DEMOKRATİK TARIM PROGRAMI
Kitapta savunulan bir başka görüş de demokratik tarım programıdır. Şöyle deniyor: “Sömürü odaklı üretim ilişkilerinin çözüm olmayacağı…” “Demokratik her türlü eşitliği (eşitsizliği-bn) ortadan kaldıracak tarım programı ancak bütün köylü ve çiftçilerin katılımıyla oluşturulacaktır. Bu program dışında bir kurtuluş mümkün değildir.” (Esrin Balcı, Emperyalist Tekellerin Kıskacında Türkiye’de Tarım, s. 159)
Her türlü eşitsizliği sosyalizm bile kaldıramayacakken (bu ancak komünizmde mümkündür) savunulan demokratik tarım programının bu hikmeti nereden gelmektedir? Üstelik köylü-bütün çiftçilerin katılımının programın demokratik niteliğinin bir ölçütü kabul edilmesi de başka bir sorundur. Bütün köylülerin-çiftçilerin katılımına koşullu bir program sınıf karşıtlığını, çıkarlarını, ezilen-sömürülen köylü sınıflarının büyük toprak sahiplerine karşıtlığını yadsıdığı veya gölgelediği oranda demokratik olmaz ya da böyle bir sınıfsal karşıtlığın bulunmadığı yerde eşitsizliği gidermeye dönük demokratik bir programa ihtiyaç olmaz. Bununla beraber muhtevası demokratik olan bir programın burjuva demokratik bir özellik-içerik taşıması da kaçınılmazdır. Böyle bir programın “her türlü” eşitsizliği ortadan kaldırma hikmetine sahip olmadığı da kendiliğinden anlaşılır. Ayrıca bir programın demokratik vasfı bütün köylülerin, çiftçilerin katılımına bağlı değildir. Bütün bu sınıflar devrimden yana olanlar, olmayanlar şeklinde sınıfsal çıkarlara sahiptirler. Bu ayrım yapıldıktan sonra bile devrimden çıkarı olan bazı sınıfların tarafsız kalarak ya da başından sonuna kadar bu devrimde yer almayarak farklı tutumlar sergileyebileceği deneyimlerden de bilinir. Diğer taraftan bir devrimin öncelikli hedefi devrimin aşamalarına göre farklılaşabileceği gibi sınıflarla kuracağı ittifak ilişkilerinde de buna göre değişmeler mümkündür. Bunlardan hareketle bütün köylülerin-çiftçilerin katılımının sağlanamadığı bir program gene de demokratik muhteva taşıyabilir. Örneğin zengin köylülerin katılmadığı bir program büyük toprak mülkiyetine son vermesi bakımından demokratik bir özelliğe sahiptir. Bir program devrimden çıkarı olan bazı sınıfların katılımı olmadan da onların da çıkarlarını gerçekleştirmeyi kapsayan içeriği nedeniyle demokratik öz taşır. Kaldı ki proletaryanın bu konudaki programı kendi başına diğer sınıflarınkinden çok daha tutarlı demokratik özelliğe sahiptir, bütün programlardan her bakımdan daha ileridir, devrimcidir. Herhangi bir sınıfın katılımının olmaması bunu değiştirmez. Bir programın demokratik özünü sınıfsal ayrımları yadsıyarak, “sınıfların eşitliği” iddiasını içeren burjuva demokratizmine dayanarak açıklama anlayışı burjuvaziye hizmet eder. Demokratik bir programı proletaryanın bakış açısıyla değerlendirmekten sınıf karakteri nedeniyle yoksun olduğu için kendi burjuva demokratik programını tek kurtuluş görüp göstererek proletaryanın önderliğini de yadsır.
