[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Bir önceki yazımızda tarikatların Türkiye’deki varlığına, eğitim alanındaki gücüne değinilerde bulunmuştuk. Bu yazımızda Türkiye’nin sosyo ekonomik yapısında tarikatların nasıl bir yer kapladığını açmaya çalışacağız. 19. yüzyıldan itibaren şekillenmeye başlayan Türkiye’nin yarı sömürge yarı feodal sosyo ekonomik yapısı emperyalizmle birlikte geri dönülmez bir nitelik kazanmıştır. Yarı sömürge, yarı feodal ülkelerin geçmişine baktığımızda bu ülkelerin ezici bir çoğunluğunun serbest rekabetçi dönemin sömürge savaşlarında ya da devam eden süreçte sömürgeleştirilmiş, sömürge-feodal/yarı feodal toplum olduğunu; emperyalizm döneminde ya doğrudan ulusal kurtuluş savaşlarıyla ya da bu savaşların baskısıyla yarı/yeni sömürge, yarı feodal devletler olduğunu görürüz. Bu ülkelerin egemen sınıfları emperyalizme teslim olmuş veya çıkarlarını emperyalistlerle olan uşaklık anlamında iş birliğinde bulmuşlardır. Emperyalist sermaye ile yerli egemenler arasında emperyalist sermayenin öncelediği iç içe geçmiş bir ilişki mevcuttur. Bu ülkelerde süreci belirleyen emperyalizm ve yerli iş birlikçilerin iç içe geçmiş birlikteliğidir. Oluşan toplumsal yapı, yani yarı sömürge ve yarı feodal yapı bu birliğin eseridir. Emperyalizm, feodalizm ve komprador-bürokrat kapitalizmle değişik ulus ve inançlardan emekçi Türkiye halkı arasındaki bu çelişki, inişler ve çıkışlar yaşamış, değişimler yaratmış olsa da yüzyıldan fazla bir zamandır varlığını koruyarak bugüne gelmiştir.
TC’nin kuruluşunda emperyalistlerin ve yerli iş birlikçilerinin belirleyiciliği faşist bir ideoloji olan Kemalizm’i ortaya çıkarmıştır. M. Kemal’in söylev ve demeçlerinde sıkça vurguladığı “bilim”, bugünün Kemalistlerinin dilinden düşürmediği “laik eğitim”, ortak noktası “dinci gericiliğe” karşı aydınlanmacılığın savunusudur. Bu yaklaşım her ne kadar din karşıtı olarak gösterilse de Kemalizm ve laiklik ilkesi din karşıtı değildir. Günümüzde de Kemalizm’in sistematik yeniden üretimi söz konusudur. Nitekim “gericilik” yalnızca dini kapsayan bir kavram değildir.
Kapitalizmin, feodalizme göre ilerici nitelik barındırması bir yana, sosyalizme göre gerici niteliği de içinde barındırır. Diyoruz ki yadsıma-olumlama-yadsıma süreci işlemektedir. İlerici nitelikleri görerek gerici niteliklerle mücadele etmek zorunluluktur. Öyleyse feodalizm ve kapitalizmin iç içe geçmiş olduğu bu toplumsal yapıda meşruluk zemini olmayan yapılanmaların çıkması anlaşılırdır.
Bu yapılanmalar devlet içinde yasal olan, bir yere bağlı yapılanmalar değildir. Kendi meşruluklarını bu karmaşanın (mevcut sosyo ekonomik yapının) içinde var ederler, konumlanırlar ve toplumsal yapıyı buradan beslemeye devam ederler. Bu türden yapılanmalar burjuva-feodal devlet için bir tehdit olmadığı sürece (bkz. Gülen Cemaati) sisteme ekonomik-sosyal birçok fayda sağlarlar; fakat devlet bürokrasisi içindeki krizler kontrolün kaybedilmesine neden olabilir. Devlet hâkim olamadığı, eksik kaldığı alanlarda tarikatları, çeteleri kullanır. Örneğin eğitim ve sağlık alanında yaşanan krizlerde bu yapılanmalar “yara bandı” işlevi görürler. Yasal düzlemi olmayan tarikatlar vakıf, dernek aracılığıyla devlet organlarına doğrudan bağlanır. Devlet nazarında “sivil toplum kuruluşları” gibi lanse edilen bu yapılanmalar ilerici bir nüve barındırmazlar. Tarikatların meşruluklarını buralardan inşa etmeye çalışmasının sebebi, meşruluğu olmamasından kaynaklanır. Meşru değildir; çünkü çağımızda ilerici bir yanı yoktur. Özellikle TC’nin son çeyrek asırlık tarihinde ekonomik-politik olarak devletle tam uyum halindedir. Devlet ekonomik-politik kriz içindeyken onlar da çıban gibi baş verir.
