikçe gerilla tarafından boşa çıkarılmaya başlandığı da bu tespit kadar önemli bir olgudur. İHA/SİHA’ların etkin olarak kullanıldığı ilk sürece göre TC devletinin sonuç alma kapasitesinin düştüğünü belirtmek faydalı olacaktır. Bu süreci verilerle değerlendirecek olursak; İçişleri Bakanlığının verilerine göre, 2019 yılında İHA’lar toplamda 31 bin 255 saat, SİHA’lar 2 bin 972 saat uçuş ve bu uçuşlarla koordineli bir şekilde 620 uçak ve 49 Kobra helikopter saldırısı gerçekleştirilmiştir. Aynı yıl HPG’nin açıkladığı verilere göre, 2019 yılında gerilla kaybı ise hava saldırılarında ölümsüzleşenlerle beraber 456’dır. Yani tüm gerilla kaybının hava saldırılarından olmadığını göz önünde bulundurduğumuzda (kayıplardan bazıları çeşitli çatışmalar, eylem anı ve sonrası, pusular, kara operasyonları ve hastalık sonucu vb.) 2015-16’da yoğun sonuç aldıkları hava saldırılarından sonraki süreçte bir düşüşün olduğunu göstermektedir.
Burada gerilla savaşının önemli bir güç kaynağı olarak taktik yaratıcılık devreye girmekte, savaşta insan faktörünün belirleyiciliği ön plana çıkmaktadır. Öyle ki milyonlarca Euro’luk İHA ve SİHA’ları, 5-10 liralık şemsiyeler ya da otlardan oluşturulan kalkanlarla boşa çıkaran bir savaş mantığının başkaca açıklaması olamaz. TC hava saldırılarını aktif bir şekilde kullansa da bunun gerillayı hareketsiz kıldığını iddia eden İçişleri Bakanı SS, “artık sürünerek yaşıyorlar” propagandasını yapmaya devam etse de gerilla yine yaratıcılığıyla ve İHA’ları boşa çıkaracak yeni taktiklerle, İHA’lar havadayken dahi sızma eyleminin bir parçası olarak SS’in dediği gibi “sürünerek” düşman mevzilerine kadar sızmaya, burada darbeler vurmaya, kayıplar verdirmeye devam etmektedir. Zira HPG’nin 2019 yılı bilançosuna göre, yapılan 339 gerilla eylemi, bunun en somut kanıtı olmuştur. Bu eylemlerde (yanılma payını hesaba katarak) 1220 düşman unsuru saf dışı bırakılmış, düşmana ait 61 araç (34’ü zırhlı) imha edilirken, 34 araç ve 7 helikopter de darbelenmiştir. İstatistiklerin gösterdiği gibi, gerilla, düşmanın en yeni teknolojik üstünlüğüne rağmen Mao yoldaşın gerilla savaşı için ortaya koyduğu “kayıplar ile taze kuvvetler, savaşmak ve dinlenmek, toplanmak ve dağılmak, saldırı ve savunma, ilerleme ve geri çekilme” hamlelerini doğru ve yaratıcı bir biçimde uyguladığında TC’nin başarı sarhoşluğu da tersine dönmeye başlamaktadır.
Burada bir kez daha görmekteyiz ki teknoloji düşman tarafından savaşta ne kadar üstün ve etkin kullanılırsa kullanılsın, gerillanın dinamik ve yaratıcı rolü bu saldırıları bertaraf edecek kuvvettedir.
Kaldı ki bugün teknolojik üstünlükle görece başarı sağlayan TC’nin benzer pratiklerinin, biraz geçmişe döndüğümüzde gerilla tarafından nasıl boşa çıkarıldığını da görürüz. ‘95 yılında benzer propagandasını tanklar, termal dürbün ve kameralar, ‘97 başlarında ise Kobra helikopterleri kullanmaya başladığında yapmıştır. İlk dönem bu teknik donanıma yabancı olan gerillanın deneyimsizliğinden kaynaklı kayıpları olsa da kısa sürede bunlara karşı geliştirdiği tedbirler ve taktiklerle sadece savunma anlamında ilerleme sağlanmamış, aynı zamanda bu üstün (!) teknikleri darbeleyen, imha eden eylemlere de imza atılmıştır.
Mao yoldaş “Savaşta zaferi ya da yenilgiyi, her iki tarafın askeri, siyasi, ekonomik, coğrafi koşullarının, her iki tarafın yürüttüğü savaşın niteliğinin ve her birinin sahip olduğu uluslararası desteğin belirlediği doğrudur, ama zaferi yalnız bunlar belirlemez; bütün bunlar kendi başlarına ancak zafer ya da yenilgi olasılığını sağlarlar, ama belirleyici değillerdir. Belirleyici olabilmeleri için öznel çaba, yani savaşın yönetilmesi ve sürdürülmesi, insanın savaştaki dinamik rolü gereklidir” (Mao, Seçme Yazılar, Cilt II, s. 157) der ve ekler; “bilinçli dinamik rol.”