Kendi burjuva demokratik programını her türlü eşitsizliğin çaresi olarak sunmakla kalmayıp sermayenin de 80 milyon için üretim yaptığı propaganda ediliyor. Şöyle deniyor: “… özelleştirmelerle kamuya çalışan kurumsal örgütlenmeler tasfiye edilirken, (…) bu alanın emperyalist-kapitalist tarım şirketlerine açılması 80 milyon için olan üretimin ve sonucunda oluşan kârın bir avuç şirkete altın tepside sunulmasıdır. Kamu kurumlarının yani 80 milyon için faaliyet yürüten tarımsal kuruluşların ve işleyiş esaslarının tasfiye edilmesi bu anlama gelmektedir. Burada çok büyük boyutlarda sermaye transferi söz konusudur. Bu sermaye kamu aracılığıyla topluma yayılması gerekirken bir avuç şirketin kasasına akar hale getirilmiştir. Türkiye tarımı ve tohum alanında yaşanan yapısal-sektörel dönüşümlerin özeti burada yatmaktadır.” (age, s. 195) Biz de diyoruz ki bu yaklaşım çalışmanın özü, özetidir. Devletin sosyalizme karşı kurduğunu iddia ettiği Kamu İktisadi Teşebbüslerinin (KİT) “80 milyon” için üretim-kâr yaptığını; ama özelleştirmelerle topluma yayılması gereken sermayenin bir avuç şirkete aktığını söylüyor. Yazarın sermaye ile ilgili evlere şenlik bir iyimserlik taşımasına şaşmamak elde değil!
Bir kere tarımsal KİT’lerin üretimi, dolayısıyla kârı da başından beri toplum için, “80 milyon” için olmamıştır. Bu KİT’ler öteden beri küçük üreticiyi sömürmenin araçları olarak kullanılagelmiştir. Sömürünün yoğunluğunda, düzeyinde, biçiminde değişiklikler olmakla beraber devlet tekeli işlevi gören bu kurumlarla devlete egemen bürokrat burjuvazi ve toprak ağaları büyük kârlar elde etmişlerdir. “80 milyon” gene onların çıkarı için üretmiş, üretenlerin artı değeri gasp edilmiştir. Sermaye bu kurumlar aracılığıyla topluma yayılmamış, toplumsal üretim gene toplum aleyhine bu kurumlar üzerinden belli sınıfların çıkarlarına tabi kılınmıştır. Dolayısıyla yazarın iddia ettiği gibi sermaye-toplum ilişkisinde “demokratik” ilişkinin bozulmasından bahsedilemez. Bu ilişki hiçbir zaman ne demokratik olmuştur ne de toplum yararına. Sermayenin söz konusu olduğu hiçbir durumda toplumla böyle bir ilişki kurulmamıştır. Yazarın KİT’leri devletin niteliğinden ve devletin de bunların niteliğini, ilişki biçimini vs. belirlediğinden bağımsız ele aldığı, KİT’lere dair yanlış bir kavrayışa sahip olduğu anlaşılıyor.
“Sermayenin topluma yayılması” düşüncesi burjuva demokratizminin aslında topluma neden demokratik bir karakter kazandıramayacağının da kanıtıdır. Zira, eğer yazar sermayenin topluma yayılmasından sermayenin herkese eşit dağılımını anlıyorsa bu küçük üretimin ebed-müddet sürmesini savunmaktır ki bu da sermayenin toplumsallaştırılması hedefini anlamsızlaştırır, sosyalizm karşıtı pozisyonda olmaktır. Sermayenin topluma yayılması toplumsal olarak her türlü sermayeye el konulmasını gerektirir. Toplumsal sermayeye el konulan toplumda sermaye toplum aleyhine bir işlev kazanmış demektir, toplumun çıkarı için rol oynamaz. Devlet kapitalizmi, devlet tekelleri, bu anlamda KİT’ler bunu değiştirmek bir yana aksine küçük burjuvayı, toplumu aldatması için de işlevli olan kamusal yarar görüntüsü altında bu rolü biraz yumuşatabilir, gizleyebilir; ama ortadan kaldıramaz. Sermayenin varlığı her şeyden önce tamamen toplum karşıtı bir işleve, özelliğe sahiptir. Onun toplum için üretmesi, ancak toplumun ürettiği değerin gittikçe daha büyük bir bölümünü gasp etmesiyle mümkündür. KİT’ler bunun dışında, buna rağmen bir özelliğe sahip olmamıştır. KİT’lerin küçük üreticinin konjonktüre bağlı olarak görece istikrarlı bir yaşam sürdürmesini sağladığından bahsedilebilir; ama onun koşullarını iyileştiren, ileriye taşıyan bir rol oynadığı söylenemez. KİT’ler bütünüyle küçük üreticinin artı değerine büyük oranda el konulmasının araçları olmuştur. “… yıllık (2003) 3 milyar dolar cirosu ile her yıl devlete 2 milyar dolar özel tüketim vergisi (ÖTV) kazandıran Tekel’i satmak akıl kârı değil…” (age, s. 64) Görüleceği gibi devlet “80 milyon” için sözde üretim yapan KİT’in cirosunun 2/3’üne vergi olarak el koyuyor. Büyük artı değer gaspı devlet eliyle gerçekleştiriliyor. Herhalde yazar devletin bunun 80 milyonun yararına kullandığını aklından geçirmemiştir? Tekel’in özelleştirilmesiyle devlet, bu özel tüketim vergisi kazancını kaybetmiş değildir, sigara-tütün tüketiminden bu kazancı elde etmeye devam edecektir.