İHALE VE HİBELER
Ekonomik olarak diğer tarikatlardan daha fazla mal varlığına sahip olan Nakşibendiler ve Nurculara sistematik olarak hibe aktarılmaktadır. Vakıflar, şirketler aracılığıyla yapılan bu hibeler kamu malına el konularak, bakanlıklara yani halka ait bütçelerden sağlanıyor. Birkaç örnekle bu hibe ve ihaleleri açıklayalım:
Kamu İhale Bülteni’nde yer alan bilgilere göre kayyum yönetimindeki Van Belediyesi, 11 Kasım tarihinde Kuran alımı için bir ihale düzenledi. Nur Cemaati’ne bağlı Hayrat Vakfı’nın Hayrat Neşriyat Şirketi bu ihaleden 690 bin TL “kazandı.” Yine aynı şirket 2015 yılında AKP’li Afyon Sandıklı Belediyesinden 62 bin 400 TL, 2019 yılında AKP’li Urfa Büyükşehir Belediyesinden 220 bin TL, 2021 yılında İYİ Parti Samsun İlkadım Belediyesinden 230 bin TL’lik ihale aldı. Aynı vakfın MEB’le yakın ilişkileri olduğu da bilinmektedir. MEB tarafından “Kur’an ve Tevcitli Okuma Kursları” ve “Osmanlı Türkçesi” konularında ders verilmesi için ülke genelinde görevlendirildi.
Nakşibendi Tarikatı’na bağlı Menzilciler’den Ferhat Danışman’ın sağlık alanında faaliyet gösteren Techno Health Laboratuar şirketi, İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü’nden daha önce toplam 234 milyon 158 bin TL değerinde 3 ayrı Kovid-19 testi ihalesi aldı. Aldığı son ihaleyle birlikte de şirketin Kovid-19 testleriyle kazandığı para 382 milyon TL’yi buluyor. Ayrıca Emsey Hastanesi de bu cemaate ait.
Mersin’de, “sosyal ve insani meselelerin çözümüne, toplumun maddi ve manevi gelişmesine katkıda bulunmak” amacıyla yeni bir vakıf kuruldu. Vakfın dağılması durumunda mal ve hakları Erenköy Cemaati’yle bağlantılı olduğu bilinen Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı’na devredilecek.
Bunlar yakın tarihte gelişen olan belli başlı devlet yardımları. Peki bu tarikat oluşumları tarikatlar kapatılarak yok edilebilir mi? Öncelikle yukarıda da belirttiğimiz gibi tarikatlar yasal düzlemi olmayan gerici örgütlenmelerdir. Yani onlar kapatılamaz; faaliyetlerini “kontrol” altında tutmak, toplumsal yapıya uygun şekillendirmek gibi önlemler alınabilir. Fakat Türkiye’nin sosyo ekonomik yapısı bu yapılanmaların ortadan kaldırılmasına el vermez. Nasıl ki çete-mafya örgütlenmeleri her dönem varlığını koruyorsa dini yapılanmalar da varlığını koruyacaktır. Kemalistlerin diline pelesenk olan laikliğin yükseleceği bir düzlem yoktur, oluşmamıştır. Öyleyse sorunun özü bize çözümü işaret etmektedir: sistemi yıkmak, yeniyi inşa etmek.
Komünist her zaman ileri olanı arayan, hedefleyendir. Proletaryanın bilimsel ideolojisine yaslanarak gerçeği kavrayalım, halk kitlelerine gerçekleri anlatalım; tarikatların peydahlandığı bu düzeni altüst edelim.
BİTTİ