Bugün tam da gerillanın teknik ve sayısal olarak kalabalık, kendinden daha donanımlı ve deneyimli bir güce karşı karakteri gereği daha zayıf, daha donanımsız, sayısal olarak daha az ama tarihsel tecrübe ve deneyimlerle kendi pratiği içinde edindiği deneyimlerin de harmanlanmasıyla taktik yenilgiler alsa da; taktik zaferler kazanmasının ve anti-propagandaların aksine bitmez, tükenmez bir savaş iradesini göstermesinin altında tam da bu bilinçli insan faktörünün, bu faktörün kitlelerle güçlü bağlar kurmuş olmasının, harekete geçiren ve savaştıran bir karakter kazanmasının etkisi belirleyici bir yerde durmaktadır.
Kuşkusuz bu bilinç faktörü gerilla savaşına rengini veren ideolojik ve politik bütünlüğün, rengine göre farklılık arz etmekte ve savaşın gidişatını etkilemektedir. Ancak gerilla savaşının, inisiyatif, esneklik, planlama, kitle desteği, arazi hakimiyeti, düşmanını tanıma, kendi gücünü koruma, düşmanını yok etme temel kural ve ilkelerini hayata geçirme yeteneği sergileyebildiği oranda teknik üstünlük de işlevini yitirmektedir.
İstatistik bilgileri bitirmeden son olarak 2019 yılına dair yukarıda verdiğimiz gerilla kaybı bilançosunun, içerisinde “Kıran” operasyonu da dahil, irili ufaklı toplam 116 bin operasyonun sonucu olduğunu bir kenara not edelim. Bu veriler dahi TC’nin gerilla savaşı karşısındaki çaresizliğinin önemli kanıtlarındandır. Kuşkusuz burada faşist diktatörlüğün operasyon yapma kabiliyetini yadsımamak gerekmektedir. Ki bunun nedenlerinin sınıf mücadelesinin düzeyiyle, içinden geçilen konjonktürün bir dizi etkisiyle olduğu da unutulmamalıdır. Ancak gerçekleştirdiği operasyonun çokluğuna oranla gerillaya verdirdiği kayıplar ya da elde ettiği sonucunda çok düşük olduğu ortadadır. Bu durum gerilla mücadelesinin güç dengelerinin düşmanın lehine olduğu koşullarda ne kadar büyük bir silah, etkili bir mücadele aracı olduğunu göstermektedir. Bu anlamda gerilla mücadelesinin başarısını kayıt altına alan bir tablo söz konusudur.
Geçerken vurgulamamız gereken bir nokta; gerilla savaşını başarıya taşıyan temel ögenin savaşı var eden, onu geçerli kılan nedenlerin doğru tespiti ve hedefe yönelmedeki ısrarıdır. Ona yön veren ideolojik ve politik yönelim ne olursa olsun hedefte yaşanacak muğlaklık, düşmandan daha fazla tehlike arz etmektedir. Bu anlamda Murat Karayılan’ın “ne biz yenebiliyoruz ne de Türk ordusu” söylemi oldukça çarpıcıdır. Gerilla savaşı zaten karakteri gereği zaferi yaratacak olan savaş biçimi değildir. Bütün stratejik yönelim doğrultusunda belli bir dönem stratejik özellikle yüklü olsa da esas olarak mücadele bütünlüğü içinde taktik bir dinamik olarak yürütülmek zorundadır. Bu anlamda ne TC’nin “bitirdik, bitiriyoruz” söylemi ile gerilla mücadelesi sahada yenilgiye uğratılabilir ne de Karayılan’ın ifade ettiği biçimiyle gerilla mücadelesi, zaferin tek yolu ve mücadele biçimi olabilir. Burada temel mesele, gerilla mücadelesini “hangi politik hedef ve yönelime hizmet eder” tarzda yürütmenin belirleyiciliğidir. Ve yine gerilla mücadelesini uzun süreli iktidar savaşında nereye ve nasıl koyulması, iktidar hedefli mücadelede gerekli ideolojik-politik tutumun sürdürülmesi kendisini yeniden üretecek bir yaklaşımla ele alınmasına bağlı olduğu gerçeğidir. Gerilla mücadelesi bu bağlamda uzun süreli iktidar mücadelesinde, stratejik saldırı aşamasına kadar esas olan en önemli savaş biçiminden biridir. Ancak onu kumanda eden, iktidar mücadelesine kilitleyen ideolojik siyasi çizgi belirleyicidir. Yenilgi ve yengi ancak bu uzun süreli mücadele içinde değerlendirilmesi gereken bir olgudur.