Yazarın iddia ettiği gibi KİT’ler ulusal tarım ve sanayiyi geliştirmeye hizmet etmiş olsaydı da sermaye “80 milyon” için, halkın çıkarlarına üretim yapmış olmazdı. Böyle bir gelişimin sömürüyü daha geniş ölçüde sürdürdüğü sermayenin, kapitalizmin tarihinden bellidir. Bizde bunun daha yoğun, vahşi, ilkel bir tarzda gerçekleştiği Soma, Ermenek madenlerinde, İliç altın madeninde ve daha birçok yerdeki işçi katliamlarıyla ortadadır. İliç altın madenindeki katliamla beraber burada nasıl bir sömürünün gerçekleştiği basına yansıdı. Genel durumu anlamak açısından önemli olduğundan buna değinelim. “Bir tane yerli ortak buluyorlar. Burada da Kanada firması, Çalık Grubunu yanına almış. Yüzde 20 ortaklıkla almışlar. Bütün işlerini hallediyorlar… Burada zarar gösterip doğru dürüst kurumlar vergisi de ödemiyor. Teşvik alıyorlar. İşçilerin sigorta primlerini bile bir süre devlet ödüyor. Makine teçhizat ithalatı için gümrük muafiyeti var. Şirketlere sınırsız destek veriliyor. Bu ‘sömürge madenciliği’dir. Altın üreten yabancı/yerli şirketler ülkemizde devlet hakkı olarak ürettikleri altının yüzde 1’ini bile ödememektedir.” (Maden Mühendisleri Odası Eski Başkanı Mehmet Torun, Cumhuriyet, 16/12/2024, Mustafa Çakır) Bırakalım modern yöntemleri en ilkel yöntemlerle yapılan altın madenciliğini bile emperyalist şirketler gerçekleştiriyor. Bu emperyalizmin geri olana nasıl abandığını, gözü dönmüşlüğünü gösterirken ulusal kapitalizmin niteliğine, onun yerine emperyalizme bağlı kapitalizmin geliştirilmesine, ulusal burjuvazinin baskılanmasına da bir örnektir. Emperyalizmle bütün alanlardaki ilişkilerin içeriği bu kapsamdadır. Dolayısıyla sermaye transferi ne KİT’lerin özelleştirilmesi ile sınırlı, onunla başlayan bir durumdur ne de AKP hükümetleri politikalarından ibarettir. TC Osmanlı’da başlayan bu ilişkiyi karmaşıklaşan biçimlerde derinleştirerek sürdürmektedir.
KİT’LER ÜSTÜNE MİTLER!
2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası burjuvazinin “sosyal devlet modeli” ile halkların sosyalizme yönelimini engellemeye çalıştığı, bunun için de KİT’lere gereksinim duyulduğu, (age, s. 103) 1970’lerde kapitalizmin yapısal krize sürüklenmesi ile KİT’lerin özelleştirilmesini de içeren yeni bir politika benimsediği, (age, s. 104) KİT’lerin özelleştirilmesiyle küçük üreticinin devlet desteklerinden yoksun kalarak yıkıma uğramasının KİT’lerin önemini gösterdiği (age, s. 158) belirtilerek “kamuculuk” yaftası altında KİT’ler savunulmaktadır.
