Sınıf mücadelesi özünde şiddetli bir mücadeledir. Burjuvazi ve proletarya arasındaki iktidar mücadelesinin başka türlü olacağı da düşünülemez zaten. Politik öznelerin ideolojik-politik konumlanışı ve duruşu da buna paralel keskin olmak zorundadır. Egemen sınıfların, özellikle ideolojik saldırıları karşısında sağa ve sola kaymamanın tek koşulu politik öznenin ideolojik sağlamlığı ve ilkelerine bağlı olması-kalmasıdır. 2000 yılı sonrası sürece dönüp baktığımızda ortak düşünce, sürecin tasfiyeci olduğu vurgusudur. Bu tasfiyeciliğin TDH bileşenlerini şu veya bu şekilde etkilediğini görüyoruz. Bu etkilenimin başında açık alancılık geliyor. Reformist ve revizyonistler için “dünden razı” olunan bu durum, oportünistler için dümen kırılan ilk duraklardan birisi olurken, iktidar perspektifli illegal mücadeleyi esas alan politik özneler açısından bu durum tasfiyecilikle eş anlamlıdır. Dolayısıyla kabul edilemez.
2000’li yılların başından itibaren ezilen dünya halklarına ve devrimci güçlere tam teslimiyet dayatıldı. Her alandaki sömürü ve talan işgallerle derinleştirildi. ABD’nin BOP ve “önleyici savaş” doktrini görünürde “düşman ülkeleri” hedef alırken özünde ezilen dünya halkları ve devrimci güçleri hedef alıyordu. Saldırı salt askeri olmayıp ideolojik ve politik yönü ağır basan bir muhtevaya sahipti. BOP kapsamında yarı-sömürge ülkelerin yayın politikalarına varana dek bu kapsamda bir düzenleme söz konusuydu.
Bu saldırı dalgasının Türkiye ayağında ise AKP eliyle “Avrupa demokrasiciliği” ön plana çıkarıldı. “Çözüm süreci” bu demokrasiciliğin zirve noktasıydı. Saldırı iki koldan yapıldı. İlki; açık alanların önü sonuna dek açıldı. Böylece tüm muhalif güçlere düzen sınırları içinde kaldıkça her şeyin serbest olduğu mesajı verildi. Daha sinsi amaç ise silahlı mücadele yürüten politik özneleri açığa çekerek asıl hedeflerine yabancılaştırmaktı. İkincisi ise; açık alan olanaklarıyla rehavete düşen illegal siyasetlere yönelik merkezi operasyonlar yapmaktı. Güdülen amaç, illegal mücadele yürüten siyasetleri legal alanlara sürükleyerek açık alancılığı kabul ettirmekti. Bu yönelim ABD’nin “önleyici savaş” doktrinin bir tür kırması olarak aktif biçimde uygulandı.
Diğer yandan kültürel erozyon, meta ilişkilerinin yoğunlaşması, toplumsal muhalefetteki zayıflama, TDH’deki darlaşma, kitleselleşme sorunu gibi etkenler politik özneleri açık alanlara doğru iten etkenlerdi. İktidar perspektifi ile mücadele eden politik öznelerin bu saldırı dalgasına karşı ideolojik ve politik duruşta gösterdikleri zafiyet onları “açık alan olanaklardan yararlanma” anlayışının ötesine sürüklerken illegal mücadele ilkesini de aşındırdı. Bu “açık alan olanaklar” teorisi zamanla tasfiyecilikle eş anlamlı hale geldi.
MLM’ler farklı mücadele biçimlerini reddetmezler. Politik düzlemde devrimin çıkarına olan tüm olanaklardan yararlanırlar. Buna legal alanlar da dahildir. Fakat esas mücadele biçiminin yerine tali mücadele biçimini koymazlar. Bu ancak çok özgün koşullarda taktik olarak ele alınabilecek bir durumda söz konusu olabilir. Tersi durum politik öznenin varlık zemini olan temel ilkelerini aşındırmasıyla sonuçlanacak bir sürecin başlangıcı olur.