Kuşkusuz düşman saldıracaktır, saldırmaktadır. Tüm savaşlar için geçerli olan bu temel savın pratik ayağını, TC de güçler dengesizliğini kullanarak tam da ifade ettiği ama bir türlü başaramadığı, gerillayı imha etmek ve tasfiye etmek için gerilla savaşına karşı da her zaman kullanmaktadır. Ancak “savaş bir güç denemesidir, ama güçlerin başlangıçtaki durumu savaş süreci içerisinde değişir. Burada belirleyici etken öznel çabadır. Daha çok zafer kazanmak ve daha az hata yapmak. Nesnel etkenler böyle bir değişikliği mümkün kılar, ama bu olanağı gerçekliğe dönüştürebilmek için hem doğru siyaset hem de öznel çaba şarttır. Öznel etken o zaman belirleyici rol oynar.” (Mao, Seçme Yazılar, Cilt II, s. 167)
Tüm bunları söylerken elbette savaşta tekniğin rolünü küçümsemiyoruz. Zira bu küçümseme hali esas olarak düşmanını küçümseme halidir. Ve yenilgilerin öznelerinden birisi olmaktadır. Mao yoldaşın, “kendinle birlikte, düşmanını tanırsan kazanamayacağın savaş yoktur” ifadesinin anlam bulduğu nokta, düşmanı politik olduğu kadar askeri olarak da tanımak ve savaş konumlanması içerisinde onu ciddiye almaktır. Sonuç olarak düşmanı taktik olarak önemsemeli stratejik olaraksa küçümsemeliyiz. Unutmayalım ki düşmanımız “kağıttan kaplandır.” (Mao Zedung)
SAVAŞIN ÖZNESİ KİTLELERDİR, SALDIRILARIN BİR HEDEFİ DE KİTLELERİN BİLİNCİDİR
TC’nin gerillaya karşı yürüttüğü kapsamlı operasyonların bir yanında gerillayı imha hedefi vardır. Amacı gerilla savaşını tasfiye etmektir. Ancak bu savaş içerisinde manipülatif bilgileri boy boy vermesinin arka planında elbette ki kitlelerin bilinci ve o bilinç üzerinde yaratmaya çalıştığı yılgınlık ve karamsarlık politikası vardır.
TC egemenleri ekonomik ve siyasi olarak bir yönetememe krizi içerisindedir. Bu anlamda toplumsal muhalefetin en diri ve en dinamik unsurunun gerilla savaşı olduğunu da iyi bilmektedir. Tam da bu nedenle gerilla üzerindeki her saldırısı, her manipülasyonu, almış olduğu başarılı kimi sonuçların abartılarak sunulması, bu dinamik unsurun kitleler nezdinde karşılığının daha etkin olmasından yana, korkusundan kaynaklanmaktadır.
Ancak düşmanın abartılı propagandasının yanında, kitleler nezdinde gerilla mücadelesinin düşman tarafından ciddi bir kuşatmaya alındığı, yenilgi koşulları içine sokulduğu bir inançta söz konusudur. Bu sadece düşmanın propagandasıyla oluşmuş bir durum değildir. Düşmanın vuruş gücü, operasyon yapma yeteneği, bir bütün sınıf mücadelesini zapt etme düzeyi, kitleleri her yönlü kuşatma becerisi ile devrimci-yurtsever ve demokratik güçlerin bunu karşılama düzeyi arasındaki mesafe ya da boyutta bu durumun oluşmasına neden olmaktadır. Düşmanın yaşadığı politik krize rağmen savaşta ve yönetmede elde ettiği başarı, devrimci ve yurtsever güçlerin bu krizden faydalanma ve kitlelerin çelişkisine uygun bir hareket yaratamama sorunu “savaş olgusunun” ele alınışına da yansımaktadır. Gerilla karşısında nihayetinde bugünkü düzeyi çok çok aşan düşman saldırıları ve elde ettiği sonuçlar olmuştur. Ancak kitlelerin buna rağmen ulusal ve sınıfsal temelde hareketi ve mücadelesi bu düzeyde geri çekilmemiştir. Bu bağlamda gerilla mücadelesinin kendini yeniden ürettiği, beslediği ana kaynak sınıf mücadelesinin genel düzeyidir. Sınıf mücadelesinin geri çekildiği koşullarda gerillanın savaşta denge sağlaması durumu dahi onun zayıfladığı görüntüsü verebilir. Genel siyasi durum, uluslararası konjonktür, öznel güçlerin sürecin çelişkilerini yakalamada yaşadığı sorun, kitlelerin devrimci ve yurtsever öznelere olan güvensizliği ve belli düzeyde hareketinin zayıflığı gerilla mücadelesinde düşmanın aslında büyük olmayan başarılarının çok büyük gözükmesine zemin sunar. Bugünkü tablonun bir nedeni olarak da bunu görmek gerekir. Bu durum gerilla mücadelesinin başarısızlığı değil, sınıf mücadelesinin tüm aleyhte olan koşulları içinde gerilla savaşının objektif zayıf karnı olarak görülmelidir. Nihayetinde şu da kavranmalıdır: Gerilla mücadelesinde bu şartlarda ısrarcı olmamak devrimci sürecin moral, motivasyon ve çelişkileri ileri noktada keskinleştirme zemininden daha fazla kopuşu getirecektir. Gerilla savaşı ve savaşta ısrar bu kopuşun önünde bir set olmaktadır.