Burjuvazinin sosyalizme yönelimi engellemek amacıyla köylülere, diğer halktan sınıflara bir ölçüde haklar tanıması ve toplumsal dayanışmacı politikalar belirleyerek özel kurumlar, araçlar yaratmasının bir döneme özgü olmadığı, hatta sosyalizmin güçlü olduğu dönemlerde bu tür politikaların özel bir önem kazandığı da doğrudur. Nitekim sözü geçen dönemde sosyalizme yönelim burjuvazi için korkutucu düzeydeydi. Hem aşırı üretim krizinin halklardaki yansımaları çok ciddi seviyedeydi hem sosyalist ülkelerde bırakalım krizi üretimin toplum için gerçekleşiyor olmasından ötürü kesintisiz, planlı ve istikrarlı bir ekonomi göz alıcıydı ve hem de emperyalizme karşı meşruluğu tartışılmaz ulusal bağımsızlık mücadeleleri söz konusuydu. KİT’ler de bu dönemde geliştirilmiş bir devlet işletmeciliğiydi ve kriz içindeki sistemde devletin sermaye lehine sorumluluk üstlenmesinin sonucuydu. Sadece halkların sosyalizme yönelimini engelleme kaygısı güden işletmeler değildi bunlar, bundan da önce kapitalizmin aşırı üretimle daralan sermayeye devlet eliyle sağlanan desteği ifade ediyordu. Faşizmin bu tür araçları buna örnek olarak incelenebilir!
Emperyalizm ve Proleter Devrimler Çağında devrimci barutunu tüketen burjuvazinin devrimlere önderlik etme potansiyeli kalmamakla beraber proleter devrime düşmanlık onun varlık gerekçesidir. Ayrıca burjuvazi her bakımdan güçsüz, yetersiz bir duruma geldiğinden, emperyalizm ona bağımsız ekonomik-siyasi bir hayat tanımadığından ve onun sermayesiyle boy ölçüşemeyeceğinden ona tabi olarak feodal sınıflarla ittifak yapıp iktidarı paylaşmak zorundadır. Burjuvazinin yapabileceği bir devrim kalmamıştır, onun amacı yapılacak devrimleri engellemektir artık. Sosyoekonomik yapıyı koruma amacı bununla ilgilidir. Burjuvazi öyle gericileşmiştir ki kendi saflarındaki burjuva kliklerden birinin ilerici eğilimlerine, demokratik istem ve hareketlerine karşı bile büyük bir düşmanlık göstermektedir. Emperyalizmle el ele vererek bu yöndeki istem ve hareketleri bastırmaktan kaçınmamaktadır. Ancak her zaman toplumsal ilişkileri, yaşamı bütünüyle istediği gibi belirleme kudreti olmadığından egemenliğini korumak için belli tavizler vererek toplumsal hareketleri zayıflatma, bastırma amacı güttüğü de bilinmektedir. KİT’lerin bu amaca hizmet edecek şekilde işlevlendirilmesi de bununla ilgilidir. Sorun, bu amaca hizmet ettiği söylendikten sonra KİT’lerin özelleştirilmesine karşı çıkılarak küçük üretimin desteklenmesinde bunların önemli olduğunu savunmaktır. Bir anlamda emperyalizm ile komprador burjuvazi ve toprak ağalarının sosyalizme karşı kurdukları bu “ittifakı” sürdürmemesi olumsuzlanmaktadır. Bunun “kamuculuk” kılıfında savunulması da bir başka garabettir. Ya sosyalizme eğilimin zayıflatılmasını amaçlayan KİT’lerin aslında tersini yarattığı düşünülüyor ya da kamuculuğun sosyalizme ters yönde de olsa “iyi” ya da “doğru” bir hat olduğuna dair bir inanç var! Eğer sosyalizme karşı bir ittifak politikası ise KİT, özelleştirme ittifakın bozulmasıdır ve bu da devrimin lehinedir. Ama görüyoruz ki küçük üretim ve üreticinin geleceğinden devrimin geleceğinden daha çok kaygı duyanlar onun ne pahasına olursa olsun korunması için olmadık çözümler geliştiriyor. Burjuvazinin devrime karşı uyguladığı politikayı sürdürmemesini, sanki devrimin aleyhineymiş gibi “KİT’ler önemli” diyerek olumsuzluyor, sürmesini istiyor. Oysa KİT’ler devrime karşı ittifakın bir aracı olarak işlevlendirilirken köylülerin, küçük üreticilerin sömürüsünü, sefaletini ortadan kaldırmıyor. Bu sınıfların koşullarını görece iyileştirse de egemen sınıflar gene büyük kârlar getiren ilişkilerini, avantajlarını korumaktadırlar. Bu anlamda KİT’ler küçük üreticinin ağzına bir parmak bal çalma işlevi görürken aslan payı tefeci, tüccar, toprak ağalarına gitmektedir.