Legal alan olanaklarından faydalanmak ile legalizm arasındaki ince çizgi amaç ve aracın birbirine karıştırılmasıdır. İllegal mücadeleyi esas alan bir siyaset için legal alan her daim esas mücadele biçimine tabidir ve onu beslemekle yükümlüdür. Legal alanların kapsam ve niteliği araç olma rolünü değiştirmez. Aracın amaç haline geldiği nokta legalizmin başladığı yerdir. Araç amaca dönüştüğünde illegal mücadelenin ve yapının varlığını devam ettirmesinin görüntüden öte bir anlamı yoktur. Dahası legalizmi savunan ve uygulayanlara göre daha tehlikelidir. Zira kalenin içten fethedilmesi misali içten yavaş yavaş çürütüp posasını çıkaran bir hastalığa dönüşür, dönüştürür.
Bugün sürece, süreçteki politik öznelere ve kendimize baktığımızda karşımıza çıkan tablo legal alanlardan yararlanmanın ötesine geçildiğini gösteriyor. Politik özneler egemen sınıfların ideolojik-politik ve askeri olarak yoğunlaşan saldırı ablukasından, bir bütün yaşanan gerileme ve darlaşmadan bir çıkış arama niyetiyle açık alanlara dümen kırarken, legalizme saplanıp kaldı. Krize çare olarak düşünülen açık alanlar yeni bir kriz doğurdu. Bu da verilen onlarca kaybın temel nedenlerinden biri oldu.
Diğer yandan açık alanlardan yararlanmanın zirve noktası olan “barış süreci”nden de lafı edildiği kadar yararlanılamadı. Açık alanlardan yararlanmak açık alanı daha çok kullanmak değildir. An itibariyle ortaya çıkan fırsattan devrimci mücadeleyi yükseltmek için yararlanmaktır. “Barış süreci” illegal mücadele içinde önemli bir fırsattı fakat durum tam tersi bir sonuç doğurdu. Politik öznelerin ve mücadelenin gelşip güçlenmesi gerekirken “barış” rüzgarı, açık alanlar iktidar perspektifini aşındırdı. İlkeleri ve esas olan illegal faaliyetleri unutturdu. Açık alanın cazibesi devrimci çevrelerin başını döndürüp sarhoş ederek tasfiyeciliği derinleştirdi.
Sınıf mücadelesinde proletaryanın ve ezilen kesimlerin öncü, örgütlü ve önder kurmayı olarak konumlanan bir politik özne için belirleyici nokta iktidar perspektifli olmasıdır. Politik özne bu perspektifle kendisini örgütler, savaşır ve kitlesini savaştırır. Açık alancılığın tasfiyeci niteliği tam da bu noktada ortaya çıkar: İktidar perspektifiyle donanmış politik özneyi iktidara yabancılaştırarak, onu nihai hedefinden uzaklaştırarak! Sadece mücadeleyi değil düzen karşıtı olan düşünceyi de düzen içine hapsederek tasfiye eder. Her şeyi ile düzen içi sınırlara hapsolmuş bir politik öznenin en radikal illegal yapısı dahi açık alancılıktan öte değildir.
Tarihsel deneyimlere baktığımızda, özellikle faşizm koşullarında illegal mücadele her daim esas olmuştur. Açık alanların tamamen yasaklandığı süreçlere nazaran önünün açıldığı süreçler daha tehlikeli olmuştur. Her iki durumda da yönü reformizm-parlamentarizm olanlar aynı zamanda safını da belirlemiş oldukları için ne oldukları ve ne yapacakları belli olan kesimdir. Fakat illegal çalışmayı dilinden düşürmeden dümeni legalizme kıranlar tasfiyeciliği devrimci saflara taşıyıp, devrimci mücadeleyi düzen içi sınırlara hapsedenler olmuştur.
MLM’ler için açık alanlar ister yasaklanmış olsun ister olmasın net olan yaklaşım illegal mücadeledir. KP’nin örgütsel yapısı, çalışma tarzı, disiplini ve mücadelenin yönünün illegal olması esastır. Aksini düşünmek KP’nin üzerinde yükseldiği temelin ayaklarına darbe vurmak anlamına gelir. Yarı-sömürge bir ülke ve faşist diktatörlüğün yönetimde olduğu koşullarda açık alancılık doğrudan tasfiyeciliktir. Somut duruma bakıldığında burjuva demokrasiciliği ile açık alanların görece “serbest” bırakılmasından sonra “çözüm süreci”nin bitirilmesi, Suriye savaşı ve 15 Temmuz sonrası OHAL’i ile muhalif güçleri ve ezilen kesimleri sindirmenin fırsatı olarak görülmüş ve açık alanlara dahi saldırı başlatılmıştı. Gelinen noktada reformist siyasetler liberalizme doğru kayarken, illegal siyasetlerin de legalizme kaydığı görülmektedir. Özellikle bu süreçte illegal siyasetlerin kayıpları devletin teknolojik üstünlüğü ve güvenlik açığı gibi etkenlerin ötesinde illegal çalışma tarzının aşınmasıyla doğrudan ilintilidir.