Bu koşullar gerilla savaşına dair olmazlık teorisini güçlü tartıştıran zemin olmaktadır. O nedenle gerilla savaşının sürekli bir yenilgi yaşadığını düşman bağırmaktadır. Biliyorlar ki kitleler gerilla savaşına kanalize olduğunda esas özne olarak gerilla savaşına insan kaynağı ve lojistik desteğini bugünden daha güçlü ve daha etkin sunduğunda, egemenlikleri daha fazla tehlikeye girecektir. Faşist diktatörlük bunu bir tarihsel deneyim olarak bilmektedir. Bu nedenle özellikle 2000’li yıllardan itibaren yöneldikleri ve kitlelere empoze etmeye çalıştıkları tasfiyeci saldırıların da en baştaki hedefini gerilla savaşı oluşturmaktadır. Tasfiye saldırılarını sadece sahada değil bilinçlere de yöneltmesinin temel hedefi kitlelerde yılgınlık ve karamsarlık oluşturmaktır. Bu politikalarında belli bir başarı sağladığı kuşkusuz bir gerçektir. Öyle ki bu saldırılardan sadece kitleler değil, devrimci örgütler de etkilenmekte, gerilla savaşının başarı şansına yönelik soru işaretleri artmakta/pratik olarak da “değişim adına” gerilla güçlerinin tasfiyesine kadar giden süreç örülmektedir. Lenin yoldaşın deyimiyle “gerilla savaşını suçlayarak ve lanetleyerek kendimizi birazcık bile olsun bu en keskin moral bozukluğundan kurtaramayız. Çünkü suçlama ve lanetleme, derin ekonomik ve siyasal nedenlerin doğurduğu bir olguyu hiçbir zaman durduramaz.” (Marks-Engels-Lenin, Gerilla Savaşı)
Bu anlamda Türkiye topraklarında bugün devrim mücadelesinin stratejik savaş taktiği olan Halk Savaşı’nın güncel olarak geçerli biçimi gerilla savaşına yönelik konumlanmamızı daha etkin kılmak hem nitelik hem de nicelik olarak güçlendirmek, düşmanın gerilla savaşına yönelik ideolojik saldırılarını da bertaraf ederek kitleselleşmesini sağlamak MLM’lerin önünde duran en önemli görevlerdendir. TC ne yaparsa yapsın, ne kadar “bitirdik, bitiriyoruz” desin, Proletarya Partisi’nin ideolojik ve politik önderliğinde savaşın yasalarına göre geliştirilecek gerilla savaşı; düşmana ciddi darbeler vuracak, zayıflatacak ve devrim mücadelesinde önemli mevziler kazanılmasına hizmet edecektir. Şu unutulmasın ki bugün tutunma aşamasında olunan gerilla savaşının seyri, düşmanın saldırıları değil, bizim gerilla savaşını ideolojik ve politik yönelimimizin gerekliliğine uygun bir ele alışla, sahada güçlendirmememizden kaynaklanmaktadır. Yani Gonzalo’nun deyimiyle “Yenilgilerimiz düşmanın güçlü olduğundan değil, bizim savaşın ilkelerini doğru ve gerektiği gibi uygulayamamamızdan kaynaklanmaktadır.” Bu anlamda düşmanın tüm saldırı ve anti-propagandalarına rağmen ısrarla ayakta duran, kendi gerçekliği içinde savaşta ısrar eden gerilla mücadelesini 1. Kongre kararları ışığında geliştirmek ve güçlendirmek bugün önümüzdeki esas görevlerden biridir.