Tarım-sanayi üretimi emperyalist tekellerin politikalarına göre belirlenerek milli politika şeklinde sürdürülmekte, tarım ve sanayinin gelişimi sekteye uğratılmakta, kötürümleştirilmektedir. KİT’ler bu ilişkileri sürdürmek amacıyla küçük üreticilere belli destekler vermekte, ürünlerini belli bir kâr elde edecekleri fiyattan alarak garanti sağlamaktaysa da toplamda büyük kârlar korunmaktadır. Haliyle de bu ilişkiler içinde KİT’ler devrime karşı düzeni koruma, üretme amacına hizmet etmekte, küçük üreticinin koşullarını (üretim, üretim araçları, yaşam vs.) geliştirmesine olanak tanımamaktadır. Kaldı ki KİT’lerle üreticilerin nasıl sömürüldüğü, artı değerlerine el konulduğu ya da el konulan ilişkilere mecbur edildiği biliniyor. Bu yeni bir politika da değil, KİT’lerin başından beri, devam eden bir ilişki biçimidir.
KİT’ler tüccar-tefecinin alım yaptığı fiyatın bir miktar üzerinde bir fiyat belirlese de artı değer sömürüsünü ortadan kaldırmayıp tüccar-tefeci sömürüsüne göre biraz sınırlamaktadır. Çoğunlukla küçük üreticilerin tüccar-tefecilerin büyük sömürüsüne maruz kaldığı/bırakıldığı açıktır. KİT’ler aracılığıyla devlet büyük vurgunlar yapmakta, aşırı kârlar elde etmektedir. Bunlar tarımın (ya da sanayinin) geliştirilmesi amacına hizmet etmemiştir. KİT’ler zayıf gerici egemen sınıfların yarı feodal, yarı sömürge yapısının araçlarıdır. Dolayısıyla “kamu eliyle desteklenmeyen tarım gelişmez, değer üretmez.” (age, s. 129) denirken bu yapı içinde tarımın geliştirilmesi gibi temel bir amaç bulunmadığı unutuluyor, ama biz unutmamalıyız. Öyle olmasaydı 100 yıl gibi bir zamanda tarım yerinde sayıyor olmaz, kapitalist tarımın egemen hale gelmesiyle bu yapı tamamen tasfiye edilirdi. Devletin KİT’ler üzerinden küçük üreticiyi desteklemesi hiçbir zaman tarımı geliştirip kapitalist bir niteliğe kavuşturmak için yapılmamıştır. Geçimlik toprağı olan küçük üreticiyi devlete bağlamak, bağımlı kılmak, küçük mülkiyeti koruyarak devrimci eğilimlerini bastırmak, proletaryanın güçlenmesini engellemek ve tabii bu üretim yapısı üzerinden sömürüyü sürekli kılmak amaçlanmıştır. Kemalist devrimin bir toprak devrimi imkânına karşı geliştiği de düşünülürse “Kemalist hareket ‘özünde köylülere ve işçilere, bir toprak devrimi imkânına karşı’ gelişmiştir.” (İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar, Umut Yayımcılık, s. 138) Köylülerin bu talebini-amacını ortadan kaldırmayan Kemalistler toprak devrimi arzusunu böylesi politikalarla bastırmaya, yatıştırmaya, yozlaştırmaya yönelmiştir. Köylüler efendilerin kölesi olarak kalsın diye “milletin efendisi” olarak tanımlanıp gururları okşanırken köylülüğün içinde bulunduğu sömürü, sefalet, gerilik toplumsal ilişkilere egemen bir özellik haline getirilmiştir. Toplumun içinde bulunduğu durum köylülerin toplumsal koşullarının bir yansımasıdır da. “…KİT’lerin kuruluş amacı… zayıf milli burjuvaziyi güçlendirmek (oluşturmak)… devlet olanaklarıyla sanayi burjuvazisini oluşturmak,… kamu kaynaklarıyla ekonominin kapitalist sisteme eklenerek yeni komprador sermaye birikim rejimini inşa etmek,…” olarak açıklandıktan sonra “… ‘devlet olanaklarıyla sanayi burjuvazisini yaratmak’ derken, devletin komprador burjuvazi ve büyük toprak ağaları devlet aygıtını kullanarak emperyalist sermaye ile iş birliği içinde sermaye birikimi sağlamayı amaçlaması söz konusudur…” (Esrin Balcı, Emperyalist Tekellerin Kıskacında Türkiye’de Tarım, s. 87) deniliyor.
devam edecek…
Tarımda Yarı Feodal İlişkilerin Temel Dayanağı: Küçük Üretim-IV