TDH sınıf mücadelesinin çetin dönemecinden geçerken kendisine bir çıkış arıyor. Sürece yanıt olmaya çalışırken sağa ve sola sapmalar farklı biçimlerde kendini gösteriyor. Bu tamamiyle tasfiyeci sürecin örgütlerdeki dışavurumudur. Rojava’yı esas mücadele alanı olarak görme, komiteleşme tarzından uzaklaşma, kırsal alanı boşaltma, legal kurumlara sığınma gibi örnekler konu kapsamında süzgeçten geçirildiğinde karşımıza çıkan ilk şey, illegal çalışma tarzındaki dönüşüm olacaktır. Merceği kendimize doğrulttuğumuzda tasfiyeci hizbin ortaya çıkış sürecinde ve tasfiyeci hizbin ilk unuttuğu şey olan illegal çalışma tarzı olduğu gerçekliğinde görüyoruz. Daha sonrasında silahları gömme ve yurtdışına iltica etme legalizmin geldiği noktayı göstermesi açısından önemlidir. Bu sürecin tipik özelliği mülteci “devrimcilik”tir. Günümüzde bunun azımsanmayacak dereceye geldiğini de görmekteyiz.
MLM’ler için tartışmasız olan Kaypakkaya yoldaşın Şafak Revizyonizmine karşı savunduğu 11 ilkedir. Önder yoldaş MLM’yi ülke somutuna bilimsel analizlerle uygularken Şafak Revizyonizminin legalizm hayranlığına karşı “silahlı mücadele esas, açık alan mücadelesi talidir” ilkesini bizzat pratik politikasıyla savunuyordu. ’71 kopuşundan yaklaşık yarım asır geçmesine karşın önder yoldaşın tezleri güncelliğini koruyor. Yarı-sömürge, yarı-feodal olan ve baskıcı bir rejimle yönetilen ülkemizde son yıllardaki baskıcı politikalar da silahlı mücadelenin esas olması gerektiğini kanıtlamaktadır. KP’nin bu saldırı ablukasında izleyeceği başka bir hat da yoktur. Hatırlanmalı ki 12 Mart darbesiyle TDH’nin özelde de Proletarya Partisinin almış olduğu darbe ve en önemlisi kuruluşunun hemen sonrasında önder yoldaşın katledilmesi sonrası KP’yi ayakta tutan, bugünlere getiren silahlı mücadelenin esas alınmasıdır. Günümüz koşullarında topyekün saldırıya karşı KP’yi ayakta tutacak olan şey, bu ilkeden taviz vermemektir. Açık alanların değil illegal alanların öneminin daha da arttığı süreci yaşıyoruz. Tıpkı önder yoldaşın ilkelerine sıkı sıkıya bağlı olması gibi, ilkelerimize bağlı kalıp hiçbir şekilde esneme göstermemek bu saldırı ablukasından çıkmanın en önemli aşamalarından biridir.
Dünyada ve Türkiye’de politik durum daha şiddetli-çatışmalı sürece doğru bir hat izliyor. Normalleşme bekleyenlerin yanıldığı nokta legalizmin yarattığı pollyannacılıktır. Başta da dediğimiz gibi sınıf mücadelesinin daha bir çetinleşeceği sürecin içindeyiz. Bu süreç iktidar perspektifinden uzaklaşmış açık alancılıkla değil, iktidar perspektifiyle donanmış illegal mücadele dinamiklerinin canlı tutulduğu devrimci mücadele ile aşılacaktır. I. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda Çar Ordusu’nun cephe hattında bile örgütlenen, gazete çıkarıp dağıtan Bolşeviklerin izlemiş olduğu pratik-politika oldukça öğreticidir. MLM’lerin önünde duran en acil görevlerden biri, illegal çalışma tarzındaki aşınmanın-yetmezliklerin aşılması ve topyekün saldırganlığa karşı tüm alanlarda geri bir adım dahi atmadan mücadele edilmesidir.